türkiye gibi bir ülkede kimlik sorunu yaşamakta sonun kareköküne kadar haklı olan yazar. kendisine allah'tan sabır diliyorum.
kardeşim sabret, elbet bizim ülkemiz de birgün adam olacak!
tüm pencerelerimi kırdı az önce çocuklar. soğuk var, yağmur yalıyor döşemelerimi. soğuk var, yağmur akıyor merdiven boşluklarıma... yağmur, doldurmuyor kimsesizliğimi. Meyvesiz, kara yapraklı canavarlar sanki ağaçlar... Kökleri terk ediyor beni, bir yamacın tutunması imkansız kayalıklarına. Dalgalar beni çağırıyor, rüzgarın dilime düşmüş bir orospu gibi adım, çarparken güvenli evlerin güvensiz duvarlarına.
Üşüyorum tanrım, yarattığın yalnızlığımda. Yalandan da olsa gülse maskeli yüzler ve düşse maskeler.. utandırmam onları kapatırken gözlerimi. Utandırmam, utandırmadım da yalnızlığıma saklanırken.
neden gittiler, nedenlerini bırakıp bana?
neden gittiler, anıları çürütemezken zaman?
neden gittiler, gitmeseydiler...
Gittiler, gitmeleri gerekti, biri fısıldadı kulaklarına.
mutluluk dedi, "buradan çok uzakta"
aşk dedi, "kim ister dikenlerim arasından geçmeyi"
sevgi dedi, "çırılçıplakken çok itici"
gurur dedi, "asla terk etmez burayı"
vicdan dedi, "gereksiz bir dil sürçmesi"
sadakat dedi, "kimin kalbi değerli ki?"
nefret dedi, ve getiremedi devamını.
Kendimi kandırıyorum şimdi, isyanımı duyan yok kuru dallar, çatlak tuğlalar ve kırık camlardan başka.
Kuşlar bile susuyor, üzerimden geçerken bir bulut, arasına girip kayboluyorlar.
Geceleri köpekler uyuyor kapımın önünde, gün doğmadan gidiyorlar.
Her gün atıyor kendini bir yerden, kedi olsa ölürdü. Bunun için de kimseyi suçlamıyor, kimseye kızmıyor.
Tanrı fısıldıyor kulağına "daha var..."
Tanrının dünyasında günler, sizinkine benzer izler bırakıyor üzerimde.
Acıyor bazen, bazen gülümsetiyor, kandırıyor bazen, bazen meyve çalan çocukları uzak tutmak için duvar üstlerine döşenmiş cam parçaları gibi kesiyor. susuyorum meyveyi yemek için, eski gazete kağıtlarına siliyorum kanımı. Avuçlarımda sıkıp, sokuyorum cebime. Öğreniyorum ihtiyacım olan her şeyi yanımda taşımayı.
Bazen diyorum "tanrı ölse ya!"
Tüm çaresizliğimizi yükleyip onun sırtına, "şükredip kaçmak" hangimizin yapısında var?
Bu yazarı en çok ben seviyorum. Ruhunda taşıdığı bitmez tükenmez enerjisiyle asla öğrenemedi vazgeçmeyi. Her şey geldi üstüne, yeri geldi küfür gibi isyanlar savurdu tanrısının tasavvuru imkansız suratına. Ve ardından çaresizce sıraladı isteklerini "n'olur beni de mutlu et" diye. Olmadı, tanrısı sanki onu yalnız bırakmıştı ve o, yalnız kaldıkça daha da güçlü olduğunu düşünerek yıkılmadan tüketti yılların her ayını, haftasını, gününü, saatini, saniyesini, saliyesini. tüm yaşanmışlıklardan yumruk büyüklüğünde tecrübeler oturttu göğüs kafesine ve bunların hepsine özetle "an" dedi. Sakladı o anları, her insanın bile iyi tek bir yanı kaldı, en saf hali kaldı içinde. Nefret etmedi kimseden, zamanla herkesin aslında kendi gibi olduğunu öğrenip, vazgeçti insanları tanımak için zaman harcamaktan. Sadece baktı ve gördü, önyargı diyenlere inat hep çıktı büyük ikramiye. açılan ağızlardan çıkan kelimeler asla örtemez gözlerin anlattığını.
en çok ben seviyorum bu yazarı, karanlığında aydınlık hayalleri olan, garip hallerin adamı.
Garip insan. Portishead, "roads" derken, kahvesiz, sigarasız bir çölün ortasında gibi ekranın karşısında. Biri düşünüyor mu acaba onu, seviyor mu? Gözlerini, bakışını, anlamlı/anlamsız suskunluğunu, nasıl koştuğunu, terlediğini, nasıl öptüğünü, öpüştüğünü özlüyor mu, bu çölden uzak başka bir çölde. Yoksa "unutmak" dediğimiz "imkansızın" üstü mü örtülüyor, trafik kazasından arta kalmış gibi, sıcağını kaybetmiş soğuk bir morgun, karanlık bir çekmecesine konmuş gibi. Hem de nabzı kontrol bile edilmeden, "öldü" demek gibi.
Ölmedim ben!
suskunluğum sevgimden olamaz mı, aşk diyemez miyiz ki buna. Neden ölüm olsun!
gülüp geçtiğimiz sözler ne kadar da gerçek. Hepsi kanlı beton çivileriyle sabitlenmiş bir yere ama göremiyoruz yaşarken. Yola girdiğimizde, yolun götürdüğü yere gitmek kolay oluyor hep, tabelalara aldırmadan, çift kişilik bir koltukta öpüşüyor, sevişiyoruz, bittiğimizi bilmeden, çoğaldığımıza inanarak. Ellerimizden kayıyor eli, dudaklarımızdan düşüyor dudağı, tutup kaldırdığımızda unutuyoruz düştüğünü.