21 mayıs 1864 büyük çerkes sürgünü

entry26 galeri4 video2
    26.
  1. karadeniz en çok bize karadır.

    worapsow adigexer!
    1 ...
  2. 25.
  3. Bugün 157. Yıl dönümü olan sürgün ve soykırımdır.

    Söylenecek bir şey yok, atalarımızı rahmetle anıyoruz.

    (bkz: Karadeniz en çok bize karadır)
    3 ...
  4. 24.
  5. Tarihin gördüğü en büyük acılardan biri. Atalarım.... Nur içinde yatın.
    0 ...
  6. 23.
  7. acılarıyla, kayıplarıyla ve sonrasında yerleşilen yeni vatandaki yaşanılanlarla asırlar geçse de unutulmayacak tarihi bir faciadır, sürgündür.

    (bkz: worapsow adigexer)
    4 ...
  8. 22.
  9. Bir halkın küllerinden doğuş yürüyüşüdür.
    2 ...
  10. 21.
  11. yıldönümünü bütün kalbimle kutladığım sürgündür.

    anavatanlarını katil çarlığa karşı savunmayıp para karşılığı bulgaristan'a koruculuk yapmaya giden bu h*lka yumuşak davranan bulgar komitacıların da ta amına koyayım.
    2 ...
  12. 20.
  13. gece soğuktu…
    bindiğimiz tekne beşik gibi sallanıyor ve karanlık denizde dalgalar arasında diğer teknelerin ışıkları bir görünüp bir kayboluyordu. korkuyordum. ama korkudan fazlaydı kalbimdeki ağrı. teknedeki herkesin gözlerinde belirsizlikle beraber korkuda vardı. bu korku ölüm değil, bu korkunun adı ayrılık. insan sevdiklerini kaybetmekten korkar ya, işte bu korkunun adıdır 21 mayıslar. işte bu korkunun adındadır, bu korkuyu yaşanların üzerindeki ahlar.
    gecenin karanlığını bulutların arasında olsa da, kudretini belli eden dolunay bozuyordu. dalgalar ise gemiye tokat atar gibi ses çıkarıyor, batan gemilerdeki insanların yardım çığlıkları da, gecenin sessizliğini bölüyordu. insan işte o zaman anlıyor, çaresizliği, ayrılığı ve kalbinin paramparça oluşunu… yanında birileri ölürken, onlara elinden hiçbir şeyin gelmemesinin acını…
    kaç yıl geçti, kaç mevsim değişti, hala unutmadım o yaşadıklarımı. kaç defa uykumdan uyandım hatırlamıyorum bile. bazı acıları unutmak için ölmek gerekiyor. işte bu yüzden ölüm bir yerde güzel oluyor.

    babamı, köyümüzü rus askerlere karşı savunurken kaybettim. annemi ve kardeşimi ise gemiye binerken… ayırmışlardı kadınları ve erkekleri, öyle bindirdiler gemilere.
    o an ne kadar ağlasanız da, karşınızdaki şeytanların vicdanlarına dokunamıyorsunuz. sadece anneme; “indiğimizde seni bulacağım anne” diye seslenebildim. sonrasında bir askerin, silahının dipçiği ile vurarak gemiye itildim. ağlamaktan güçsüz düşsem de, geminin bir köşesine gidip, annemin bindiği gemiyi aradım gözlerimle.
    ama o kadar kalabalıktı ki, mahşer yerini andırıyordu orası. gemiler, insanlar, ağlayanlar, küfür edenler, kaderine isyan edenler ve gözü doymayan gemi kaptanları.
    bizim gemi de dolunca açıldık karanlık denize, diğer açılan onlarca gemi gibi, bizde ölüme doğru yelken açtık.
    kimse nereye gideceğini bilmiyordu, kalmaya direnler ölüyor, gitmekle kalmak arasında hiçbir seçim hakkı tanınmıyordu buradaki insanlara…
    ya gideceksiniz, ya da öleceksiniz. ama birde giderken ölmek diye bir şey vardı ki, onun acısını ben, annem ve kardeşimden koparılırken yaşadım.

    bizim topraklarda erkek çocuklarını küçük yaşlarda hazırlıyorlar bazı acılara. erkekler ağlamaz sözüyle başlayan eğitimler, kılıç kullanma ve at binmeyle devam ediyordu.
    bizim topraklarda çocuklar düştüklerinde canları yansalar dahi ağlamıyorlardı. ağlamak bir nevi zayıflık kabul ediliyor, belki de babaların çocuklarını ağlarken görmeleri, ayıp kabul ediliyordu. bundan pek emin değilim, ama düştüğüm zaman canım yansa da, babam beni izlemese de izliyormuş düşüncesiyle ağlamıyordum. babamın beni güçsüz görmesini istemiyordum. öyle büyüdüm ben.
    gerçi köyümde babamla, annemle, kardeşimle birlikte olsam büyüdüm diyemem. ama bu yolculukta büyümek zorunda kaldım.
    ağlıyordum. babamın beni izlemediğinden emindim.
    ağlıyordum. annemin ve kardeşimin canından endişeliydim. ağlıyordum. çünkü ben hala küçük biriydim. ağlıyordum. elimden başka hiçbir şey gelmiyordu…
    ağlıyordum. çaresizliğime, kaderime, anneme, babama, kardeşime, vatanıma, köyüme, kendime ağlıyordum…

    babam şöyle derdi;
    “erkek adam ağlamaz, aslında erkek adam bir kadını da ağlatmaz. ağlama, çünkü ağlayarak hiçbir acı dinmez, hiçbir yangın sönmez, ağlamak sana çare getirmez.”

    babam haklıydı. ağlamak hiçbir acıyı dinmiyordu, kalbimdeki ateşi de söndürmüyordu. ama napayım, ağlamaktan başka elimden bir şey gelmiyordu…
    babalarının ölümlerine şahit olan her çocuk ağlar.
    annesinden ayrılan her çocuk gibi. kardeşini bir daha göremeyecek olan her çocuk gibi.
    köyündeki yaşlı insanlar kurşuna dizilirken ağlayanlar gibi, askerlerin girdikleri evlerde tecavüz ettikleri kadınlar gibi ağlar. kocasını savaşa gönderen bir kadının, ağladığımı kimse görmesin diye tek başına kaldıklarında ağladıkları gibi ağlar.
    babasının ölümünü kabul edemeyen çocuk, ne bileyim, sadece ağlar işte ağlar…

    ellerimle yüzümü kapatıp gücüm tükeninceye dek ağladım. ama ne annemi gördüm, ne de kardeşimi, ne de içimdeki yangın söndü. sadece ben biraz tükendim.

    yanımda oturan yaşlı bir amca, bir kadın tarafından bırakılan bir battaniye verdi bana.
    gözlerinde tüm dünyadaki acıları biriktiren bir bakışa sahip bir amcaydı. babamın aksine, “ağla evlat, ağla, gökler dilerim bize yapılan bu zulme sessiz kalmaz.” diyordu.
    battaniyeye sımsıkı sarılırken, battaniyenin sahibini anlattı amca, ağlamaklı gözlerinde yaş kalmamış, sözlerinde ise umut çoktan gitmişti amcanın…
    battaniyenin sahibi güzel bir kadınmış.
    gemiye binene kadar saklayabilmiş güzelliğini, ama bir asker fark edince o güzelliği, indirmek istemiş o kadını gemiden.
    kadın gemiden inmemek için direnmiş askere, ama bir kadın ne kadar direnebilir ki?
    gücü ne kadar buna müsaade edebilir? aç ve yorgun bedeni buna ne kadar dayanabilir?
    gücü yettiğince direnmiş bu kadında, tükenince gücü, kendi canını almış bir hançerle…
    daha limandan ayrılmadan denize bizden biri düşmüş. bu kadın, yolculuğumuzda denize verdiğimiz ilk kurbanımız olmuş bizim…
    ölüm burada normal bir olaymış gibi karşılanıyordu, bizden insanlar ölüyor, kimse bu ölümlere üzülmüyordu. askerler kendilerine direnen herkesi öldürebiliyordu, kimse de gelip o askere hesap sormuyordu. ne kadar ölürsek, onların gemi kaptanlarına ödeyecekleri paralar da azalıyordu çünkü. bizim canların hiçbir değeri yoktu. kendi namusunu korumak için kendi canını alan o kadının hiçbir değeri yoktu burada. zaten tarihte yazmayacak o kadını ve o kadının adamlığını…

    burada bizim canlarımızın pek bir değeri olmadığı gibi, kadınlara ikinci sınıf insan muamelesi yapıyorlardı. kadın kendini öldürmeseydi ve gemiden indirilseydi. muhtemelen tecavüze uğrayacaktı ve sonrasında da ya köle tacirlerine verilecek, ya da o askerin evinde hizmetçi olarak yaşayacaktı. işte burada ölmek bir yerde kurtuluş oluyor insanlar için. bir yerde ölmek, sürgün yaşamaktan daha iyi geliyor.

    işte o kadının geride bıraktığı eşyalar arasında bana bu battaniyeyi o amca verdi. hikâyesini de ağlayarak anlattıktan sonra. battaniyenin altında birkaç eşyası daha vardı kadının, heybeyi andıran eski bir çanta gibi bir şeydi. onu da denize atmasınlar diye ben aldım. sıkıca sarıldım bu battaniyeye, sıcak tutacağından emin bir şekilde.
    kokusu sinmişti kadının battaniyeye, tıpkı annem gibi kokuyordu. buradaki her kadın annem gibidir eminim, onun gibi güzel ve onun gibi güzel kokar. keşke anneler ölümsüz olsaydı…

    yanımızda bizimle yüzen onlarca gemi vardı. duyuyordum batan gemilerdeki insanların yardım çığlıklarını, ağlamalarını, feryatlarını, isyanlarını…
    ölümlerini duyuyordum onların. kalbim daha çok yanıyordu. elimden hiçbir şeyin gelmemesi de, kalbimdeki yarayı daha fazla kanatıyordu.
    insan öyle bir durumda ilk aklına hemen yakınları gelir ya, işte bir an unuttum tüm insanları ve aklıma annem ve kardeşim geldi.
    acaba dedim, acaba onlar nasıl?
    hava soğuk, denizin ise hiç insafı yok.
    kıyamet dediğimiz olay belki de o andı bizim için. ölen insanların haykırışları arasında, hayatta kalma telaşı. bizlerin öyle bir telaşı yoktu, ama gemi kaptanının gözlerindeki ölüm korkusu ve telaş, limanda adam başına aldığı paralar, batmamak için inandığı her kimse ona dua etmesi. ölümün o gece denizin üzerinde gezdiğinin habercisiydi.
    paraya taban hiçbir insan, ölüm geldiğinde birkaç saniye fazla nefes satın alamıyor. paranın gücü buna yetmiyor. keşkelere sığınıyor işte insan, kaptanın keşke daha az insan alsaydım diyen bakışları ve batmamak için gemideki eşyalar yerine birkaçımızı denize atması gibi…

    o an içimden bende dua ediyordum. ne olur diyordum ne olur, annemlere bir şey olmasın. bana olsun ama onlara bir şey olmasın. kardeşime bir şey olmasın ve bu gece biran önce son bulsun. denizden ilk o zaman nefret ettim. sonra da bir daha denizi hiç sevmedim.
    bizim gemiden birkaç tane işe yaramayacağını düşündüğü yaşlı insanı denize attılar. bana battaniyeyi veren amcayı da. çocuğum diye beni bıraktılar. şans mı, yoksa kaderin sayfalarına henüz ölüm yazılmadığı için mi bilmiyorum. binlerce insanın ölümüne daha on beş yaşında şahit olmuş biri, denize atılmadığı ve ölmediği için ne kadar şanslı olabilir ki?
    buna sevinebilir mi?

    keşke annem yanımda olsaydı. keşke sarılsaydım ve keşke kokusunu yeniden duyabilseydim. inan ölsem de bu kadar canım acımazdı. ayrılık dedikleri şeye dayanamıyorum, gücüm yok buna, baba ne olur bağışla beni, ağlıyorum…

    o gece içimden sabaha kadar dua ettim. ağladım, gücüm tükenince bir daha dua ettim. açlığımı unuttum, sırılsıklam oluşumu da öyle, sadece o gece bitsin istiyordum. annemi ve kardeşimin ölmemelerini diliyordum.
    sabaha karşı biraz daha sakinledi deniz, dünkü fırtınada onlarca geminin battığını söyledi gemideki bir adam kaptana. zaten etrafımızda da gemi görünmüyordu.
    zorlu geçen birkaç gün ve geceden sonra kara göründü. osmanlı sahilleri, bizim yeni yurdumuz olan yer. içimde tarifsiz bir umut belirdi benimde, annem ve kız kardeşim setenay’la bulaşacağıma dair bir umuttu bu. fırtınadan kurtulduklarından emindim. aslında öldüklerini düşünmek istemiyordum, hayattaydılar ve beni bekliyorlardı. biliyorum…
    çünkü annem bana; “elimi bıraksan da, anneler evlatlarının ellerini tutmak için mutlaka geri dönerler” demişti. öyle ayrılmıştık farklı gemilere binerken.

    anneler yalan söylemezler çünkü. anneler evlatlarını yalnız bırakmazlar. biliyorum onları göreceğimi. ve biliyorum kardeşim boynuma sarılıp nefesim kesilene dek beni sıkacak. biliyorum. on beş yaşındayım ben, annem henüz genç ve ölüm kardeşime yakışmaz benim. o daha küçük, çok küçük. ölümün acısına bedeni dayanmaz.
    hem annem beni yalnız bırakmaz. söz verdi. biliyorum, anneler sözleri tutmadan ölmez.

    ah setenay…
    benim beyaz gülüm, kalbimde biraz temiz bir yer kaldıysa senin eserin. beyaz gülüm, sana söylemek istediklerim var benim. hem sen ölümü bilmiyorsun ki, ölmek için erken daha, küçüksün. ne olur gemiden indiğimde karşıma çık ve bana yeniden sarıl. sen bana sarılınca ben unuturum üzülmeyi, bahar gelir bana. çiçeklerin içinden sen açar yüreğim.
    ah beyaz gülüm, saçların toprak olmak için çok ince ve güzel kokuyor senin. hem senden önce ölmek benim hakkım değil mi?
    hani bir keresinde babam sana ne demişti; “abilerin sözleri dinlenir” sen beni dinle ve ölme. ölme be setenay…

    gemi sahile yanaştığında açlıktan ve yorgunluktan bitkin düşen bedenim birden canlandı ve karaya en önden ben atlamak istedim. ama engel oldular. sonra bir fırsatını bulup atladım gemiden aşağıya. burada da askerler vardı ve binlerce insanla beraber, karaya yanaşmış gemiler.
    ağlayan binlerce insan, onları bir arada tutmaya çalışan askerlerin bağırmaları ve çaresiz binlerce insanın isyanları vardı.
    tek tek gezecektim yanaşan gemileri, binlerce insanın yüzlerine tek tek bakacaktım. annem hayattaydı ve kardeşimle beni bekliyorlardı bir köşede. emindim buna…

    binlerce ses arasında bende bağırmaya başladım.
    “anneeeee nerdesin.”
    “anne… sesimi duyuyor musun?”
    bir yandan ağlıyordum, bir yandan anne diye bağırıyordum. onlarca ses arasında benimde sesim vardı ve sesimi bazen ben bile duymuyordum. ama pes etmeden bağırmaya devam ediyordum.

    “anne…”
    “anneee neredesiniz?”
    “anne, sesimi duyuyor musun?”

    bir çocuğun dilindeki en güzel sözdür anne. aslında çocuk değil, tüm insanların dilindeki en güzeli budur. ve tüm insanların diline yakışan tek söz anne.

    defalarca bağırdım anne diye. gücüm tükeninceye dek.
    hayır, allah’ım hayır. ne olur sesimin onlara ulaşması için yardım et bana, güç ver. ne olur… annem bensiz nefes alamaz, setenay daha küçük, annemsiz hayatta kalamaz. ne olur yardım et, ne olur sesime güç ver duysunlar beni. ne olur beni bununla sınama…

    gelen tüm gemileri aramalıyım. herkese sormalıyım. mutlaka annem ve setenay inenlerin arasında olmalılar. sadece sesimi duymuyorlar, ben yeterince bağıramıyorum.
    yoksa annem, ben ne zaman ona seslensem cevap verir.
    setenay, abim diyerek boynuma sarılır.
    bütün insanların yüzlerine bakmalıyım. burada olduklarını biliyorum, mutlaka bir yerde beni bekliyorlar. yorulmuşlardır, setenay dayanamaz fırtınaya, yorulduğu için bir yere oturmuştur annem. yoksa annemde beni arardı, bana seslenirdi. biliyorum…
    anneler, çocuklarını yalnız bırakmazlar ki… hem anneler çocuklarına verdikleri sözlerden vazgeçmezler ki… bana söz verdi, elimi bıraktığında tutmak için geri gelecekti. öyle söyledi… annem yalan söylemez benim.
    annem yalnız bırakmaz beni. bırakmazsın değil mi anne?

    karaya yanaşan tüm gemilere baktım. herkese sordum ve her yüze baktım. her anneye annem çıkar umuduyla yüzlere gözlerimle dokundum. ama yoktu.
    hiçbir anne, anneme benzemiyordu.
    kalbinizin içeriden parçalandığını hissettiniz mi hiç? hani böyle nefes almak istersiniz de, nefes alırken kalbinize bıçaklar saplanır ya, işte öyle bir andı benim için o an. kıyamet benim için kopmuştu. annem sözünde durma, duramadı. kardeşim, ölüm için küçüktü, ama beni dinlemedi, benden önce ölüme yürüdü.
    ah be setenay, küçük prensesim, on yaşına o gecenin sabaha çalan renginde girmişti.
    doğum günüydü, benim ise en kara günüm o gündü.

    ben on beş yaşında karadeniz’den kurtuldum. belki bana gücü yetmedi denizin, ama kapanmayacak yaralar açtı kalbimde. yazan, kaderime keder yazmış ve kederin de adına 21 mayıs adını yakıştırmış.
    bana onlardan tek bir şey bile bırakmadan aldı bu deniz.
    hayattayım. ama kalbini denize bırakmış biri olarak. yaşamak denirse buna, yaşlandım.

    son defa yanaklarımı öpüp giden kadın, son defa gözleriyle kalbime dokunan kız kardeşim ve bana sakın ağlama diyen adam, özlüyorum sizleri, özlerken biraz daha ölüyorum. ve size geleceğim gemiyi bekliyorum bu sahilde.
    kulaklarımda hala senin sesin var setenay. annemin sert bakmaya çalışıp da beceremediği, kalbime dokunan yumuşak bakışı var içimde. kalbimde kapanmayan bir yara var aslında ve kalbime adamlığı öğreten adamın son sözleri…
    ama en çokta söylemek isteyip de dilimin ucunda küflenen sözler var. kalbimdeki yaraları kanatan sözler bunlar…

    ben bunları yazarken bir yanım hep ağlıyor. belki rahatlamak için, belki de kalbimdeki acıyı hafifletmek için yazıyorum. ama biliyorum bir gün, bir gün size ulaşacak bu sözler. bir gün sizlerle tekrar görüşeceğiz. işte o zaman ayrılık olmayacak, işte o zaman ölüm dediğimiz ayrılığın adı geçmeyecek yanımızda.
    beyaz gülüm.
    kurtulduğum sahile senin doğum gününde, benim ise kara günümde gidiyorum her yıl. biliyorum seversin sen beyaz gülleri, şimdilerde benimde bahçemdeki çiçeklerin hepsi beyaz senin gibi. senin kalbin gibi, ama sen gelsen, biliyor musun bahçemdeki tüm güllerin boynu bükülür. sen gelsen ve güneş unutsa doğmayı… inan aydınlığı hiç istemezdim.
    bak yine bırakıyorum beyaz gülleri denize, sana ulaşacağını biliyorum. ama denize düşen her beyaz gül kan kırmızıya boyanıyor. insanın insana yaptığından utanmayan insan yerine, belki de deniz bu şekilde utanıyor. bu kırmızı güller sizlerin kanı. sizlerin ahı, sizlerin yakarışı, sizlerin acısı…
    sadece ben değil, binlerce insan var denize gül bırakan. annem gül hangi renkte olursa olsun severdi. ama sana benzediği için beyaz gülleri başka severdi.

    anne…
    bu sözü söylerken kaç defa uyandım bilmiyorum. dilime yakışan en güzel söz senin adın… biliyor musun, onlarca kitap yazdım, onlarca şiir. ama kalpten anne diyen birinin sesindeki aşk kadar güzel olmadı hiçbiri. hiçbiri senin kokun kadar, senin gözlerindeki şefkatli bakışlar kadar güzel olmadı.
    anne, galiba artık büyüdüm bende, ilk zamanlar kadar kalbim ağrımıyor. ama bazı geceler uyuyamıyorum. sizden ayrı geçirdiğim 55 senelik bir ömür ve geriye baktığımda sadece hüzün ve özlem var. her geçirdiğim yıl ayrı bir acı verdi bana, acıdan da fazlasıydı aslında.
    sizlerin yokluğunu hala kabul etmiş değilim, ama kalbim artık yaşlandı. yaralarım da kanamıyor artık, unutmuyorum bana yapılanları. ve biliyorum artık, size kavuşacağım günün yaklaştığını.
    bu sahile bir gemi gelecek ve o gemi bizi, ayrıldığımız topraklara, babama geri götürecek. çocukça bir düşünce biliyorum, ama kaç yaşına gelirsem geleyim, ben sizden ayrıldığım yaşta, ben hep on beş yaşındayım.

    setenay.
    benim beyaz gülüm. sen hep on yaşındasın.
    ve beyaz gülüm.
    doğum günün kutlu olsun.

    davut sandıkcı // beyaz gül (21 mayıs 2011 - edebiyat mayıs sayısı)
    2 ...
  14. 19.
  15. SÜRGÜN VE SOYKIRIM DA KAYBETTiĞiMiZ ATALARIMIZI SAYGI VE MiNNETLE aNIYORUZ RUHLARI ŞAD OLSUN.
    2 ...
  16. 18.
  17. 17.
  18. bir kafkasya düşünün, onlarca milletin yaşadığı...
    bir adige, bir karaçay, bir lezgi, bir çeçen, bir nogay, bir kumuk, bir oset düşünün...
    Evlerine zorla girilmiş, aileleri dağıtılmış, çocukları öldürülmüş, topraklarından zorla sürülmüş...
    bir toprak düşünün, kanlar içinde kalmış, evlere giren askerlerin ayakları altında çiğnenmiş, bir babanın gözyaşının düştüğü bir toprak...

    karadeniz'i düşünün, kara deniz'i. karalar bağlamış kara deniz'i. en çok kafkasyalılara kara olan deniz'i. insan kemikleri karaya vurmuş, yıllarca.

    bir anne düşünün ki soğuktan donmuş bebeği denize atılmasın diye emzirmeye devam ediyormuş gibi yapan.

    düşünün ama, ağlamayın. dövünmeyin. dimdik durun acıların, zulümlerin karşısında.
    unutmayın, unutturmayın.

    Öyle bir 21 mayıs ki, kafkasya en büyük felaketini yaşamış.
    Öyle bir 21 mayıs ki, tüm kafkasyalılar feryatlar içinde kalmış.

    21 mayıs'ı hatırlayın, mıh gibi kazınsın aklınıza.
    5 ...
  19. 16.
  20. Yıl dönümü gelmiş olandır.
    Bir kuzey kafkas türkü olarak bu hüzünlü günün hatırasını hatırlıyor ve tüm çerkeslerin acılarını derinden paylaşıyorum...
    3 ...
  21. 15.
  22. 21 Mayıs 2016 Etkinlikleri:
    Kaffed:
    14 Mayıs Cumartesi Karaağaç ve Babalı Köyleri, Kefken, Kocaeli
    21 Mayıs Nalçik, Kabardey Balkar Cumhuriyeti
    Çerkes-fed:
    istanbul Taksim Rus Konsolosluğu
    Tabi bunlar internet sitelerinden alınan bilgilerdir. Değişiklik olabilir. Onun için şehrinizde bulunan Çerkes derneklerine gidip en doğru güncel bilgileri alabilirsiniz.
    0 ...
  23. 14.
  24. tarihçi değilim ancak bu olayın 1915 ermeni sürgünü ile paralellik gösterdiği düşüncesindeyim. Bu nedenle Ermeni soykırımına ilişkin iddialara bu olay ile benzerlik kurularak cevap verilebilir. hatta bu iki olay farkındalık oluşturmak amaçlı kullanılabilir. neticede iki sürgün birçok acı hatıralar ve geçmiş barındırmaktadır. geçmişin bu iki dramını istenmeden yaşanan kötü olaylar kategorisinde değerlendiriyorum. (bkz: 18 Mayıs kırım tatar sürgünü) de bu kategoride değerlendirilebilir.
    1 ...
  25. 13.
  26. Kardeşlerim!
    Aya Bakın, Çünkü ben nerde olursam olayım, Ayın Dolunay olduğu vakitlerde, Aya bakıyor olacağım.
    Sizde nereye giderseniz gidin, Aya bakın ve beni hatırlayın!

    https://www.youtube.com/w...p;list=PLE8C859077EB52C64
    0 ...
  27. 12.
  28. bu sene bu acı olayı unutmayıp acımızı paylaşan; başbakan ahmet davutoğlu'na , başbakan yardımcısı bülent arınç'a, saadet partisi genel başkanı mustafa kamalak'a, ak parti milletvekili zeki aygün'e ve acımızı paylaşan (varsa) diğer siyasilere acılarımızı paylaştıkları için teşekkür ediyorum.
    1 ...
  29. 11.
  30. hayırlı bir sürgündür. at hırsızlığı ve gavatlık sürüldükleri topraklarda sona ermiş; ama ne yazık ki canım anadolu mahfolmuştur. daha hala "hesap soracaz" falan diye inlerler bir de bunlar! lan madem hesap soracaktın ne demeye eşek sürüsü gibi sürüldün, kalıp şereflice çarpışıp öleydin ya? yok illaha gavatlıklarını, hırsızlıklarını başka topraklarda da devem ettirecekler, zira bunların ata mesleğidir bu vasıflar!
    2 ...
  31. 10.
  32. kuzey kafkasya'nın çocukları bir gün hesabını soracaktır biiznillah!

    "Çok şeyimizi aldın be tarih çok.
    Kimimize bıçak geldi, kimimize ok.
    Düşmanın elinde, silahtan yok yok,
    Bizde ne silah var, ne de karın tok.
    Geri döneriz umuduyla çıktık vatandan,
    Ne idare var, ne asker, ne de kumandan.
    Lafla kandırdılar bizi yalandan,
    Ne yapıp edip kopardılar anavatandan.
    Biz "Soykırım" deyince "Değil" diyorlar,
    Hakkımızı yine, yine yiyorlar.
    Bizleri gitgide sindiriyorlar,
    Sessizce mideye indiriyorlar.
    Yüce Rabbim bir gün bize de verir,
    Bize bunu yapanlar elbet geberir,
    Cezasız kalmaz kimse, ceza verilir,
    Caniler elbet yere serilir...
    Hiçbir suç cezasız kalmaz Allah büyüktür..."
    0 ...
  33. 9.
  34. 8.
  35. Kaf Dağı'nın güneş saçlı, deniz yürekli atlılarıyız biz, mutluluk dağıtırız insanlara, gözümüzde yaşta olsa. Unutmayız tek bir tarihi, unutturmayız.
    8 ...
  36. 7.
  37. soykırımdır.

    dedelerime nenelerime allahtan rahmet diliyorum.

    ekleme: osmanlı ve cumhuriyet tarihinde onlarca çerkez görebilirsiniz bu topraklara hizmet eden.

    bugün de ben çerkez kökenli bir türk ve türk milliyetçisi olmaktan onur duyuyorum. biz gavurun fitnesine fırsat vermeyiz evelallah.
    4 ...
  38. 6.
  39. tarihin en büyük soykırımlarından birisidir. sürgün edilenlerden bir çoğu yollarda ölmüştür.*
    3 ...
  40. 5.
  41. Sürgün değildir. Soykırımdır.
    1 ...
  42. 4.
  43. çerkeslerin anayurtlarından koparıldığı gündür.

    çarlık rusyası tarafından yapılmış sürgündür, göç değildir.
    2 ...
  44. 3.
  45. 2.
  46. Faşist Rusya'nın tek suçu Rus olmamak olan diğer Kafkas halklarına yaptığı acımasız soykırım eylemidir. Katliamdır. Dünyanın en büyük trajedilerinden biridir.
    2 ...
© 2025 uludağ sözlük