"ulusal egemenlik ve çocuk bayramımız kutlu olsun". atatürk'ün, türkiye cumhuriyeti devleti'ni kimlere emanet ettiğini unutmayalım, çocuklarımızın bu niteliklere uygun yetişmesine özen gösterelim.
Kendi bağımsızlığı için savaşan Türkiye'nin gösterdiği başarı, bu kadar kalleşliğin ortasında; nadir de olsa güzelliklerin, sevginin de başarıya ulaşabildiğini gösterir.
23 Nisan bir dağ lalesi gibidir, güzel olduğu kadar güçlü ve umut doludur.
Mustafa Kemal'in doğmadan öldürdüğü gençliğinin, çocukluğunun izleridir. Çanakkalede yatan kahramanların çocukluğudur.
Sevgiyle kazanılan bir zaferin, gelecek ile taçlandırılışıdır.
23 nisan ulusal egemenlik ve çocuk bayramınız mübarek olsun.
Ellerimizin semaya açıldığı bu mübarek günde dualarda buluşalım.
Başta çocuklarımız olmak üzere Rabbim hepimize esenlikler nasip etsin, hayırlara vesile olsun...
Edit: 23 nisan ile kandilin aynı güne denk gelmesinin sonuçları. Asfajk.
Herkesin çocuk bayramı dediği, birçok kişinin "ulusal egemenlik" boyutunu unuttuğu gündür. Unutturulmaya çalışıldığı mı demeliydim? Halbuki "Ulusal egemelik" ibaresi bu bayram için baştadır. Sonrasında çocuk bayramı denir.
*
23 Nisan zengin çocuklarının bayramı mı?
Bu yıl 23 Nisan; manşetimiz, bir mektuptan çıktı. Bu mektup ve diğer haberlerimiz;23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramının bir gösteriden ibaret olduğunu gösteriyor
Can, bu yıl ilkokula başladı. Babası sıhhi tesisatçı, iş bulursa çalışıyor. Annesi bir kafeteryada asgari ücretle çalışıyor. Lisede okuyan iki ablası var. Can ve ablaları okullarında çok başarılılar. Ablalar birinci dönemde takdirname aldılar. Can da okumayı yazmayı ilk bir ay içinde öğrendi, matematikle de arası çok iyi... Öğretmenini de seviyor sevmesine de ama galiba öğretmen onu pek sevmiyor! Çünkü geçenlerde bir gün öğretmen sınıftaki çocuklara küçük kitaplardan oluşan birer paket (set) dağıttı. Matematik ödevini de o paketteki matematik kitabından verdi. Sınıftaki üç çocuğa kitaplar verilmedi. Can, öğretmenin kendisini unuttuğunu zannedip kitap istediğinde aldığı yanıt sarsıcıydı: 'Sen para vermediğin için sana kitap yok... Kitaplar para verenlerin.' Akşam, evde ödev yapmadığını gören annesi önce oğlunu azarladı, işin aslını öğrenince ise yoksulluğuna lanet edip ağladı. Yakında oturan bir arkadaşından kitabı ödünç alıp ödevini yaptırmak istedi, ama o da kitap verilmeyenlerdendi. Gece vakti bir başka arkadaşın evine gidildi. Onun kitabı vardı ama, kendisi de ödev yapacağı için kitabını vermedi... Can, ertesi gün okula matematik ödevini yapmadan gitti. Oysaki, o güne kadar bütün ödevlerini yapmıştı... Anne, işyerinde karşılaştığı bir emekli öğretmen bayanla paylaştı üzüntüsünü. Bir de öğrendi ki, okutulması zorunlu olan ders kitabının dışında başka kaynakları (dergi, kitap vs.) satmak, zorunlu olarak aldırmak suçtur. Hele hele sınıfın tamamında olmayan bir kaynaktan ödev veren öğretmenin öğretmenliğini sorgulamak gerekir. Rastlantı bu ya öğretmen bayan, okulun müdür yardımcısını tanıyordu, kendisini telefonla arayarak annenin verdiği bilgiler çerçevesinde öğretmenin uyarılmasını istedi. Sonuç ne mi oldu? Ertesi gün öğretmen anneyi çağırarak müdür yardımcısı ile konuşmadan önce kendisiyle konuşması gerektiğini, konuşmadığı için kendisine gücendiğini, toplantılara gelmemesinin annenin kusuru olduğunu, gelseydi kitap alınacağını ve zorunlu olduğunu duyacağını vs. bildirdi ve kitap setinin tamamını değil (10 kitaplık bir set) sadece matematik kitabını ücretsiz verdi. Annenin içi rahat değildi, diğer iki çocuğa da verilebilir mi? diye sorduğunda, 'orası sizi ilgilendirmez' yanıtı bu öğretmene yakışan bir yanıt olmuştu. Annenin toplantılara gitmediği doğruydu. Çünkü her toplantıda bir sürü şey için para isteniyordu. Verecek parası olmayınca toplantılara gitmeye utanıyordu. Oysaki, temel eğitimin zorunlu ve parasız olduğunu, bunun anayasal bir hak olduğunu, vatandaş olarak ödediği vergilerin karşılığında çocuğunun eğitiminin devlet tarafından sağlanması gerektiğini ve en önemlisi de o toplantılarda istenen paraların hiçbir yasal dayanağı olmadığını ve isteyenlerin de toplayanların da suç işlemekte olduklarını bilmiyordu; bu olay sırasında öğrendi. Daha ne mi oldu? Milli Eğitim tarafından ücretsiz dağıtılan ders kitaplarını bir kenara bırakan öğretmen derslerin tümünde zorla satın aldırdığı ek kitapları kullanmaya devam edince, Can'ın mahzun ve mağdur olmasına dayanamayan anne borç para bularak kitapları almak zorunda kaldı. Oysaki, öğretmenin oğluna kötü davranacağına dair kaygı ve korkularını bir kenara atabilseydi -öğretmen zaten kötü davranıyordu ve görevini de kötüye kullanıyordu ya neyse- yapabileceği doğru şeyler vardı. Okul müdürüne, milli eğitim müdürlüğüne uyarı dilekçeleri yazmak ve öğretmen hakkında yargıya başvurmak gibi... Birilerinin artık 'dur' deme zamanı geldi de geçiyor bile... Yakında yoksul insanların çocukları parasızlık yüzünden okuyamaz olacaklar ama henüz farkında değiller...
Bugünlerde de 23 Nisan yaklaşıyor ya yine 'para tuzakları kuruldu'. Can'ın sınıfı 23 Nisan Çocuk Bayramı'nda gösteri yapacak. Kafkas ekibi oluşturulmuş. Can da oynuyor. Oyunda özel figürleri var. Yaşamında ilk kez bir gösteriye çıkacağı için çok sevinçli... Ama, 'kazın ayağı perdeli!' Geçen gün annenin işyerine okuldan telefon açılır; müdür yardımcısı, öğretmenin görüşmek istediğini söyleyince annenin yüreği ağzına gelir çocuğuna bir şey mi olmuştur, ya da bir yaramazlık mı yaptı' diye... Öğretmen, '23 Nisan gösterisi için öğretmen ve kıyafet parası olarak' 75 YTL. ödemesi gerektiğini, ödeyemeyecekse Can'ın çalışmalardan çıkarılacağını bildirir. Anne yine üzüntülerdedir. Fazladan 75 lirası olsa çocuklarına sevdikleri yiyecekler almak varken, birkaç dakikalık bir gösteriye bu kadar para ödeyeceğine mi yansın; yoksa Can’a gösteriye katılamayacağını söylediğinde nasıl üzüleceğine mi yansın bilemez. Bu kez de yine bir tanıdık aracılığı ile Okul Aile Birliği’ne ulaşılır. Durum anlatılır, kıyafetlerin ücretsiz temini konusunda yardımcı olmaları istenir. Okul Aile Birliği görevlisi Can'la aynı mahallede yaşayıp aileyi yakından tanımasına rağmen bin dereden su getirir. Ertesi gün görüşmek üzere anneyi okula çağırırlar. Okul Aile Birliği sınıf annesi ile görüşmüştür ve sınıf annesinin açıklamaları sonucunda annenin toplantılara katılmadığı bu nedenle de 23 Nisan gösterisinin isteğe bağlı olduğunu ve kıyafetlerin veliler tarafından alınacağını bilmediği ortaya çıkmıştır. Oysaki, Can'ı her gün okuldan ablaları almaktadır ve anne toplantıya gelmese bile öğretmen ya da sınıf annesi isterlerse aile ile kolayca görüşebilirler. Yine 'toplantılara katılmadın, öyleyse sonuçlarına katlanırsın' yaklaşımı ile karşılaşan anneye, 'hiç olmazsa paranın yarısını ödemesi' teklif edilir. Kalan yarısı bir şekilde okul tarafından karşılanacaktır. Can'ın annesi şimdi 37.5 YTL'yi nereden borç bulacağını düşünüyor. Annesinden başka hiç kimse, eğer gösteriye çıkamazsa Can'ın ne kadar üzüleceğini ve yaşam boyu bunun izlerini taşıyacağını düşünmüyor. Bence Can'ın öğretmeni öğrencilerini -özellikle yoksul olanları- sevmiyor... Zaten 23 Nisan da 'Parası Olan Çocukların Bayramı' olmuştur artık...
Can'ın annesi okulda olanları işyerinde kendisi gibi asgari ücretle çalışan ve eşinden ayrı olup çocuğunu tek başına büyüten iş arkadaşına anlatır. Arkadaşı, zaten sürekli para istendiği için okuldaki toplantılara hiç gitmediğini, paralı olan hiçbir etkinliğe de kızının katılmasına izin vermediğini anlatır. Kızı Gökçe 8. sınıftadır. 19 Mayıs gösterilerinde görev almak ister. Dans etmeyi hem çok sever, hem de dans etmek ona çok yakışır, yeteneklidir. Ama gösteri kıyafetleri, anne ve kızının alım gücünün üzerinde olduğu için anne tavrını baştan koymuştur: 'Sakın gösteriye filan yazılayım deme, kıyafet alacak paramız yok! Bayrama da gitmeyiverirsin...' Baştan böyle söylemekle kendince kızının üzülmesini önlemektedir. Ama, yetenekli bir öğrenci olarak her gün okulda çalışmalar yapılırken ve bayram günü, gösteri yapan arkadaşlarını izlerken Gökçe'nin ne hissedeceği okuldakilerin umurunda bile değildir. Zaten 19 Mayıs da 'Parası Olan Gençlerin Bayramı' olmuştur artık...
Bugün, eğitim sistemimiz tümüyle 'beyinlerin özelleştirildiği' bir süreci yaşamaktadır. Bu ortamda tek tek karşı duruşlarla ve çırpınışlarla uygulamalara karşı durmak ve değiştirmek olanaksızdır. Tüm çocukların ve gençlerin fırsat ve olanak eşitliği içinde yaşamaları ve eğitim haklarını sonuna kadar kullanabilmeleri ancak örgütlü mücadele ile olanaklıdır. Bunu başaramazsak yarın çocuklarımız için çok geç olacak...
Dilek Türtat ÖV-DER Yön. Kur. Üyesi (iZMiR)
doğar doğmaz hastanelerde rehin kalan çocuklarımızı, kapağı olmadığı için rögara düşüp ölen çocuklarımızı, 46 kişilik otobüslere 60'ar 60'ar bindirildikleri ve uykusuz şoförlere emanet edildikleri için trafik kazalarında 33'er 33'er ölen çocuklarımızı gördükçe artık tamamen türk işi kıvamına geldiğini anladığım bayram. güzel sözler söyleyince güzel şeyler olduğunu zannetmekten ne zaman, nasıl kurtulacağız yarabbim?