liverpoolun destan yazdığı maç ancak haftaya olimpiyat onlar için pekte güzel olmayacak diye umuyorum besıktas karsısında elenmelerini bekliyorum. bedava penaltı ile bugun besiktası 1-0 yendiler
istanbul'da oynanmış maçtır, italyan'lar yeni 1 ytl ve 50 yeni kuruşları araklayıp gitmişti. 1 ytl tasarım ve diğer her özellik olarak 2 euro'ya, 50 kuruş 1 euro'ya benzemekteydi, italya'daki otomatlar türk liraları ile dolmuştu. *
bir liverpool sempatizanı olarak izlerken zevkten geberdiğim, efsanevi geri dönüşe imza atılan maçtı. ve sonunda penaltılarla da olsa kupa kırmızıların olmuştu.
liverpool'un o kupayı istanbul'da kazanması ayrıca sevindirmişti beni.
bu tarz maçlara denk gelmek zordur. her zaman nasip olmaz.
Ilk yarısı izlenip 3 0 olunca annenin dizi izleme ıstegi sonucu yatılıp, sabah okula giderken teletex de 6 5(penaltilar dahil) i görünce dumura uğratan ve hala tarihi anları kaçırıldığı için pişman olunan efsane maç.
bana göre gelmiş geçmiş en iyi şampiyonlar ligi finalidir. Bir italyan takımı düşünün özellikle de bilen bilir o zaman ki milan kadrosunu hatta bir çoğuna göre efsane Milan kadrosudur bu takım. Sampiyonlar ligi finalinde ilk devreyi 3.0 önde kapatıp da o finali verecek deseler g.tüyle gülerlerdi. Liverpool tam anlamıyla bir mucizeye imza attı benim gibi birçok kişiye aşık etti kendini o an. Futbolda rehavetin olmadığını en iyi şekilde özetledi o maç. Hey gidi yıllar o kadar yıl geçti hala o eşsiz final gibisini görmedi bu gözler.
iddaa nın tek maç uygulamasının ilk defa yapıldığı maçlardan biri, hatta ilk bile olabilir.
milan a 5 misli basmıştım ganyan 2.40 tı sanırım. maç başladı daha başta maldini çaktı, sonra hatırlamadığım goller 3 oldu. hiç bu kadar rahat iddaa tutturmadığımı düşünerek gittim uyudum.
atatürk olimpiyat stadı'nda oynanacak tarihi maç. şimdiden heyecan sardı ne yalan söyliyim. liverpool taraftarlarının sabiha gökçen havaalanı'na, milan taraftarlarının da atatürk havaalanı'na ineceği planlanmış. elinde fazla bileti olan veya biletini satmak isteyen arkadaşlar varsa mesaj kutumu yakmalarını rica ediyorum.
ömrümde yaptığım ilk iddaa kuponunu sikerten maç. tek maça 100 misli basmıştık iki ortak. öylesine inanmıştık ki milan'a. ne hayallerimiz vardı. hala evlat acısı gibi içimdedir sızısı. şerefsiz gerard.
türkiyede oynanmış uluslarası düzeydeki en güzel maç. ayrıca 6 dakikada futbolda nelerin değiştiğini ortaya koyarak futbol 90 dk. önermesinin ispatlarından birisidir.
bugün yıldönümü olan maç. gerçekten bu maç 1.dakikasından, son dakikasına kadar tam bir efsanedir.
o akşamdan beri hep merak ederim.
shevcenkho, liverpool'a kupayı kazandıran son penaltıyı kaçırır. sonra dudekten dönen topa, bir vuruş yapar.
tam shevcenkho topa vurduğunda, kameralar sevinen liverpoolluları gösterir.
shevcenkho'nun vurduğu o top nereye gitti?
steven gerrard ın önce attığı , sonra attırdığı , sonra da penaltı yaptırıp 6 dakikada işi bitirdiği maç olmuştur. 5456 ve 60 sayılarını sevdirmiş maçtır ayrıca.
jamie carragher'ın anlatışıyla devre arasındaki 15 dakika;
insanlar devre arasına girerken aklımdan neler geçtiğini soruyorlar. soyunma odasına doğru giderken, umutsuzluk ve aşağılanmanın iç karartıcı kombinasyonu bana acı veriyordu. kafamı kaldırıp da kalabalıktakilerin suratına bakacak ya da stadın her tarafına dağılmış olan kırmızı bayrak ve formalara göz atacak halim yoktu. yere doğru bakıyor ve bitmek bilmeyen bir hüzünden başka bir şey göremiyordum. hayallerim toz duman olmuştu. artık maçı düşünmüyordum. düşündüğüm tek şey ailem ve dostlarımdı. çok üzgündüm. aklıma delice, saçma sapan şeyler geliyordu. mesela; "evdekiler bu duruma ne diyecekler?". eve gidince alay konusu olma fikri beni rahatsız etmişti. bütün şehir, bütün ülke, hatta bütün dünya bizimle dalga geçecekmiş gibi hissediyordum. yaşadığım derin üzüntüye bir de utanç eklenmişti.
taraftarlarımız stadın her yerini doldurmuştu ve yaptıklarımızı telafi etmenin hiçbir yolu yoktu. neredeyse, finale kadar geldiğimize pişman olmuştum. juventus ve chelsea'yi eleyerek başardığımız tek şey, milanın bize üstünlük sağlamasına ve belki de avrupa kupası finallerindeki en farklı skoru elde etmesine imkan tanımak olmuştu. 1989da steau bükreşi, 1994te de barcelonayı 4-0 yenmişlerdi. 5-0 ya da 6-0lık bir mağlubiyet alarak tarihe geçmekten korkuyordum. artık benim için tek önemli şey 3-0lık skoru korumak ve en azından birazcık da olsa insanların saygısını kazanmaktı.
soyunma odasında kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. liverpoolun efsanelerle dolu tarihindeki yerini alacak olan destansı bir 15 dakika başlamıştı ama bunun farkında değildik. böyle durumlardaki en önemli sınav, asla pes etmemenizi sağlamaktır. hayallerimizin paramparça olduğunu ve 9 aylık çabamızın felaketle sonuçlanacağını kabullenmek hepimiz için en kolayı olurdu. zihinsel olarak darmadağın bir haldeydik ama böyle bir kaderi kabullenmenin benim tabiatıma aykırı olduğunu biliyordum. ne kadar kötü olursa olsun, sorumluluklarımızla yüzleşmek zorundaydık. neyse ki, soyunma odasında, hırpalanmış ruhlarımızı kendine getirebilecek kadar aklı başında olan biri vardı. rafa benitez, o gün atatürk stadındaki soyunma odasında, anfield tarihindeki yerini sağlamlaştırdı.
durumu ele alış biçimine sonsuz bir hayranlık duyuyorum. içinde bulunduğumuz şartlara rağmen rafanın davranışları hiç değişmemişti. onun o soğukkanlı tavrına her zamankinden daha çok ihtiyacımız vardı. içten içe bizimle aynı şeyleri hissediyor olmalıydı. ailesini ya da ispanyadakilerin takımının düştüğü halle ilgili söyleyeceklerini düşünmemesine imkan yoktu. ama karşımıza geçmiş, bozuk ingilizcesiyle imkansızı başarmak için yapmamız gerekenleri anlatıyordu.
içimden "kolay gelsin" diye geçirdim. yapacağı değişiklikleri anlatırken çok az da olsa duygu emaresi gösteriyordu ama taktik değişiklikleri yaparkenki hızı, kafasının hala ne kadar iyi çalıştığının işaretiydi.
ilk olarak traoreye duşa girmesini söyledi. bu, bir oyuncuya oyundan alındığını söylemenin kibar yoluydu. djibril cisseye sağ kanatta oynayacağı söylenince, hemen hazırlıklarını tamamladı. traore formasını çıkarırken, steve finnan ile fizyoterapist dave galley arasında bir tartışma patlak verdi. finnan kasığından sakatlanmıştı ve galley oyundan alınması gerektiğini söylüyordu. finnan ise çılgına dönmüştü, sahada kalmak için yalvarıyordu. rafa taviz vermedi. finnana şunları söyledi: "kewell sakatlandığı için sadece 2 değişiklik hakkımız kaldı. şu anda 2 oyuncu birden değiştiremem. sen sahada kalırsan son değişiklik hakkımı da kaybetmiş olurum."
traoreye formasını tekrar giymesi söylendi. sonra birden, bir anda kafasında bir ampul yanmışçasına beklenmedik bir karar verdi. "finnanın yerine hamann girecek. 3-5-2ye dönüyoruz". sesindeki emin ve inançlı ton, bana bir süreliğine de olsa güven aşılamıştı. "pirlo orta sahadan maçı yönetiyor. luis ve stevienin ona yakın oynamasını ve orta sahada onlardan daha kalabalık olmamızı istiyorum. böylece istediği pasları atamayacaktır."
bu kadar kısa bir sürede böyle bir karar vermesi, bana bu taktiği daha önceden düşünmüş olduğu hissini vermişti. çok defansif bir strateji olsa da juventusa karşı işe yaramıştı. bir tarafım şöyle söylüyordu: "iyi. 45 dakika gecikmeli de olsa, doğru yolu bulduk". içinde bulunduğumuz şartlar düşünüldüğünde, ne olursa olsun cesur bir hamleydi.
hem cisse hem de hamann maça girmek için hazırlanıyordu ama ortada bir sorun vardı. "rafa, sanırım sahaya 12 kişi çıkıyoruz." djibrilin oyuna girmek için biraz daha beklemesi gerekecekti.
harap haldeki soyunma odamızdan çıkarken maldiniyi gördüm. takımının önünde sahaya dönerken çelik kadar azimli olduğu suratından belli oluyordu. gördüğüm şey beni pek cesaretlendirmemişti. maçtan sonra, milanlıların devre arasında soyunma odasında kutlamalar yaptıklarına dair iddialar ortaya çıkmıştı. bu yalanlara onların adına çok üzülmüştüm. traore maçtan sonra verdiği bir röportajda, skor 3-0ken italyanların kendinden çok emin olduklarını söylemişti. bence bu sözleri saflığından kaynaklanıyordu ve gazeteciler tarafından bir peri masalına dönüştürülmüştü.
kesinlikle öyle bir şey olmadı. milanlılar böyle bir şey yapmayacak kadar profesyonellerdi. kaptanları, edindiği onca tecrübeden sonra, soyunma odasındaki hiçbir oyuncunun maçı kazandıklarını düşünmesine izin vermezdi. soyunma odasında şampanya patlattıklarına dair hiç bir şey görmedim. onlara duyduğum büyük saygı nedeniyle, böyle bir şeyi aklımdan dahi geçirmiyorum.
diyelim ki, gerçekten de devre arasında kutlamalar yaptılar. onları kim suçlayabilir ki? sahaya geri dönerken maçı milanın kazanacağına emindim. istanbuldaki 40.000 liverpool taraftarı da öyle. buna milanlılar neden inanmasın ki?
uzaklarda "you'll never walk alone"un söylendiğini duyuyordum. tünelden çıkarken ses daha da yükselmeye başlamıştı. ama taraftarlar marşımızı her zamankinden farklı bir şekilde söylüyorlardı. taraftarlarımız marşımızı değişik durumlarda değişik şekillerde söylerler. evimizdeki maçlardan önce hep bir ağızdan, kulakları sağır edecek şekilde söylenir. bizi yüreklendirmek, rakiplerimizi ise korkutmak ve teslim olmalarını sağlamak için. eğer önemli bir maçın son dakikalarına galip giriyorsak, bu sefer de kutlama yapmak için söylenir. ama marşın sözlerinin daha büyük anlamlar kazandığı durumlar vardır. taraftarlar istanbulda devre arasında marşımızı inançtan daha çok şefkatle söylüyorlardı. yavaş ve hüzünlü bir biçimde. adeta ilahi söyler gibi. taraftarlar bizim adımıza dua ediyorlardı. bana göre bize şu mesajı veriyorlardı: "yaptıklarınızla hala gurur duyuyoruz. hala sizinleyiz. başınızı öne eğmeyin." muhtemelen bu mesajın altında bir de uyarı gizliydi. "bize daha fazla hayal kırıklığı yaşatmayın." sahadaki pozisyonuma doğru yürürken kendimi suçlu gibi hissediyordum.
antrenörümüz alex miller devre arasının sonunda taraftarlar için bir gol bulmamızı söylemişti. ikinci yarı için sahaya çıkarkenki zihin halimiz buydu. bir gol bulabilirsek gururumuzu kurtarırız.