belli bir yere kadar üretebilirsiniz bir ülke olarak. üretmenize izin vermez tabi bu işin babaları, kendi ürettiklerini kime satarlar yoksa? ya da rekabet isterler mi? (abd, ingiltere, almanya, vs vs.)
tabi öncelikle bu adımı atacak hükümetin kendini sağlama alması şart, aksi takdirde bir darbeye bakar geleceği. akp hükümetinin ise üretimle falan ilgisi yok bilindiği gibi, rant peşindeler yalnızca onlar, peşkeş çekmekle yükümlüler, bunu bilmeyeni vuruyorlar günümüzde değil mi? hala iktidarlarda olmaları da bunun en somut ispatıdır zaten!.. (bkz: halkçı partinin iktidarda ne işi var)
hadi diyelim belli bir aşamaya kadar ürettiniz ve rekabete katıldınız dünya pazarında. ee sonra? daha ne kadar ileri gidebilirsiniz? çünkü ileri gidemeyen geriye gider, bu işlerin raconu budur değil mi? ben söyleyeyim, gidip gideceğiniz en ileri nokta emperyalist paylaşım savaşıdır başka bir şey değil. sistemin/düzenin gereğidir bu. onun için üretimden önce bu devlet modelini ve sistemi yıkmak gerekir, madem ülke için bir şey yapmak istiyorsun(aynı zamanda dünya için) yapıp yapacağın en anlamlı mücadele budur.
Gittikçe tüketim toplumu olma yolunda emin adımlarla ilerleyen bir toplumdur. Üretim yapamayan tüketmeye mecburdur. Sınıfsal farkların iyice belirginleşmeye başlaması kaçınılmazdır. Zengin çok zengin fakir çok fakirdir. Bu tür toplumlarda en çok orta sınıf yoğundur. Ama bu orta sınıf diğer ülkelerin orta sınıfıyla boy ölçüşemez. Ihracat adına gözle görülür şöyle aman aman bir şey yok. Çünkü bizim tüketmemız isteniyor üretmemizi isteyen yok. Bunu devlet de istemiyor. Baktığımız zaman ihracata yönelik doğru dürüst politikalar yok. Dünya ekonomisiyle boy ölçüşecek hiçbir ekonomik üretim aracı yok. Ancak yabancı devletlerden alınan parçaları birleştirme ihracatı var. Onunla da övünüyoruz. Büyük devletler daha çok hizmet sektörüne yoğunlaştıları için sanayisini yavaş yavaş işçi sınıfı yoğun olan ülkelere devretmeye başlıyorlar. Bunun örneği Türkiye'dir. Renault, opel, citroen vs vs gibi araçları bize toplatıp işçi gücümüzden faydalanıyorlar. Ama en büyük paraları onlar götürüyor. Biz de hala üretiyoruz diye seviniyoruz.
70 milyon kişiyle üretim... hmm. oldukça fantastik .
şimdi şöyle düşünelim rosavacım:
genç ve orta nüfus (çalışan/üreten): 40 ml.
çocuk nüfus (çalışamayan/okuyan/agu-agu diyen): 20 ml.
yaşlı/hasta nüfus (çalışamayan/bir ayağı çukurda): 10-15 ml.
işsizlik ( çalışabilecek bile olsa iş bulamayan/iş beğenmeyen/baba parası fln): 40 ml - 40.( % 10)
anlaşılacağı üzere 70-75 ml'luk bir ülkede (bizim gibi genç nüfusu fazla olan ülkede bile) nüfusun en çok 36 milyonu işe katılabiliyor. diğerleri istese bile katılamıyor belki de. tembelliklerinden dolayı değil. bu işin oluru böyle. gönül isterdi ki eşikteki-beşikteki, ertesi gün helvası yenilecek kişi durmadan ekonomiye katkıda bulunsun. ama öyle bir kafa yok- ki doğrusu da bu. 70 milyonun 70 milyonu da çalışsa o çalışmaması gereken kitleye hizmet veren çalışan kesim (ki bu milyonları ifade eder/ öğretmeninden tut, hastabakıcısına kadar) işsiz kalacak dolayısıyla üretime katkı sağlayamayacak. tabii, tüm ülke ele kazma-kürek alıp yeri kazmıyorsanız. yani üretim/hizmet çeşitliliği/dengeliliği diye bir döngü olan kapitalizm dünyasında yaşamıyorsanız.