17 ağustos 1999, yetkililerin yapımına göz yumduğu, ruhsat verdiği onlarca konuttaki insanın diri diri gömüldüğü tarihtir.
resmi verilere göre 17 bin küsür, gayri resmi verilere göreyse 50 bine yakın insanımızı yitirdik.
onları deprem mi almıştı? maalesef, hayır...
tuğlaların arasına dolgu malzemesi olarak sıvayla, inşaat demiriyle birlikye konulan mukavvalar, deniz kumuyla hazırlanan harçlar, oturulabilir olmayan evlerde yitirildi bu insanlar...
diyelim belediyede konutlara ruhsat verilmesinden sorumlu memursunuz. birisi size kartondan bir ev getirse, bu malzemeden çok katlı apartmanlar dikeceğim dese, bu evlerde oturulmasına göz yumar mısınız?
göz göre göre hayır elbette.
ve elbette kimse kartondan çok katlı binalar yapacağını söylemedi. veli göçer de, deniz kumu gizlenmiş, mukavva bazlı evlerini betonarme makyajıyla sundu pek çok kişiye. ve veli göçer talepkardı. yani ben bir ev yaptım, ruhsat verirseniz satacağım demişti.
peki ya göz yumanlar?
gayri resmi verilere göre 50 bin insanımızı yitirdik.
imralı'daki cani otuz küsür kişinin ölümünden sorumlu. pek çok kişi onun asılmasını görmeye can atıyor. daha doğrusu can atıyordu. şimdilerde ise türkiye cumhuriyeti devleti'nin hükümetine ışık tutacak yol haritaları hazırlıyor, görüş beyan ediyor, falan filan...
peki bu 50 bin kişinin katili, katilleri? bir tek veli göçer mi suçluydu? diğerleri nerede, ne oldu? imralı'daki adamı astırmaya meraklı insanlar neden kollamadı 50 bin canın hakkını? neden kimse bu facianın faillerinin de ceza görmesini "gerçekten" istemiyor?
peki, bir de pamukova tren kazası vardı; trene hız katacak motor yerleştirince hızlandırılmış tren elde edeceğini sanan aynı hükümetin görevlilerinin yürürlüğe koyduğutren seferleri sırasında gerçekleşen. hani şu an hala ulaştırma bakanı olan kişinin görev yaptığı zamanlarda...
17 ağustos 1999... gayri resmi sayılarla 50 bin kişiyi kaybettiğimiz gün... kaderimiz zannettiğimiz pek çok faciadan birinin daha gerçekleştiği, ve kimsenin sesini çıkarmadığı gün...
depremzede bir akrabamızın anlattığına göre depremden sonra bölgede yağma ve tecavüz olayları tavan yapmış halk da bunlardan bir kısmını vurarak etkisiz hale getirmiş. (bkz: ellerine sağlık)
depren anındaki hislerimi anlatmaya kelimeler yetmez. düzce yerle bir olmuştu harabeye dönmüştü eğitim durmuştu. ama acıkcası kimse ölmeseydi iyi oldu diyebilirim adam oldu düzce birşeylerin farkına vardı.
mülk Allah'ındır yazısının kuru kuruya apartman girişlerine asılmayacağını bizlere en güzel ve en açık şekliyle anlatan ve beni derinden sarsan , korkudan dizlerimin bağını çözen asrın felaketi benzetmesi yerinde olan felaket.allah kimseye yaşatmasın diyor ve şu üç kuruşluk dünyada malın mülkün harbiden yalan olduğunu tekrar idrak ediyorum.
Hatalardan ders çıkaramayan bizim güzel toplum balık hafızalı olduğu için bu depremide az hatırlar olmuştur, yakında bundan daha büyük daha güçlü bir deprem gelecek olduğunu bile bile hala sosyal devlet olup halkı bilinçlendirme binaları güçlendirme acil afet bölgeleri kurma gibi aktivitelere girmemektedir yine giden canlara ve cebini dolduran müteahhit'ler kalacaktır ortamda.
iki tür afet vardır. biri doğal afet, diğeri beşeri afet. doğal afetler insanın korunamayacağı ve zarar göreceği büyüklükteki tabiat hadiseleridir. beşeri afetler ise doğa tarafından değil insan tarafından insana verilen büyük acılar zararlardır.
17 ağustos depreminden daha şiddetli sarsıntılar da oldu dünyada. bu depremlerden bazıları depreme dayanıklı binaların bulunduğu diğer dünya şehirlerinde oldu ve bir elin parmakları ile gösterilecek kadar az insan hayatını kaybetti. bizde ise olanlar malum. sebebi de malum: "depreme uygun olmayan dayanıksız yapıların yapılması."
geceydi...
kopkoyu bir gece
o kadar sıcaktı ki ,tam olarak uykuya dalmak imkansızdı.
çocuktum.
bir kuşun uykusu gibiydi uykum ve çocuk rüyaları görüyordum belli belirsiz.
sonra sallanmaya başladı rüyam.rüya bu ya işte kötülük karışmıştı rüyama.
bitecek az sonra dedim kendi kendime ,öylesine bir rüya işte.
ama bitmedi...
birden gözlerimi açtım.tavandaki lamba, yatağım,duvarda ki tablolar hepsi sallanıyordu.
babamın sesini duydum sonra.
"dışarı çıkıyoruz"diyordu.
çabucak dışarı çıktık.
herkes dışardaydı.kafamı gökyüzüne kaldırdım.hayatımda hiç bu kadar yıldız görmemiştim.sanki bir sallantı daha olsa hepsi dökülecek gibiydi.
hiç bu kadar korkmamıştım yıldızlardan..
artçı sarsıntılar sabaha kadar sürdü.annem ,babam ,kardeşim ,akrabalarımız, bütün arkadaşlarım hepsi hayattaydılar ama televizyonlarda ki felaket bilançosu içimi çok acıtıyordu.
acıyı,ümitsizliği,çaresizliği hiç bu kadar derinden hissetmemiştim.
insanoğlu kendi yaptığı taş yığınlarının altında kalmıştı.her seferinde cömert olan tabiat bu sefer bize oyun oynamıştı.
allah bidaha böle bi olay yaşatmaz inş ben bizzat yaşadım 17 ağustos 1999 depremini,bizde uykuda yaklanmıştık uyandığımızda ne olduğunu çözemenden bütün aile toplanıp binayı terkettik ama deprem bittikten sonraki çığlık sesleri,yıkılan evlerin sesleri deprmeden daha çok etkiliyo insanı...
11. yılında enteresan bir şekilde yine aynı o gün olduğu gibi pazartesi gününü salıya bağlayan gece ayın 17 si olacaktır.
sesimizi bir kısım insanlar duydu, bir kısım insanlar duymadı. acıları içimizde büyüttük, zor günler yaşadık. eskisi gibi olmayan bir çok hadise var şimdi izmit körfezinde o günden bu yana. ölenlere allahtan rahmet dileyerek bir daha olmamasını temenni ediyoruz.
not: bizzat depremi yaşamış biri olarak şunu diyebilirim ki, hırsızlık, tefecilik ve günün şartlarını ranta çevirmek isteyen orospu çocuklarından halen daha nefret ediyorum. ve hiç birisine hakkımı helal etmiyorum. çok şükür ailecek ve yakın çevremden çok büyük kayıplarım olmamasına rağmen bu kayıpları hem manevi hem de maddi olarak yaşayanları çok iyi bildiğim için bir kez daha vicdan yoksunlarından haklarımız için hesap soracağım gün gelecek diyorum.
not: bu entryi kötüleyen akıl sağlığından yoksun dingilin de götüne koyayım.