(#11548063) gördüm ki çok ilgi çekmiş, doktorları, doktor adaylarını ve doktorlara haksızlık yapıldığını düşünenleri özel mesaj alanıma toplayıp "çok şeysin..." demeye itmiş. Ne fikrimde ne de zikrimde bir değişiklik yok, eğer yine aynı şeyle karşılaşsam yine aynı şeyi yapardım. Benim hastam kıvranırken msn de vakit geçiren doktor babam olsa aksini yapmazdım. gidip "pardon ya 20 dakikadır bekliyoruz, ne zaman bakarsınız doktor bey" demem, keşke o an yumruklasaydım puştu. Kimsenin başına gelsin istemem, kimse böyle bir muameleye de muhatap olmasın. Ne doktor, ne de hasta.
Oysa o kadar dolaşıyorum, bir kez geçtiğim yerden bir daha geçmiyorum. Yorulup, dinlenmeye çekildiğimde gördüğüm aynı gökyüzü, soluduğum hava aynı metal tadı, dokunduğum ıslak toprak, vıcık vıcık çamur, başlangıç.
Sonra fark ettim, her şeye saldıran aç gözlünün tekiyim. Ellerim kan içinde kalmış akrep ve yelkovanla savaşmaktan ve durduramamışım sanki zamana denen illeti. Yavaş yavaş bitiyorum ben, siz de öyle. Neşesine düşkün olanlar daha şanslı şimdi. Kaşı gözü düzgün olanlar daha mutlu, özürlerini sevimlilikle süsleyenler daha aşık olunabilir gibi gibi. Kuralcı, düz, ahlaklı, düşünceli, yardımsever falan olanlar ise boş tenekelere kafalarını vurmakla meşgul. ipleri öyle sıkı tutuyorlar ki ellerinde, tarifi yapılmış üstün insan çemberinde, fareler gibi koşuşturup duruyorlar dışarı çıkabilme ümidiyle.
Kim çizdi beni?
Silinmez mi bu çizgiler, çığlık atsam deli demeden gülüp geçseler...
Bir şeyin nereye varacağını bilmekten yoruldu. Keşke şaşkınlıklarım olsa, keşke "evet yanılmışım" diyebilsem. Yanılmıyorum, lanet olsun. En kötüsü de, nereye varacağını bildiğin bir şeyin üstüne üstüne gitmek ve sanki "ben demiştim, biliyordum" demeyi beklemek. Bunu dediğim zaman kalbime saplanan o zehirli şeyin acısıyla kıvranmanın tiryakisiyim ben.
Aslında çabuk geçmiyor zaman. Sadece bittiğinde, geçmişe ait olup müdahale ettirmediğinde kendine, diyoruz ki "ömür kısa, zaman akıp gidiyor" Bir ömür almış tarihi süreçleri bir cümle ile özetliyoruz bu yüzden.
Geçmiyor işte, yaşarken geçmiyor, beklerken geçmiyor. Kavuşunca unutuyorsun, sonra baktığında aynaya anımsıyorsun ki "su gibi geçmiş"
biliyorum, bazılarınız şöyle diyor bana "sürekli kendi mahlası altına yazıyor piç!"
Haksız da değilsiniz, yazıyorum. hiçbir şey oluşumu kapatmak için belki, belki birinin ilgisini çeker diye, yalnızlıktan belki, kim bilir. Neden yazdığımı bilmiyorum, bilmediğim gibi sorgulamıyorum da, siz de sorgulamayın. Size yazılmış notlar değil bunlar. Bir bilmecenin parçaları sadece.
Annem diyor ki "allah sevdiği kulunu zorlarmış, ona acı çektirirmiş". bu lafın üzerine düşünüyorum, ben sevilen bir kul muyum yoksa aptal mıyım, yahut başka bir şey miyim? diyelim ki çok seviyor beni -ki bunca şeyden sonra bana aşık olmalı- sevgisinin bir nedeninin olması gerekmiyor mu? Onun için ne yaptım ki ben, diğerlerinden ayrı tutup "sevgisini" böyle gösteriyor bana. Bazı geceler "allahım yardım et!" derken aslında "sevme beni, çek lanet ellerini üzerimden" mi dedim acaba ona, böyle anlamış ve sevgisini bir tür ceza ile gösteriyor olabilir mi?
Çok şey de istemedim oysa, burada anlatırsam ezikliğimin ortaya çıkmasından korktuğum, gerçekten çok masum şeyler istedim ben. Hatta inandırıcı olsun diye değil, gerçek gözyaşlarıyla yaptım bunu. Duymadı! Yine de inanmadım olmadığına, "elbet duyacak bir gün" derken hayat, cizgilerle süsledi suratımı, saçlarım dökülmeye, gücüm azalmaya başladı.
Ey tanrı, seni ciddiye almayanları daha çok sevdin sen!