dünya da afetlerden sonra zamanla ölü sayının azaldığı ülkenin türkiye olduğunu bizlere bir daha gösteren acı günümüz. hala kayıplar bulunamayanlar vardır. deprem geliyor birileri kader diyor. bunu da unutmamak lazımdır.
daha depremin ne olduğunu öğrenmemiştim o yaşımda. sarsıntıyla gözümü açtığımda havanın garip kızıllığını gördüm. deprem nedir bilmiyordum belki ama kıyamet nedir öğrenmiştim. işte o gece kıyamet kopuyor düşüncesiyle pikeyi kafama kadar çekip ölmeyi beklemiştim. 17 ağustos 1999 tarihini duyduğumda ilk bu gelir aklıma.sonrada yanı başımızda yıkılan 5 kat izni verilip 11 kat çıkılan binanın içerisinden yükselen çığlıkları, yollarda anne baba diye ağlayan çocukları... bir kaç gün sonra evden birşeyler almak için korkuyla mahalleye döndüğümüzde devam eden enkaz çalışmalarıyla çıkan cesetlerin kokmasın diye önümüzde kireçlendiğini hatırlarım. herkezde bir maske, havada ölü kokusu şaşkın şaşkın etrafa baktığımı hatırlarım. bunları hatırlamak istemiyorum belki ama unutmak mümkün müdür?
dünyanın bizim olmadığını sadece misafir olduğumuzu gösteren doğa afetlerinden bir tanesi.hiç bir canlı doğaya karşı koyamaz ve bunlara önlem alarak yaşamalıdır. inşallah bir daha böyle bir acıyı yaşamayız.
yarın yine aynı tarih yine aynı gün olucak. yani salı günü. bir yandan korkuyorumda tarih tekerrürden ibarettir diye. ülkemizin depreme dayanıklı evleri yok. bu da beni en çok korkutan olay. allah sonumuzu hayır etsin.
bunun gibi bir acının aynısının hatta daha da kayıpların yaşanacağı yaklaşan istanbul depremi konusunda elinde yetki bulunduranlara bir şey ifade etmeyen tarihtir.
araştıran beklenen istanbul depreminde en az 400.000 kişinin ölmesinin öngörüldüğünü öğrenecektir, ne yazık ki...
ailemdekilerden birkaçını kaybettiğim felakettir. ülkemizin yapılaşma konusunda yetersiz olduğunu gözer önüne sermiştir. hala tam olarak bu olaydan ders çıkarıldığını düşünmemekteyim.
unutulmuştur. geçici olarak konan; sözde, deprem yaralarını sarmak ve gerekli önlemler için kullanılmak adına deprem vergisi olarak toplanan 20 milyar dolar (yazıyla yirmi milyar amerikan doları), IMF borçlarını ödemek için kullanılmıştır.
korkunç bir uğultu.... ona eşlik eden vitrindeki bardakların şıkıtıları. bir yerlerde bir şeylerin kırılma sesi. bir yerlerde bir şeyler dökülüyor. rüya olup olmadığına karar vermek adına açılan gözlerime gelen ilk görüntü; üzreime doğru yıkılan vitrin. son anda beni belimden kavrayıp alan babamın kollarnda kapı krişinin altında. 4. kattaki evimizin camından gördüğüm bahçe zemini...inanamayışım. duvarlar... çatladığını an an gördüğüm duvarlar. kuzenimin alt kattan gelen çığlıkları. altında durabilmek adına adeta mücadele verdiğim kapı krişi. 4 yaşındaki kardeşmin annemin saçına koparmak istercesine asılışı.. dökülen kırılanlardan ayağıma, koluma gelen parçalar....
ve karanlık....
uğultu sabit...
karanlıkkkk...
uğultuya karışan insan haykırışları....
karanlık sabit......
kaç saat sürüdğünü bilemediğim dakikaların sona erişi..
karanlık sabit...
deli gibi araba anahtarı arayan babam...
alt kattan gelen amcamın sesi.. babamın adını çığırıyor sürekli.. bir ses soluk arıyor adeta...
ben de hala uğultu sabit...
kız kardeşim kolumda.. şokta...konuşmuyor...
karanlık sabit....
bahçeye iniyoruz ... karanlık sabit...şok sabit..
nefes alıyor muyum? benim için şaibeli..
arabanın radyosunda bir yayın, ağlayan bir ses... hala kulaklarımdan gitmeyen bir ses; "istambul'a dua edin... istanbul'da depem oldu.. istanbul'un duaya ihtiyacı var.. istanbul'a dua edin.. istanbul yıkıldı..."
bu gün bende hala bir uğultu.. bir de radyoda ki o ses sabit..
resmi kayıtlara göre, 16 bin gerçekte, 25 bin'in üzerinde insanın canına malolduğu söylenen doğal afetin gerçekleştiği ve binlerce ocağın söndüğü gün.
- beterinden saklanmanın ya da saklanmayı dilemenin bir faydası yok!
bu doğa olayı ile yerinde, açık açık, gözler önünde savaşmak için gerekli önlemleri almak, gereken kararlılığa sahip olmak ve çok çalışmak gerek. zira, onun yıkıcı etkilerinin görüleceği yerler; yine aynı yerlerdir. en azından, bundan eminiz.
o zaman 9 yaşındaydım ve o geceyi az çok hatırlıyorum. ayakta zor durmuştum deprem olurken, babamın Kelim-i şehadeti sayesinde kesin öleceğiz demiştim ama yaşıyoruz işte, bu depremin psikolojik etkisi yaklaşık 5 sene sürdü. her yatışta bu gece deprem olur mu diye düşünmek ve korkmak vardı. şimdi büyüdük tabi, kim bilir 9 yaşında ölen kaç tane çocuk vardır bu günleri göremeyen..
allah hepsine rahmet eylesin, ülkemize bir daha böyle felaketler yaşatmasın. amin.
not: o zaman da istanbul-pendik' te yaşıyordum. şu an da buradayım ve aynı binadayım, deprem olursa bina yüzde 80 yıkılacak, ölürüz büyük ihtimal.
edit: ayrıca hayatımızda deprem yaşamamış bizler babamın deprem oldu demesiyle yaşadığımız felaketin adını koyduk, böyledir işte ilk kez yaşarsın ve unutamazsın.
benim için diğer sabahlardan farklı değildi. alarm çalmasına rağmen uyanamıyordum. bir arkadaşım aradı ve istanbul'da çok büyük bir deprem olduğunu söyledi. en yakın arkadaşlarım istanbul'da olduğu için hemen onlara ulaşmaya çalıştım ama kimseyle konuşamadım. evden çıktım, manisa'da çalıştığım şantiyeye gitmek için bornova'dan otobüse bindim. haberler başlayınca, şoför, radyonun sesini herkesin duyabileceği bir seviyeye yükseltti. deprem olmuştu, ilk belirlemelere göre 25 kişi ölmüştü. 25 kişi! bütün otobüs homurdanmaya, birbirini tanımayan insanlar kendi aralarında konuşmaya başlamıştı.
manisa organize sanayi bölgesi yönetimi, şantiyeye haber gönderdi. depremden dolayı, enerjiyi keseceklerdi. şantiye'deki mühendisler, işçiler fikir yürütmeye başladı. enerji nakil hatları, enterkonnekte şebeke zarar görmüş olabilirdi. az değil, 25 kişi ölmüştü, kim bilir ne kadar büyük bir depremdi.
bütün gün doğru dürüst bir iş yapmadık, herkes şikayet ediyordu. zaten belli bir zaman kısıtlaması içinde yapılan işler için, bir şantiyede bir gün enerji olmaması kabus gibiydi. arıza giderilememişti, yapacak bir şey yoktu. paydos.
olayın ne kadar büyük olduğu anlaşılmıştı, ölü sayısı 25 falan değildi. binlerce insan göçük altındaydı. şantiye üst yönetimi, herkesi toplantıya çağırdı. işveren firmanın, o bölgede bir çok operasyonu vardı. durumun vehametini bire bir öğrenmişlerdi. bize söylenen "çok kötü" olduğuydu. o sırada bir şey oldu; işler yetişmiyor diye baskı yapan üst yönetim, tüm firmalara "nasıl yardım edebilirsiniz" diye sordu. hafriyat firmasının her fırsatta para alamadığından şikayet eden sahibi, iş makinası operatörlerini yanına çağırdı. cebinden bir tomar para çıkardı.
şantiyeden birkaç yüz metre ilerde, izmir-istanbul karayolu. istanbul yönünden gelen araç yok, istanbul yönüne doğru konvoy var. minibüsler, kamyonlar, kamyonetler... bir minibüs hatırlıyorum; ekmek, makarna doluydu. hilton oteli, yataklarını bir kamyona yüklemişti. konvoy ağır ilerliyordu ama kimse kornaya basmıyordu. bu kadar yoğun bir trafiğin bu kadar sessiz olduğunu hiç görmemiştim. kimseden birşey istenmemişti ama herkes elinden geleni yapmaya, gücü yettiğini götürmeye gidiyordu.
operatörlerden biriyle giderken vedalaştık.
tiryakiydi, patronunun verdiği parayla iki karton sigara almıştı.
bir kutu da gofret.
tiryakisi olan çocuklar için.