çocukken duyardım yada bi yerlerden okurdum. bazı tarihi karakterler, babam, çevremde ki insanlar çoğu 25 yaşında hayatını düzene koymuş, çalıştığı şirkette yerini kısmen sağlamlaştırmış, evlenmiş insanlardı. bundan mıdır bilmem hep 25 yaşına gelince bir işe gireceğim, evleneceğim, beni kapıda güler yüzle karşılayan sempatik bir eşim olacağı sanısındaydım.
şimdi bakıyorum yaşım çeyrek asır 'yazıyla yirmibeş' olmuş, ne düzgün bir iş var, ne evlilik, ne evlenebileceğim birisi... askerlik şu köşede el sallıyor. görüyorum ki, bu yaşa kadar öngörebildiğim tek şey hayatta kalmak olmuş. bu kadar mı fiyasko olursun be hayat?
''insanların beşin katı yaşlarda pskolojik sorunlar yaşadığını'' söyler yalom, haklı. geç kalmışlık hissi en derini. etrafında işe giren yaşıtlarım, nişanlanmış 2-3 arkadaşımın varlığında beynimin derinliklerinde benliğim sürünüyor. özel sektör ''askerlik'' diyor, kpss bikaç puanla teğet geçiyor beni, eski çalıştığım şirketi hatırlamak ahhh... o şirkette geçirdiğim günlerimi düşündükçe hapisaneden henüz çıkmış insanın bir suça bulaşma korkusu kaplıyor içimi, mideme kasılmalar giriyor. ''kendini geliştirmek'' diyor bir amca. ''ben 2,5 senedir hergün 50-60 sayfa kitap okuyorum, elektronikte zaten kötü değilim'' demek geliyor içimden, susuyorum. anlıyorum ki medeniyet yalandan diyarının vaadler tepesinde ki salıncağında sallanıyor. bu yüzden arada yakınmış, gerçekleşebilecekmiş gibi gözüküyor vaadler, arada uzaklaşıyor...
geçen bizim memlekette(elbistan)benden küçük birisinin kız kaçırdığını duydum. 2 senelik mezunu 21 yaşında bi gençti. ''nasıl lan'' dedim, bu adam ''1-2 seneye işe de girer 23 yaşında düzenini kurmuş olur, benim hayallerimden 2 sene erken...''
hata ettim, fark ediyorum şimdilerde. o kızı kaçırdı bense hayatı, lakin bahtsızmışım ki hayat suratını ekşiten adi bir şırpıntı çıktı.
iyi bir kalçanın iyi bir kafadan daha fazla önemsendiği bir memlekette kendini geliştirme yalanı, üniversite okumak safsatası hayaller mendireğime gümbür gümbür top yağdırıyor, benim ömür dediğim gemim peyderpey suya gömülüyor.
izliyorum.
not: inşallah açılacak bahtım bu atamada.
not2: atandım lan!! bu yazıyı girdikten 1 gün sonra atamam manidar bir zamanlamayla gerçekleşti :)
arkadaşların mezun olup işe girdiğini, bir kısmının nişanlandığını hatta evlenip çoluk çocuğa karıştığını kısaca hayatlarını düzene soktuğunu görüp hala bir baltaya sap olmadağınızla yüzleşiyor oluşunuzdur. okul bitmek üzeredir. bitsin istersiniz ama bitince de ne yapacağınız belli değildir. askere mi gideceksiniz yoksa kpss yle bi yere kapak mı atacaksınız? yoksa özel şirketlere girebilmek için kıçınızı mı yırtacaksınız? aileden nasıl ayrılacaksınız? hepsi bir yana yaş olmuştur 25. eskisi gibi eğlenemezsiniz. önünüzdeki belirsizlik beyninizi kemirir durur. zaten eski hayat tarzınızı da eskisi gibi yaşayamazsınız. bombok bir olaydır bu bombok.*
eskiden 25 yaşındaki insanlara bakıp "vayy beee hatun 25 yaşında! ne kadar da büyük!" diyerek hayranlıkla bakan insanın 25ine geldiğinde, hatta yaklaştığında yaşadığı sendromdur.
15 yaşındayken düşünürsün, 10 yıl sonra nerde olurum diye. 30una gelmeden çocuk sahibi olman için, 25te evlenmen gerekmektedir. muhtemelen 25imde evlenmiş olurum, okulumu bitirmiş olurum, iş kadını kıyafetleri, altımda araba...
bu liste uzar gider. birgün şak diye mumlar üflenir. 24 senen an itibariyle dolmuştur. geldik 25. seneye... bilançoya bakarsın, elde ne var? bitmek üzere olmasıyla sevinilen, çok da hayallerinin okulu olmayan okul, geleceğe dair soru işaretleri, en uzun ilişkinin 1.5 sene sürmesine bakarak edinilen "ben hiç evlenemeyeceğim" korkusu. nerdee iş kadını kıyafetleri, hala spor ayakkabılar, çocuksu ruh halleri, adam yerine konulamama ve de araba sahibi olmak da oldukça uzak duruyor.
hayat bir oyunsa, 25 yaşında level atlamış olman gerekiyorsa, sen çok geride kalmışsın!
ama iyidir iyidir. derlenip toplanırsın, yeni bir 5 senelik acil eylem planı hazırlar, 30una kadar bari level atlamayı hedeflersin. bunları farketmek güzeldir. ahh bir de, "ya yaşın kaç başın kaç ne evlilik meraklısısınız yahuuuu, öğrenciliğin tadını çıkartsana sen" diyen bilinçsizler olmasa... bu dünyaya gelme amacı "öğrenciliğin tadını çıkartmak" olmamalı, o süreç belli bir yaşta atlatılmalıdır. yaşıtların hanımefendi muamelesi görürken, yer sofralarında batak oynamaktan zevk almak, cehalettir kanımca.
yaşın ilerlemesine rağmen kendini hala liseden yeni mevzun gibi hissettirip çıkmaza sürükleyen durum. bir yandan sorumluluklar, ne oldum ne olacamlar, bir yandan hoppidi hoppidi bir ruh hali tripleri, kazık kadar oldun be napıyosun bu yaşında gibi diyalogların arasında ezilme. hay yaşıma, ilerleyecek yaşlarıma..
okul bitmiş, kamuda işe başlanmış, askerlik yarılanmış dahi olsa birşey farketmiyor. yani 25 yaş sendromunun maddi bir boyutu yok. nasıl oldu bilmiyorum. şimdiye kadar hiç kafama takmadığım şeyleri takar oldum. yalnız kalmaktan korkar oldum. hergün saçlarıma bakıyorum dökülmüş mü, beyaz saçların sayısı artmış mı diye. en çok da umutsuzluk koyuyor. etrafımdaki insanlara bakıyorum. olmaz diyorum bunların hiçbiriyle gelecek kurulmaz ki, böylede yaşamak olmaz ki. eskiden ayıpladığım insanların hayatı cazip gelmeye başlıyor bazen. sonra silkinip kendime geliyorum. korumaya çalıştığım değerlerimden ödün vermemek için artık daha fazla çaba sarfediyorum. gökyüzünün en karanlık olduğu an şafağa en yakın olan anmış diyorlar. en karanlığı bu mu bilmiyorum ama şafak sökse güzel olacak.
hayatı akışına bırakmak lazım...
benim yaş 23 size şunu söyleyebilirim:
gelecek değişkendir,
uzun planlar anlamsızdır,
evham yapmaya gerek yoktur.
sadece dua edip beklemek gerekmektedir.
okul biter; iş yoktur; işin ilginç yanı ne istediğini de bilmiyorsundur. kısacası hedef de yoktur. boş boş yaşarsın. etrafındakiler birer birer iyi işlere girer, birer birer nişanlanır evlenirler. sen hala "ben ne istiyorum acaba?" diye düşünür durursun...