91 yıl önce bugündür. ulu önder mustafa kemal atatürk'ün ankara'ya gelişidir.
--spoiler--
takvim, 27 aralık 1919 cumartesi. hava açık, ılık. birkaç gün önce sepeleyen kar tutmamış.
halk, çankaya bağlarının batısındaki kırşehir yoluna açılan yokuş boyunca akın akın yollarda. kulaklar minarelerde. o tarihi anı, selalarla bütün ankaraya müezzinler duyuracaktı.
mustafa kemali karşılamaya çıkanlar arasında bölük bölük seymenler göz alıcı bir biçimde. hepsi de çakı gibi. kimi atlı, kimi yaya. kiminin sağ omzunda baltaları asılı, kiminin martini tüfekleri çapraz. şal kuşaklarında hançerleri parlıyor. gözleri gibi.
elbas köyünden usta davulcular gelmiş. abdal hasanlar, deli haydarlar, kara mahmutlar, mohaçtan, çaldırandan, ya da bir başka er meydanından.
sabırsız bir bekleyiş bu.
saatler öğleden sonra üçü on geçeyi gösterirken, o selalar duyuldu. cümle halk arasında bir dalgalanma oldu. yokuş başına doğru bir yüklendi ankara. bir sevinçli telaş, bir büyük heyecan.
uzaklarda bir motor gürültüsü vardı. sonra, korna sesleri. evet, geliyordu mustafa kemal.
bandırma vapuruyla samsuna gelen osmanlı paşası o miralay mustafa kemal hazretleri değildi bu gelen. anadolu hareketini başlattığı için boynunda sarayın idam fermanını taşıyan, bütün rütbelerinden istifa etmiş ve milletin bağrına dönmüş bir fert olarak sadece mustafa kemaldi.
kutsal kavgamızın. kurtuluş savaşının hazırlığını tamamlamıştı. ankara, bu hazırlığın doruk noktasıydı. yaralı bir ulus, artık onun önderliğinde buradan şahlanacaktı.
samsunda bir hurdalıktan alınan, her parçası bir başka yerde bulunmuş, üstü açık, köhne otomobili yaklaşınca heyecan son haddine varmıştı. davullar çok daha coşkuyla vuruyor, cümle tezahurat birbirine karışıyordu.
gülümsüyordu mustafa kemal, henüz 38 yaşındaydı ama, yüzünde, nice savaş meydanının tandırında yoğrulmuş bir başka olgunluk vardı. mavi gözleri çelik pırıltısıyla yanıyor, kalpağının iki kenarında, şakaklarında uçuşan başak rengi saçları, güzel yüzüne bir başka anlam veriyordu.
yokuş başında, seymenlerin önünde durdu. otomobilden indi. onlara doğru ağır ağır yürüdü.
hepsi bir anda esas duruşa geçtiler. her soluk tek can olmuştu. bütün gözler, onun gözlerinde düğümlüydü. vakur ve sert bir sesle:
- merhaba efendiler! dedi.
- sağol paşa hazretleri...
- arkadaşlar! buraya neden geldiniz?
- millet yolunda can vermeye geldik!
- fikrinizde sabit misiniz?
- and olsun.
... ve, işte o zaman mustafa kemalin gözleri ilk kez yaşardı. zincir kabul etmeyen bu ulus, onun peşinde, gerekirse ölüme bile, göz kırpmadan gidebilirdi.
--spoiler--*