"araba yapcam ben ileride" dedi gözleri umutla geleceğe bakan çocuk, dayısının "sen ne olacaksın bakalım ileride?" sorusuna karşılık olarak. dayıya bu cevap yetmedi, "evlenmeyecek misin peki?" diye devam etti. "evlencem ki hep" diye cevap verdi afacan, veli görüşmelerinde annesinin hep şikayet duyduğu, sınıfının yaramaz, hiperaktif çocuğu; bir an önce dayısının kucağından kurtulup legolarıyla oynamak, arabalar yapmak istiyordu, sıkılmıştı, hep sıkılırdı. "nasıl biriyle evleneceksin bakalım?" diye devam etti dayı. "ya offfff" diye çırpındı dayısının kucağında, ama kaçamadı, cevap belliydi. "oğlum anlatsana aslıhan'ı" dedi annesi. "böyle saçlarının dibi siyah üstü sarı olcak, bir de, bir de böyle çok beyaz olcak" dedi. eşini böyle tanımlamıştı, tonton olduğu için sürekli yanakları sıkılan, sürekli terli, sürekli nefes nefese olan çocuk. iki hayali vardı. araba yapmak ve beyaz tenli sarışın bir kızla evlenmek. bunların koca adam olduğunda, yani 30 yaşında gerçekleşeceğini düşünüyordu.
***
"makina mühendisi olmam lazım otomotiv sektörü için ama müzik mi yoksa mühendislik mi seçemiyorum bir türlü" dedi liseli, suratı sivilceli ergen. ilk demolarını çıkarmanın heyecanıyla, kendini müzisyen, hatta sanatçı olarak görmeye başlamıştı, gel gör ki dersleri de iyiydi, zira babası "eğer takdir getirirsen sana istediğin gitarı alırım" demişti lise 1'de. ankara'da dersleri iyi olanlar ya odtü ya da bilkent'te mühendislik okurdu bu gelenekti. deneme sınavları iyiydi, dershanesi ismini çarşafla binaya asmak istiyordu. "yani abi tam olarak bilmiyorum müzik mi, mühendislik mi", seçimin kendisine ait olduğunu sanacak kadar az tanıyordu halen dünyayı, ergen ukalalığı vardı üzerinde. "sonuçta müzik benim hayatım abi, girdik bu yola artık" dedi dostuna. kolasından bir yudum aldı devam etti bütün bilmişliğiyle "ama yine de iyi bir yer kazanmalıyım yine de, hem babam anfi alacak odtü olursa" dedi. birden daha hiç birlikte olmadığı karşı cins aklına geldi. "olm hem üniversite'de kızlar daha rahat, bir sürü kızla çıkıcaz", evlenmek istemiyordu, dünya üzerindeki her kızla yatmak istiyordu sadece. üniversite'yi hobi olarak görüyor, müzisyen olmak istiyordu, bir de ünlü. 30 yaşına kadar 5 albüm çıkarır, ünlü de olurdu.
***
"müzik boş iş hocu, hem sıkıldım albümdü konserdi, daha cebimize beş kuruş geçmedi, meslek şart, şu okul bitsin lego'da çalışmaya başlayacağım, hem arabalar dünya'yı kirletiyor, oyuncak yapmak istiyorum ben, baksana şundaki mekanizmaya!" diyerek elindeki mc donald's oyuncağını uzattı arkadaşına. kinder süpriz yumurtadan çıkan, mc donalds çocuk menüsüyle verilen ve lego technic'in oyuncaklarına aşıktı, ona göre yaratıcı mühendislik oydu. odası koli koli oyuncak ile doluydu. o da oyuncak tasarlamak istiyordu. sanatla ilgilenen, çevreci, idealist, sol kültüre ilgi duyan uzun saçlı bir üniversite öğrencisiydi. okuyordu sürekli, müzik yapıyordu, dergilerde yazılar yazıyor, karikatürler çiziyordu bir yandan da. "abi çok aşığız birbirimize zaten, mezun olunca evleniriz, kutu gibi bir evimiz olur, dev gibi bir kütüphanemiz bir de. esat'ta oturmak istiyorum, ankara süper hocu" dedi. evlenmek, oyuncaklar yapmak istiyordu, bir de ankara'da yaşamak. 30 yaşına kadar bunların hepsi olacaktı.
***
"hocu bu yurtdışı olayı baydı ha, dönücem ben ülkeye, bilim götürmemiz lazım ülkeye, beyin göçü olmam ben" dedi hafiften yalpalayarak. "yetti" dedi, "yetti, bıktım yalnızlıktan, dönücem ülkeye iş kurucam, bu öğrendiklerimiz yok zaten ülkede, sen de gelirsin açarız ofisimizi ankara'da, karıya kıza doydum zaten, direkt yuva kurucam yeter yahu ne skimsonik hayat bu hocu". "sen çok içtin" dedi arkadaşı, "gel istersen yatırayım seni odana". "yok hocu daha yeni başlıyoruz, yeni başlıyor hayat" dedi. ülkesine bilim getirmek istiyordu, bir de yuva kurmak, yalnız kalmak istemiyordu. 30 yaşına kadar olurdu bunların hepsi.
***
"bebeğim annemler seni çok sevmiş, hadi biran önce şu ataman belli olsun, kazan sınavı, hem bu evden sıkıldım, yeni eve geçelim, yupppiii" dedi bir kaç senedir çalışma hayatında bulunan genç mühendis, sevgilisine. ankara'da yaşamıyordu ya da lego'da çalışmıyordu, oyuncak da yapmıyordu, ülkesine bilim getirmişti ama iş hayatında gördükleri soğutmuştu onu mühendislikten. idealleri dünyaya ya da sanata değil kendine dairdi artık. evlenmek istiyordu, ceo olmak, çok para kazanmak, çocukları olursa onları özel okullarda okutmak, ankastre mutfak bir de. dvd setleri, kitaplar biriktiriyordu, ileride çocuklarına bırakmak için, kafa dengi baba olacaktı. 30 yaşına az kalmıştı ama her şey planlandığı gibi giderse, olacaktı bunlar, ceo'luk hariç, o 40'ın hedefiydi.
***
"hocu terketti beni" dedi telefonda dostuna, "bu da bitti". 30 yaşına bir sene vardı.
***
ve bu çocuk, bu ergen, bu genç, bu adam, bugün 30 oldu. istediklerinin çoğunu yaptı belki de, ama yarım yamalak, oradan, buradan, şuradan, ve gördü ki, hiçbir hayal tamamıyla gerçekleşmiyor;
müzikle ilgilebiliyorsun ama ünlü olmak zor.
mühendis olabiliyorsun ama lego'da çalışmak zor.
pek çok kızla birlikte olabiliyorsun ama evlenmek zor.
çalışıyor karnını doyuruyorsun, ama doğduğun yerde doymak zor.
hayallerin hızına yetişmek imkansız, onlar ile beslenen hayat ise çok çok zor.
***
afacan çocuk dayısının kucağından yere atladı, araba yapmak için ofisine koştu, iş arkadaşları masasına doğum günü için kinder süpriz yumurtalar bırakmışlardı, "teşekkür etti", hapır hupur çikolataları yerken oyuncaklarını yaptı, bitirdikçe masasında duran diğerlerinin yanına koydu ve sözlüğe bu entry'i girdi. belki de hiç büyümemişti ama artık yanakları daha az sıkılıyordu.
Kaç yaşındaydım bilmiyorum ama geceleri uyurken ileride, çok çok büyüdüğüm zaman olacak olan 16 yaşında bir kız arkadaşım olduğunu, kendimin dedektif olduğunu ve kız arkadaşımı kurtardığımı falan hayal ederdim. Düşünün yani 16 yaş bile ne kadar zor ve ulaşılmaz geliyordu. Şimdi 30 yaşındayım, güzel bir işim, sevdiğim bir karım ve bal tatlısı bir oğlum var 3 aylık. Hayatta başarılması gereken herşeye sahibim çok şükür, ama o gençlik yılları sefil geçti ya, hiçbir zaman tam olamıyorum, gideremiyorum içimdeki boşluğu...
yaklaştıkça stresini hayatınızın her noktasında hissettiren yaştır 30 ve girmek yerine girmemeye çalıştıkça daha da hırpalanırsınız.
depresyon dediklerini şeyin vücudunuzdaki etkilerini ölçebilir aynı zamanda teşhisinizi kendiniz yaparsınız. ahh yaparsınız da tedavinizi nasıl yapacağınızı bilemezsiniz. çünkü, artık doymuş istekleriniz zevk vermemektedir. arkadaşlarınızın alışverişe çık, dışarı çık demesi,ne sinirlenirsiniz. iyi de dostum, bunları yaparak geçen yılların sonunda işe yaramadığını anlatma gereğini duymazsınız.
30 yaş. girmek ile girmemek arasında kalanlar için behbahtlığın simgesi.
bir de kendini bu yaşa adapte edebilenler var. ehe. çok güzel insan lan bunlar. yemin etsem başım ağrımaz. düzenini kurmuş, hayatına yöne verebilen insanlardır bunlar ve hani o alışverişle geçirmeye çalıştığınız depresyon uğramaz bile. tabi öncelikli olan, hayatının kendine ait olduğunu anlayabilmek. işte onlar ki, kimsenin ne yapacağını söylemesine ihtiyaç duymayanlardır. onlar ki, hayatı sarmalamış. değerini biliyorlar.