annem, babam ve ben
haftada bir gün
devletin yiyecek yardımını
almak için markete giderdik:
konserve fasulye, konserve sosis,
konserve et, biraz patates,
birkaç yumurta.
erzağı büyük torbalara
koyup eve
taşırdı.
merketten çıkarken
dışardaki büyük pencerenin
önünde durup içerde
hamur yoğuran fırıncıları
seyrederdik mutlaka.
beş ki,şiydiler,
genç ve yapılı adamalar,
beş tahta masanın başında
kafalarını kaldırmadan
aralıksız çalışırlardı.
zaman zaman
havaya fırlatırlardı hamuru,
farkılı büyüklük
ve biçimdeydi hepsi.
biz sürekli açtık,
hamuru yoğuran,
havaya fırlatıp çeviren
adamların görüntüsü
mucizeviydi,
gerçekten,
ama sonra gitme zamanı
gelir,
ağır torbaları yüklenip
evin yolunu tutardık.
''o adamların bir işi var,''
derdi babam.
her seferinde söylerdi bunu.
ne zaman fırıncıları seyretsek
söylerdi mutlaka.
''konserve eti pişirmenin yeni
bir yolunu buldum galiba.''
derdi annem de
her seferinde.
bazen
sosisleri.
yumurtaları her türlü
yemiştik zaten:
sahanda, rafadan, katı, omlet.
en çok konserve etin
üzerine rafadan yumurta yemeyi
seviyorduk.
ama bir süre sonra
o da çekilmez
oldu.
ve patatesler; kızarttık,
fırına verdik,
haşladık.
ama patates,
konserve et, yumurta
ve fasulye gibi bıktırmıyordu
insanı.
bir gün eve geldik,
erzağı mutfak masasının
üstüne boşalttık ve
seyrettik.
sonra dönüp
mutfaktan çıktık.