14 mayıs 1950: demokrat parti, seçimde kullanılan oyların yüzde 53ünü alarak, 487 milletvekilliğinin yüzde 86sını kazandı.
2 haziran: adnan menderes hükümeti güvenoyu alarak göreve başladı.
16 haziran: ezanın arapça okunması yasağı kaldırıldı.
18 haziran: türkiyenin ekonomik durumunu incelemek ve bir program hazırlamak üzere uluslararası imar ve kalkınma bankası heyeti geldi.
18 haziranın ne anlama geldiğini daha sonra yazacağım. ama 16 haziranın ne anlama geldiğini bir başka şairin, orhan velinin kaleminden aktaracağım. aşağıda okuyacağınız yazı 15 haziran 1950 tarihli "yaprak" dergisinde yayınlandı:
yaprak dergisinden
"ilk demokrat parti hükümetinin ilk ele aldığı meselelerden biri de bu ezan meselesi oldu. sebebi meydanda: en mühim iş buydu çünkü. bir hafta daha ezan dinlemeye tahammülümüz kalmamıştı. ezan hemen arapçaya çevrilmese hep birden ölecektik.
ne hayat pahalılığının önemi vardı, ne de elimizi kolumuzu bağlayan kanunların. ne köylünün kalkındırılmasını düşünmek gerekiyordu, ne okulları arttırmak, ne yurdu onarmak. ilk üstünde durulacak iş şu, memleketi felakete götürmek üzere olan ezan işiydi. demokrat partiyi de hemen bu işi halletmesi için iktidara getirmiştik zaten.
şaka bir yana, bu olay basınımızda türlü yankılar, türlü tepkiler uyandırdı. bizim söyleyeceklerimiz söylenenlere pek bir şey eklemeyecek. bununla beraber, biz de düşündüklerimizi gelecek nesillere vesika halinde bırakmak istiyoruz. onun için birkaç cümle söyleyeceğiz:
ezanın türkçe okunması atatürkün sağlığında, atatürkün isteği ile kanunlaşmış olmasaydı da ezan arapça okunsaydı bugün ezan meselesi diye bir meselemiz belki de olmayacaktı. bu konuda belki bugün düşündüklerimizi düşünmeyecektik. ama ileriye doğru olduğundan şüphe etmediğimiz bir karardan geriye dönülünce iş değişiyor. salt bir ezan meselesi olmaktan çıkıyor iş. daha bir sürü geriliğin başlangıcı, daha bir sürü geriliğe göz yummanın işareti oluyor. bu düşüncemizin doğru olup olmadığını anlamak için belki de biraz beklemek gerekecekti. ama ona hacet kalmadı. başbakanın demecini duyar duymaz sarıklar cüppelerle sokaklara uğrayan softalar düşüncemizin doğruluğunu çabucak ortaya koydu. sarıkla cüppeyi mühim saymayalım. ama işin bu kadarla kalmayacağına da kalıbımızı basabiliriz. daha neler olabilir diye düşünüyoruz da aklımıza şunlar geliyor:
işte ramazana giriyoruz. oruç yemenin kafirlik olduğunu düşünen kimseler tarafından pekala taşa tutulabiliriz. o kimseler çoğalabilir. kafirlik sayacakları işler oruç yemeden ibaret kalmaz. memleket yararına görmek istediğimiz işler bugün nasıl komünistlik oluyorsa, o gün kolayca kafirlik olur. milli heyecanın yerini dini heyecan alır. hükümet o heyecanı yatıştırmaktan acizdir. dini heyecan her istediğini yapmaya başlar. sonu neye varır bu işlerin? görmek istemeyiz ama herhalde çok kötüye.
ezan meselesi tek başına bir şey değil. mühim olan, sonu. şaşıp üzüldüğümüz nokta da sayın başbakanın böyle tehlikeyi görememiş, düşünememiş olması."
orhan veli denilen insan ramazan ayında içebildiği kadar içip sarhoş olunca bir belediye çukuruna düşüp 3 gün orda kalıp ardından iç organları çürüyerek istanbul'a ambulansda götürülürken ölen insandır.
türkçe ibadet edilebileceği aşikardır. böyle bir konuda böyle bir insanın sözüne bakmak acizliktir.
bugün oruç tutmayan insanlar cübbeliler sarıklılar tarafından görüldüğü yerde taşlandıklarından dolayı orhan veli'nin ne kadar öngörülü bir aydın olduğunu anlayabiliriz. ayrıca ezanın da halkın istediği gibi arapça okunması milletimize ne büyük zararlar verdi, sırf bu önemsiz mesele yüzünden yüzlerce yıl geriledik, bunu göremeyenler şimdi de akp ye oy veriyor.
evet. şeriat geldi Allah'a şükür. başını açan hatunların saçlarını sıfıra kestiriyoruz, oruç tutmayanları meydanda kırbaçlıyoruz, namaz vakti cami önünde mollalar tarafından zorla camiye sokuluyoruz, abdest mi zaten abdestsiz geziyorum diyemezsiniz mollalar değneklerini kafanızda kırarlar. işte ileri görüşlülük. 50 yıl önceden olacakları görmüş. bunu da fark eden değerli yazarımız sözlüğe taşımış.
şimdi bizim ne yapmamız gereklidir efendiler. o meseleye gelelim. ilk olarak istiklal mahkemeleri için hakimler yetiştirmeliyiz bunlar bırakın müslüman olmayı atesit olmalıdır ve kendi öz kültürlerinden yoksun olmalıdırlar ki istediğimiz kelleyi kessinler, isteğimiz kişileri assınlar.yetmez ama. ölüm bir kurtuluş olmamalı. gelecek nesillerin sapıtmasını engellemek için ibreti alem olacak eziyetler çektirmeliyiz bunlara. demokrat parti fabrikalar barajlar yaparak neyi çözebileceğini sanmış acaba? oysaki biz gider imfden borç alır gelecek nesilleri açlığa sefalete iteriz günü kurtarırız.
yapılması gerekenleri de yazdım artık. işinize gelirse...
türkiye'de siyasal islam'ın yükselişinin başlangıç dönemine ilişkin makale. bunun yanında bir de köy enstitüleri meselesi var. adnan menderes ve partisi, dinci kesmin oylarını almak için o tarihi ve türk halkının geleceğinin ağzına eden vaadini verip köy enstitülerini kaldıracağını söylemiştir.
köy enstitüleri, bir köy veya kasabada modern ve çağdaş eğitim veren devlet kurumlarıdır. bu enstitülerin mezunları hem anadolu çocukları olmakla birlikte vatana millete hizmet edecek olan çağdaş bireylerdir. haliyle dincişlerimiz ülke de bu kadar çok 'laik' kişi istemediler. adnan menderes beyfendide bunların bu ihtiyacını görüp oylarını kazanmak için bu güzel ve yararlı kuruluşları kapattırdı.
ezanı arapçaya geri çevirdi, aynı mantık doğrultusunda. devamında ise marshall yardımları ile artık dışa bağımlı ve emperyalist ABD'nin uydusu olan liberal-demokrat, lüboş bir ülke haline geldik adnan menderes beyefendi sayesinde. allah ondan razı olsun. o dönemin çocukları abd'den yardım adı altında gelen süt tozlarını içtiler, kemik hastası oldular. çocukları kemik hastası yapan şeyler için dışarıya bağımlı olduk, özgürlüğümüzü domalıp verdik. artık mustafa kemal'in ülkesi değildik. sosyal-demokrat, halkçı, kendi kendine yetmeye çalışan, planlı ekonomi ile kıçını toparlayan, abd bize araba satsın diye karayolu yapmayıp demir ağlarla ören anayurdu dört baştan ülke değildik.
"ilk demokrat parti hükümetinin ilk ele aldığı meselelerden biri de bu ezan meselesi oldu. sebebi meydanda: en mühim iş buydu çünkü. bir hafta daha ezan dinlemeye tahammülümüz kalmamıştı. ezan hemen arapçaya çevrilmese hep birden ölecektik."
vay amk. tüylerim diken diken oldu. tarih tekerrürden ibarettir derler de, bu bizim tarih tekerrür olayını da yarmış durumda. olm 1950'den beri aynı fikirleri, aynı paranoyaları farklı kelimelerle ifade ediyormuşuz lan. ittihat kafası o zaman da aynı, hiç değişmemiş. adam mesela "zaten bir hafta bile ezanı arapça dinlemeye tahammülümüz kalmamıştı, en mühim iş buydu o yüzden atatürk ezanı türkçe yaptı." dememiş de yapılan bir yanlışlık düzeltilince "en mühim iş bu muydu?" diye sorabiliyor. tabi atatürk varken açlık, yoksulluk yoktu. en mühim işimiz şapkaydı, latin alfabesiydi amk. bugün "başörtüsü sorunu" dediğinde de "başka derdimiz yok, refah içindeyiz, bir başörtüsü kaldı zaten." diyen adamların bu adamın torunları olduğunu kanıtlamak için dna testine filan gerek yoktur sanırım. ama yüzsüzlük değil bu, ona ikna oldum. adamların kafa gerçekten tek taraflı çalışıyor.
"cübbeliler sokaklara çıktı, içkimizi yasaklayacaklar, zorla oruç tutturacaklar, bizi sikecekler." triplerini uzun uzadıya anlatmıyorum bile. tek merak ettiğim şey şu köy enstitüleri. gerçekten çok başarılı bir uygulamaymış bence de, ona şüphemiz yok ama o da olmasaymış bu adamlar ne anlatacakmış bize onu çok merak ediyorum. bir köy enstitülerini kaldırdılar diye her türlü olumsuzluğu sağ iktidarlara yükleyecek kadar kendilerini kaybediyorlar. küresel kriz çıkacak onu da köy enstitülerinin kaldırılmasına bağlayacaklar diye ödüm bokuma karışıyor yeminle.
şimdi durum şöyle; ülkelerin kalkınması için gerekli olan bazı majör materyalleri sağlamak gerekir. bu materyaller önce istihdam ile başlar sonra uzar da gider. önemli olan bunları nasıl sağladığınızdır. bunları sağlama şekliniz sizi dışa bağımlı yapıyorsa, yanlışsınız! eğer dışa bağımlı yapmıyorsa, doğrusunuz! çeşitli malları ya da teknolojik gelişmeleri dışardan getirterek, ülke topraklarını yabancı sermayeye peşkeş çekerek ve devlet kaynakları ile kamu kuruluşlarını özelleştirerek bir yerlere gelmek dışa bağımlılığı da beraberinde getiri. bu ülkede 3 milyar dolar yatırımı olan herhangi bir ülke senin iç işlerine karışabilir, erkeklik yaparsın parasını çeker, aç kalırsın. ancak, eğer sosyal devlet'in gerekliliklerini yerine getirirsen ve bazı öz kaynakları halkınla paylaşırsan ve bununla birlikte yatırımlarını dış mihrakların isteklerine göre serbest piyasa düzleminde yapmayıp, planlı ekonomi ekseninde kendi halkının hayrına yaparsan ne dışa bağımlılığın kalır, ne de refah seviyen şimdiki gibi yerlerde olur.
yakın dönem türk siyasetine bakalım; adnan menderes beyfendinin icraatları bahsettiğim dışa bağımlığın ağa babasını sağladığı gibi demokratik-laik-çağdaş devlet yapılanmasının tamamen zıttı olan politik islam'ı doğurmuştur. öyle ki; bu islamcı kesim günümüzde demokrasi aşığı kesildiler, orası tam komedi, yalanın dik alası!
sağ partileri savunan arkadaşlar bir düşünsün bakalım; başbakan, adnan menderes'i anarken 'demokrasi şehidi' diyor. eksen ortada! türk siyasi tarihini inceleyin, her dönemde açlık ve fakirliği göreceksiniz. ancak sağ partiler geldikten sonra ortada bir fark olduğunu göreceksiniz; bizim ülkemizin şartları yüzünden fakir olanlar vardı, artık menderes'ten sonra dış mihrakların fakir ve aç bıraktıkları var!!
'bu ülke kanla kuruldu, canlar verildi, bir hilal uğruna ya rabb ne güneşler batıyor' mottolarını gönül rahatlığıyla söyleyen sağcı kardeşlerime sesleniyorum; kanla kurduğumuz ülke çoktan öldü! kanla kurduğumuz ülke başkalarının piyasa alanı. bunu sağlayan kişileri ise tarih yazdı bile; açın okuyun!!
tanım: daha önemli şeyler varken, oy uğruna küçük şeylerin büyük gösterildiğini anlatan yazıdır.