kürtçü islamcıların hem balını yaladığı hem de şikayetlendiği abd komplosu...
--spoiler--
şurası az daha dolsun diye bekleyecektim ama neyse bu kadarla iktifa edelim.
28 şubat sürecinin en çok kime yaradığı kabak gibi ortadayken bu işlerden sadece bir takım zevatın mesul tutulup, asıl parmağını yalayanların sanki sütten çıkma akkaşık gibi atarlanması traji-komik...
28 şubat süreci neden yaşanmıştır?
şeytanın askerleri olan türk ordusunun, müslümanları geldikleri suyun başından süpürüp, ekonomik kaynakları tekrar eski sahiplere kanalize etmesi için mi?
bu plan biraz basit kaçmadı mı? hayat tavla kapağı ya da satranç tahtası gibi iki taraflı, iki boyutlu bir şey değil. tarafların sayısı ve tarafı dakikalar, saatler içinde değişir, dostlar düşman, düşmanlar dost oluverir. bunu herhalde en iyi çevik bir biliyordur şu an (beter olsun!). hem amerikalı kankalarından, hem sermayeden hem cemaatten sevgi seli yoluna akarken pek mutluydu ama arpası azalıp ötme sinyalleri verince alıverdiler içeri paşamı ve artık seveni de yok. cumhuriyet subayı olup, memleketi için çalışsaydı milyonlar onun için üzülürdü belki de hiç içeri alınamazdı. kürtçü cemaat ve ap'nin listesinin en başındaki pamukoğlu paşa'yı alabiliyorlar mı?
neyse hayat dersini alan aldı biz dönelim konumuza...
28 şubat süreci milli görüşçü muhafazakar sağın tasfiye edilip kürtçü islamcı cemaatin amerika desteğiyle ve isteğiyle iktidar sahnesine tepeden indirilme operasyonudur. ordunun bir kısmı bu işe çeşitli sebeplerle bulaştı sermaye ise tasfiye edilen milli görüş holdinglerinin peşkeşi ve çeşitli yeni kaynakların sözü karşılığında bu operasyona destek verdi. ankara'da otel lobilerinde siyah takımlı siyah gözlüklü, alabros kesim saçlı adamlarla ihlas yeşili takım elbiseli, badem bıyıklı şimdiki janti abilerinizin hazırolda durduğu görüşmelerin fotoğrafları hala hatırda.
şevki yılmaz gibi adamların, o peygamberim diye deliye yatan garibanın hepsi neden tasfiye oldu bir anda? bunlar islamcı kesimin o zamanlardaki bayrak adamlarıydı nooldu da bunlar görünmez oldu?
ben söyleyeyim bunlar milli görüşçüydü. erbakan'ın sağlığında partinin kapısından sokmadığı cemaate en az rahmetli kadar düşman adamlardı ve siyasi hayatlarını bitiriverdiler. erbakan'ı satıp cia projesine gönüllü yazılan kesimden abdüllatif şener de başka umutlarla girdiği akp'nin içinde kalamadı. önceleri bir iki satır röportajı çıkardı şimdi tamamen karartma altında hoş, konuşacak cesareti olduğunu da sanmıyorum.
en komik sahneler rahmetli erbakan'ın cenazesi sırasında gerçekleşti kürtçü cemaat oy aldığı kaz kafalılara "bakın biz erbakan hoca'nın devamıyız" mesajını verebilmek için elinde borazan ettiği başta trt ve diğer medya organlarından günlerce organizasyonlar tertipledi. köylü kurnazı kafaya göre hem kalabalık cumhuriyet mitinglerine nazire yapılacak hem de özellikle iç anadolu yoğunluklu milli görüşçü tabana mesaj verilecekti. saadet partili yöneticileri erbakan'ın evine sokmamaya kadar vardırdılar işleri... cenazede de fatih erbakan dahil herkesin adeta omuzuna sırtına basarak kendilerini önlere atıp pozlar verdiler. aslında haklılar hoca'nın can düşmanı kürtçü islamcıları erbakan'ın devamı sanıcak kadar gerizekalı bir kitle var.
neyse öykümüze geri dönelim;
28 şubat sonrası kürtçü cemaatin saflarına geçirdiği saadet partisi'nin b takımından isimler (rte'nin neden ilerisi için düşünülmediğini de bir gün yazarız. 28 şubat olmayaydı recep efendi bakan, hatta belki milletvekili bile olamayacaktı).
kader ağlarını örerken önce güya parti kuruyoruz diye dsp bir cia darbesiyle parçalandı (ismail cem bütün bir ömrün itibarının nasıl bir hamleyle mahvedileceğini uygulamalı olarak gösterdi ve sonradan kahrından öldü resmen).
dağılan koalisyon ve çıkarılan yapay krizin gölgesinde gidilen seçime rağmen muhtelif bölgelerde itiraza konu yaklaşık 6 milyon oyun ve özellikle istanbul'da dyp'nin haklı itirazının mahkemece reddedildiği (eğer o itiraz kabul edilseydi dyp barajı geçecek, seçim sistemi hesaplamasında akp'ye yazılan oyları olmayınca akp tek başına iktidar olamayacaktı çaktın köfteyi?) bir seçim sonucunda akp iktidar olabildi. sonrasında halkı kin ve düşmanlığa tahrikten mahkum olmuş rte hapisten çıkarılarak (cemaatin has evladı jet fadıl'ın milletvekilliği iptal edildi bunun için. şimdi kendisi devlet arazisinde, devlet kredisiyle devre mülk yapıp satıyor. kısa günün karı). abdullah gül'ün ayağını sürüye sürüye terkettiği başbakanlık koltuğuna oturtuldu. bu noktada 28 şubatçı dinamiklerin arasında minik bir sürtüşme de yaşanmadı değil. kürtçü cemaat ve sermaye sınıfı abdullah gül'ün başbakan kalmasından yanayken, abd rte'yi istedi ve "ol" dediği oldu.(bunun da sebepleri muhtelif... bir gün yazarız)
yazı okunmayacak kadar uzun olacak hepsini yazsak ama kafası çalışan orta/üst zekalı birinin anlayacağı bir örnek verelim (daha yüzlercesi var da uzatmayalım)
akp ve kürtçü cemaatin en büyük finans kaynağı olan büyükşehir belediyelerini neden ellerinden almadılar madem "laikçi" darbe vardı da...
ya da akp'yi iki defa kapanmaktan kurtaran haşim kılıç neden emekli edilmedi?
o kadar salaksınız ki milletin bunları düşünemeyeceğini zannediyorsunuz.
--spoiler--
annesi ve hanımı türbanlı diye onbinlerce insanı "dindar" diyerek haksız ve hukuksuz yere işten çıkarmak ve bu korkaklığı şampanya patlatarak gazi orduevinde kutlamaktır. yunan köpeği bile anadolu'ya saldırdığında bu kadar zalim olamamıştı.
çeşitli komplolarla halkın iktidarını sabote ederek ülke yöneticilerinin yönetimden el çektirilmesidir. bi ali kalkancı vardı. fadime şahin, müslüm gündüz felan. bunlara verilen paralarla uyuşturucu hap fabrikası kurmuşlar istanbulda, sonra onu da ortaya çıkardı polis. halktan da epey gizlendi. şimdilerde bu komployu hazırlayanlar yargılanıyor. asker, brokrat, iş adamı vesaire. yazık gerçekten. bu ülkede böyle konuların tartışılıyor olması gerçekten çok yazık.
ordu, yargı ve medya'nın ortaklaşa düzenlediği bir darbeydi. darbenin yurtdışı ayağını israil oluşturuyordu. refahyol hükümetini alaşağı etmek için düzenlenmişti ve başarıya ulaşmıştı. lakin 2002'den sonra halk tarafından bertaraf edilmiştir.
kimsenin görmediği ya da dillendirmek istemediği en önemli kayıplarından biri darbeden hemen sonra israil'e ihalesiz verilen 30 milyar dolarlık siparişlerdir. çünkü refahyol hükümeti döneminde israil'e verilen siparişlerin hepsi durdurulmuş askeri ödenekler denetim altına alınmıştı. çevik bir ve tayfasının israil'e yaptığı ziyaret sonrasında düğmeye basılmış, medya bir yandan yargı diğer yandan hükümeti devirmiştir.
ilk başlarda büyük bir yıkım olarak görünse de daha sonra ak parti hükümetinin 10 yıllık iktidar sürecini başlatması açısından iyi olmuştur.
tayyip erdoğan ve avanesine eşi benzeri bulunmaz bir duygu sömürüsü, ajitasyon hammaddesi sağlayan vaka. adam 4 ay yatmış sanki kürek mahkumu anasını satayım, 8 yıl yatanı da var yurtdışına sürgüne gideni de.
bi müslüm gündüz vardı adamın özel hayatının amına koydular,kameralarla evini bastılar, darbelerine bahane yaptılar,dahası ülkenin amına koydular 2001 krizinin temelini attılar, amerikadan açıklama yaptılar demokrasinin balans ayarını yaptık diye asker ayar yaparsa demokrasi nerede diyemedi kimse sonra gün geldi devran döndü zulme uğrayanlar halkın desteğini arkalarına alıp sildiler 28 şubatı aldılar intikamlarını,ama müslüman adam zulüm yapmamalı 28 şubatçılara benzememeli adil olmalı.
dış güçlerin iç dinamikleri harekete geçirerek yaptığı darbedir. sonuçta bu darbe ile hükümet değişmiştir, halkın iradesine saygı gösterilmemiştir.
konuyla ilgili içinde önemli bir de mektup bulunan güzel ve yerinde tespitlerde bulunan bir yazı buldum. sonuna kadar sabırla okunmasında ve gerçeklerin öğrenilmesinde fayda vardır.
"28 ŞUBAT POSTMODERN DARBE VE DIŞ ETKiLER?
Yıl 1993, muhalefet olarak Refah Partisi 38 milletvekili ile mecliste bulunuyor. 23-24 Aralık 1993 tarihinde Aytunç Altındal, Necmettin Erbakan ile yapmış olduğu söyleşiyi Yeni Günaydın Gazetesinde yayınlıyor. Daha 1994 ile 1995 yıllarında Refah Partisinin başarıları ortada yok. Buna rağmen Erbakan bu söyleşide çok ciddi ve bir o kadar da önemli şeyler söylüyor.
Aytunç Altındal; "Erbakan'ın Refah Partisi'nin geleceği ile ilgili endişeleri var" diyerek endişesini dile getirirken; Erbakan; "Refah Partisi'ni bekleyen büyük bir tehlike var" diyor. Ben de bu tehlikeyi açıklamasını rica ediyorum. Şöyle diyor Erbakan; "Türkiye'nin ekonomisi çıkmazdadır, taklitçi bir zihniyetle yönetiliyor... Biz buna karşıyız. Biz iktidara geliriz. Geliriz gelmesine de... Evet, iktidara gelebiliriz. Ama sonra ne olur? iktidarda kalabilir miyiz? Yani bizi iktidara hapsederler.."
Kim hapseder? diye soruyorum;
Erbakan; "Biz bir şey farkettik. Bugün Türkiye'de bizim iktidara gelmemizi engellemek isteyen güçler var. Eskiden bize ilgi göstermeyen çevreler, şimdi bize hoş görünmeye çalışıyorlar. Eskiden yolumuza engel koyanlar, şimdi engellerini çekmek ister gibi davranıyorlar. Adeta bizim iktidara gelmemizi ister gibi çalışıyorlar..."
Ne var bunda çekinilecek? diye soruyorum,
Erbakan; "Mesele öyle değil..." ve ekliyor. "Bu adamlar bizim iktidara gelmemizi hoşgörü ile karşılıyorlarsa , bunda bir bit yeniği vardır. Anladığımız kadarıyla, bu adamlar bizim iktidara gelmemize ses çıkartmama kararı aldılar. Biz iktidara geldikten sonra da bizi iktidarda perişen etmeyi düşünüyorlar.
Anlamadım, nasıl yani? Nasıl perişan edebilirler sizi? diye soruyorum
Erbakan; "Böyle bir planları varmış gibi geliyor bana. Biz iktidara geleceğiz. Sonra da bizi iktidara hapsedip perişan etmek isteyecekler. Bize iş yaptırmayacaklar. Önümüze akıl almaz engeller çıkaracaklar. Atacağımız her adımda bizi batırmayı, sabote etmeyi düşünecekler.
Hangi soruna el atsak, çözümü yokuşa sürüp, çok kısa zamanda bizleri iktidarda beceriksiz davranmış olmakla suçlayacaklar. işte Müslümanlar ne kadar başarısızlar görün diyecekler."
"Elimizde Amerikalıların yayınladıkları stratejik araştırma enstitülerinin raporları var. Bunlara göre, Türkiye'de askeri ihtilaller çözüm getirmiyor deniliyor.
Ama biz iktidara gelirsek hükümetimizi çalıştırmazlar. Bu raporlardan bizim çıkardığımız sonuç budur. AMA BiZ ALLAH'A GÜVENiYORUZ."
1993 yılında bunları görüp söyleyen Erbakan, endişelerinde haklı çıktı ve bundan 3 yıl sonrada ikitidarda bunları tek tek yaşadı.
Erbakan iktidara gelir gelmez çok kısa bir sürede o zamana kadar faize, rantiyeciye giden parayı ve kurum zararlarını kâra geçirmek sureti ile 3 kalemde 30 milyar dolar civarındaki parayı hazineye kazandırdı. Bir anda dolan hazinenin bu gelirinden işçi, memur, emekli, dul ve yetimlerin yanısıra o zamana kadar çok komik bir para alan Bağ-Kur emeklileri hazineye kazandırılan bu paradan paylarını %100 ile %315 oranlarıda alarak o zamana kadar mağdur edilen bu kesimler bu zamlarla gelir düzeyleri yükseltilmişti.
Haliyle piyasalar yapılan bu zamlar neticesinde hareketlilik kazanmış ve yüzler böylelikle güldürülmüştü.
O günden bu yana iktidara gelen hiçbir iktidar Erbakan'ın vermiş olduğu bu zammın bir benzerini veya yarısını dahi vermedikleri gibi ancak yılda %6 gibi komik ve geçinilemeyecek bir oranı reva görme ekonomisini halka dayatırlar.
Ya Erbakan'ın vermiş olduğu o zamlar olmasaydı şimdiki maaşların durumu ne olurdu acaba?
Erbakan'ı iktidara getirip perişan etmek isteyenlere karşı Erbakan da hazırlıklıydı. Bu durumu gözönünde bulunduran Erbakan, Havuz sistemi ile devlet hazinesine girmeyen geliri hazineye kazandırdı, hazineye giren gelirin biranda artması ile denk bütçe yapıldı ve lider ülke olmak adına Müslüman ülkeler arasında ilk etapta nüfusu 60 milyonun üzerinde olan 8 ülkeyi yan yana getirerek D-8 projesini hayata geçirdi.
Havuz sistemi, denk bütçe ve D-8 projesi özellikle Amerika ve israili endişeye sevk ettiği gibi bu iktidarı düşürebilme plan ve projeleride hemen devreye sokuldu.
Refah-Yol iktidarını düşürebilmek için içte ve dışta hemen senaryolar devreye sokuldu. Bir Sabataist olan Çevik Bir'in bir projesi olarak sarhoş Ali Kalkancı şeyh ilan edilerken, pavyonda çalışan Fadime Şahin'de tesettüre büründürlerek bu şeyhin haremine sokuldu ve daha sonrada sopalı Aczimendiler ortaya çıkarılarak o günün organizetörü olan Sisi adlı erkekten dönme bir kadının yöndirmesi ile Fadime Şahin Müslüm Gündüzün evinde basılarak bu senaryolarla Erbakan iktidarı gözden düşürülmek istenmişti.
Bu senaryolar ancak 11 yıl geçtikten sonra açıklandı. Fakat olan olmuş ve dış güçlerin yerli işbirlikçileri ile oynanan oyun tutarak mevcut iktidar onbir aylık bir süreden sonra istifaya zorlanarak yıkılmıştı.
içte bu alçak ve bir o kadar da adi olan bu ayak oyunları ile iktidarı halkın gözünden düşürme olayları oynanırken Masonlarda hiç boş durmuyordu.
Şimdilerde AKP'nin devlet bakanı olan Faruk Çelik o dönemde Refah Partisinin Bursa il başkanıydı. Fransa Mason Locası'nın Türkiye Mason Locası üstadı olan Necip Arıduru'ya göndermiş olduğu ve aşağıda özetini sunacağım mektup Faruk Çelik'in imzası ile bir ibret vesikası olarak kamuoyuna sunulmak sureti ile yayınlanmıştı. O dönemde Masonluğu karış şiddetli bir çaba içinde olan Faruk Çelik, şimdi ABD ve israil yanlısı siyonist örgütlerin yönlendirmesi ile kurulan AKP'nin bir bakanlığını yürütüyor. Yani siyonist ve masonlara karşı çıkan bir Faruk Çelik bugün onların vermiş olduğu bir makamda siyaset yapıyor. Nereden nereye....
Fransız Mason Locası, Türkiye Masonlarının üstadı olan Necip Arıduru'ya göderdiği mektubun özeti;
"Üstadı bulunduğunuz Türkiye Büyük Mason Locası'nda meydana gelen skandallar endişe verici ve talihsiz olaylardır.
Büyük locanızda irşad edilmiş bazı masonlar, masonluğun vakarına ve yeminelerine ihanet etmişlerdir. Bu kişiler en gizli toplantılara kadar bütün faaliyetlerimizi mikro kameralar aracılığı ile kaydetmiş bulunmaktadırlar."
Bunların cezalandırılmasını isteyen Fransız Mason Locası daha sora mektupta şunları söylemektedir;
"Nizamnamemiz mucibince , konu hakkında tahkikat yapmaya yetkili tek otorite olan iSRAiL YÜCE KONSEYi, olayın müsebbiplerini açıklama, gerekli önlemleri alma ve 27 Mart 1997'ye kadar geniş bir tutanak fezlekesi hazırlama görevini bize tevdi etmiştir.
Tebliğ tezkeresinde REFAH PARTiS'i yönetimindeki hükümetin cemiyetimize karşı bir tavır koyduğu belirtiliyor, bizde aynı düşünceyi paylaşıyoruz. Hükümet düşmanca tavrını belli etmiştir...
Refah Partis'inin tutumu kafi derecede açık olduğundan, Fransa yüce konseyi ılımlı bir hükümetin teşkil edilmesinin elzem olduğuna hükmetmiştir."
Buna binaen Fransa yüce konseyi kardeşçe şunları tavsiye eder
1- Türk basınındaki ve ilgili kuruluşlardaki biraderleri örgütleyiniz ve Refah Partisini iktidarı bırakmaya mecbur etmek için gerekli diğer bütün tedbirleri alınız.
2- Refah Partisi'nin itibarını tamamen yok olması ve seçmenlerinin ümidini kaybetmesi ile neticelenecek siyasi bir konjoktür oluşturunuz.
"8- Masonluk aleyhindeki radyo, gazete, televizyon, kitap, dergi gibi yayınları izleyip bunlara mani olunuz.
REFAH PARTiSi'ne mensup islamcı basını ekonomik, siyasi ve adli baskı yoluyla görevini yapamaz hale getiriniz.
Özetleme çalıştığım bu mektuba göre Türkyede bulunan masonların ne kadar güçlü olduklarını ve ellerinin nerelere kadara uzanabileceğinin bir ibret vesikası olarak üzerinde düşünmemiz gerekiyor.
Bunun yanı sıra 28 Şubat sürecinde paşaların dümenine göre hareket eden gazeteci ve araştırmacı yazar ismail Nacar, aradan 11 yıl geçtikten sonra 28 Şubat 2008 tarihinde Vakit gazetesine şu beyanatı veriyordu;
Erbakan'ın devre dışı bırakılması gerekiyordu. Erbakan ve kadrosu tarafından rantiyeci kesimin muslukları kesilince böyle oldu. Sebeplerden biri bu. ikincisi , Erbakan israil karşıtıydı. Operasyonun arkasında israil vardı, uzantıları da rantiyecilerdi. 28 Şubat, destekle yapıldı. Erbakan'ın ekonomiye çekidüzen vermesi, şahsiyetli bir dış politikaya yönelmesi, rahatsızlık verdi."
"Türkiye'yi soyan birtakım şirketlere danışmanlık yaptılar, bazı parlak isimler... Rantiye, sömürme söz konusu olduğu zaman, daha doğrusu bu sömürü çarkına çomak sokulduğu zaman, laikliği bahane edip harekete geçerler.
Bu hep aynıdır. Bugün laiklik laiklik diye bağıranların bazı önde gelenleri israil uşağıdır"
Bu beyanatı veren ismail Nacar aradan geçen 11 yıllık bir süreden sonra günah çıkarır gibi böyle bir beyanat vermeside ayrı bir handikap olmasının yanı sıra iktidardan uzaklaştırılan REFAH-YOL hükümetinin ardı sıra gelen bütün hükümetler dış güçlerin birer taşeronu gibi çalışıp ülke ekonomisini ve siyasasına dış güçlerin dümen suyuna bıraktılar.
28 Şubat 1997 postmodern darbesinin en önemli ürünü iki dönem ikitidarda olan AKP hükümetidir.
AKP iktidarını ve Ergenekon meselesinin AKP iktidarının ABD tarafından elini nasıl güçlendirdiği meselesini gelecek yazımda yorumlamak dileği ile...."
28 şubat'a önceleri dindar insanlara karşı yapılan postmodern bir darbe gözüyle bakardım. fakat ak parti'nin tek başına iktidara gelmesi bu bakış açımı sorgulamama neden oldu. derin bir araştırmaya daldım. farkettim ki yapılan bu postmodern darbe dış dinamiğin iç dinamikleri tetiklediği ve dış dinamiğin istediği yönde yol alan aslında tam olarak dindar insanlara karşı değil, küresel sermayeye karşı olan bir siyasi görüşe karşı yapılmış bir müdahale olduğunu farkettim.
baktığımızda erbakan hocanın temsil ettiği milli görüş, abd'nin ve küresel sermayenin tam karşısında duran bir oluşum. bu oluşumu bitirmek için, iç dinamiğin laiklik hassasiyeti kaşındı ve refah partisi o günkü askeri, siyasi oluşuma ve basına dövdürüldü. dış dinamik her zamanki gibi kendine içten bir maşa buldu ve ateşi körükledi. sonuç mu ? erbakan hükümeti düştü.
2 seçim sonra ne oldu?
28 şubat'ta dayak yiyen milli görüş içerisinden küresel sermayeye karşı olmayan "yenilikçiler"e mağduriyet rolü kazandırılarak tek başına iktidara gelmesinin yolu açıldı. baktığınızda aynı islami hassasiyetler tayyip erdoğan'ın ak parti'sinde de var. tek bir farkla, küresel sermaye karşı olmadan ve ılımlaştrılmış şekilde.
halkımız da benim gibi bu olaya dindar insanların ezilmesi gözüyle baktı ama aslında amaç küresel sermayeye karşı olan milli görüş'e bir daha ayağa kalkamayacak şekilde yumruk atmaktı. istedikleri de oldu. bakıldığında dindar insanlar yine ezildi ama onların ezilmesi amaç değil araçtı.
şimdi ise abd'nin bop projesi için ak parti istenilen kumaş konumunda. 2 dönem de bu kumaşı çok iyi kullandılar !!!