Arizona çölünde doludizgin dört nala koşan. Uçsuz bucaksız Salar De Uruni'de gökyüzüyle yeryüzü arasında kaybolan. irlanda'nın yeşil yamaçlarında uçuruma doğru yuvarlanan. Kayıp bir ruh. Müebbet bir vakar.
Aşka giden yolda tökezleyen, nihayetsiz bir ufka yelken açan, vuslatı arayan, hep bir adım ötesinin olduğunu anlayan.
Körpe bir talip
istemediği her şeye sahip
Bir fakir
Acziyeti varlığından mürekkep bir hakir
Uçsuz bucaksız nahiyesiz köysüz kasabasız
Bir yere ait
Ki oradan yönetilir bütün bir kainat
Feleğin parmağında topaç olduğu adama kul olduğundan
Kendisi kadar büyük değil kainat
Aşk biçer sırtındaki heybeyi
Dökülür hesti
Yırtılır varlık elbisesi
Can dediği nedir ki
Cam kırıkları... farklı renklerde binlerce parça her tarafa saçılmış. Bir mabedin giriş cephesinin devasa vitray penceresinin ufalanmış parçaları bunlar. Güneşli bir gün... tek bir güneşin her bir parçadan yansımasını seyrediyor. Farklı renklerle, farklı indislerle yansıyor güneş her birinden.
Bulunduğu bahçede vitraylı cephenin karşısında, ağaçların hışırtıları, kuş cıvıltılarıyla doğanın her anı bir diğerinden farklı senfonisini dinliyor. Hafif bir meltemin fısıltısı da karışıyor.
Karşısındaki devasa taş duvar, yüzyıllara meydan okuyan mukarnaslı giriş, pirinç bir kapı. Her bir yapı malzemesinin lisan-ı hâl ile konuşmasını müşahede ediyor bir yandan.
Bunları seyreden, dinleyip idrâk eden ben miyim? Diye soruyor kendine. Cevap tatmin etmiyor. Bütün cıvıltılar, yansımalar, malzemelerin hissettirdiklerini kendinde topluyor. Hepsinin içinde bir hiç olarak, oluveren binlerce şeyi tek bir anda deneyimliyor şimdi. Rüzgar oluyor esiyor, kuş olup ötüyor, binlerce yıllık bir taş olup bir mabede hayat veriyor. Her vitray parçacığından teker teker yansıyor. O zaman hiç olduğu anlatılıyor ona. Ve sonunda Aslında olup bitenin hep O'ndan, O'nunla ve O'nda açığa çıktığını yaşayarak biliyor.
Orta asya steplerinde bir savaşçı, hicaz çöllerinde bir bedevi, amerikanın gerçek sahibi bir kızılderili, rio'nun arka sokaklarında bir fahişe, kübalı uyuşturucu karteli