21 yıl oldu, düşündükçe içi ürperiyor insanın. Kendime bir şey olmasından çok sevdiklerimi kaybetme korkusu içimi kemiriyor. Allah onları bana bağışlasın.
Maalesef Aradan geçen 21 senede türkiyede çok şey değişmemiştir. Yine çürük binalar yine çarpık çurpuk kentleşme yine çok katlı apartmanlar hatta gökdelen ve rezidanslar. Onu bırak bu rezidanslarda 500 bin ila 1 milyon tl den aşağı daire yok. Hiç akıllanmadık hiç..
hemen sonrasındaki günler boyunca gölcük'ten istanbul'a hiç durmaksızın yüzlerce yaralı ve hasta naklettik. bazıları ambulansta öldü. sanırım çoğu da bıraktığımız hastanede ölmüştür. iyileşip hayatta kalanlara sağlıklı ve uzun ömür dilerim.
oralarda aynı deprem yine olacak. coğrafya bir kaderdir. ama ben yine geleceğimi hiç zannetmiyorum.
sözlük yazarlarının çoğunun altının bezlendiği döneme denk gelen büyük deprem gecesi...saat sabahın 3'ü...üstüme düşen kütüphane...odaya aniden dalan babamın yüzündeki korku...yürümekte bile zorlanarak kaçtığımız apartman...günlerce uyunan arabanın arka koltuğu...yaşamayan için hikaye gibi gelen, yaşayanların asla unutamadığı bitmeyen gece...o gece yakınlarını kaybeden herkesin başı sağ olsun...
o tarihte 8 yaşında yalova'da çocukluğunu yaşayan biriydim. depremden 3 ay önce zattüre oldum ve sonrasında penislin (testlere rağmen) beni komaya sokmuştu. okuldaki 2.sınıfın son 3 ayı bende yok yani. sonra teyzemler geldi istanbul'dan bizde kalacaklardı. ev 2 oda 1 salondu. kuzenlerim yatabilsin diye ben annem ile babamın arasında yatmıştım. uyuduğum sıra bir anda annem beni kucakladı, herkes bağıra bağıra dairenin kapısına oradan da karanlıkta aşağı inmeye başladık. o sıra şunları duyuyordum salondan abim ve eniştemin sesleriyle "vitrin kapının önüne düşmüş,biz onu kaldırıp geliriz siz gidin" dediler. herkes bilinçsiz tabi şimdi düşününce çünkü 5 katlı apartmanın 5.katından dışarı çıkmak üzere herkes paldır küldür bir sağa bir sola sallanarak iniyoruz. bizim kattan aşağı inerken, yanıbaşımdan çatının ara holündeki bir cam parçası geçti ve yerde çatır çutur parçalandı. karanlıkta neyin ne olduğunu görmeden paldır küldür indik aşağı. ben depremin ne olduğunu bilmiyordum. 7 yaşındayken adana depremini tvde izleyip de çocukluk psikolojisiyle "evler pasta gibi olmuş" diye zihnimde kaydetmemden ötürü, 17 ağustos gecesi bir çok patlama sesi duyunca "herhalde savaş oluyor" diye düşündüm. evet savaş oluyordu ama insanlar arasında değil, doğa ile insan arasında.
sonra evin karşısındaki sokağa girdik. o sokağı dümdüz takip edince benim anaokuluma çıkıyordu. ben tabi nereye gitmek için yürüdüğümüzü bilmeden takip ettim bizimkileri. eskiden elektrik telleri dışarda direklerdeydi, onlar devrilmiş teller yerde üstünden atlayarak geçiyorum derken yıllardır önünde çocukluk arkadaşımlarım oyun oynadığım 2 katlı bir evin yıkıllmış olduğunu gördüm. hani her depremzedenin duyduğu bir feryad vardır ya "yetişin,kurtaran yok mu ?" bunu duydum bir erkek sesinden. bizimkilerden biraz geride kaldım bu sözü duyunca, aklıma takıldı içimde bir şeyler cız etti. sonra içimden "abi seni kurtarayım da sonra beni kim kurtaracak" diye içgüdüsel bir hissiyat geçti kafamdan. istemeyerek yola devam ettim bizimkilerin yanına koştum ama aklım o evde kaldı, döndüm geriye baktım o evden yüzü gözü kanlı bir abi çıktı. sonra yürümeye devam ederken sokağın başına bir ev yıkıldığını gördük ve dolayısıyla oradan gidemeyeceğimizi anladık. bu sokağın başına varmadan sağda tek bir sokak var oraya girdik az bir şey yürüyüp ilk sola girdik ve bir kömürcünün açık deposunda oturduk. orada kömürcü vardı normalde. şimdi boş boş,öyle dükkan felan hiçbir şey yok. kuzenimle kaldırıma oturduk. karşımızda 3 katlı bir bina var. bir tane abla o eve girip bir şeyler getireceğim dedi. biz otururken deprem devam etmiyordu ama herkes "dur gitme yine sallanır dur" diye uyardıysa da abla gitti içeriye. 5 dakika sonra geldi ellerinde bir sürü battaniye. bir tanesini ben ve kuzenim kullanalım diye verdi. kuzenle o battaniyeyi paylaşarak üstümüze aldık ve omuz omuza oturduk orada. o sıra tekrar deprem oldu. oturduğumuz kaldırım gitti ve kendimizi yolda otururken bulduk derken tekrar kendimizi kaldırımda oturur halde bulunca afalladık kuzenimle. klasik bir şekilde korkudan çişimiz gelince, oralarda sakin bir yerde tankeri boşalttık. biz ondan sonra tekrar gelip oturunca kuzenimle uyuya kalmışız orada. sabah uyandığımızda anaokulumun bahçesine gideceğimizi öğrendik kuzenimle. battaniyeyi de yanımıza alarak olaraya gittik. tam okulun önüne geldik babam bir arkadaşına rastladı. onlar konuşurken ben okulun yanındaki eve bakıp tekrar adana depremindeki gibi evin pasta şeklindeki görünüşüne takılmıştım ta ki babamın arkadaşı babama "abi kızım enkazın altında kaldı,öldü" diyene dek. saniyeler içinde beynimde ölümün tıpkı "anneannemin gidişi gibi" olduğunu anlamamla kendime kızdım. sanki ben öldürmüşüm gibi hissettim. okulunda karşısında bir ev vardı, bu daha demin öğrendiğimden sonra oradan çıkan dumanları görünce sıyırmak üzereydim. çünkü çok iyi hatırlıyordum ki o binanın altında ekmek fırını vardı. ve şimdi o ev yıkılmış ve oradan dumanlar tütüyor, o insanlar yanıyor muydu diye korkulu paranoyalar eşliğinde okulun bahçesine girdik. kuzenimle bu battaniye yine üstümüzde ama bu sefer yan yana değil karşılıklı oturuyoruz. yine sallanmaya başladık,korkuyla battaniyeyi üstümüze aşırıp altına girip saklandık. tıpkı perdenin arkasına saklanınca görünmeyeceğini sanan çocuklar gibi, sanki battaniyenin altına girince deprem bize bir şey yapmayacak... bu süreçler daha sonra kızılay çadırı,askeri çadır ve nihayetinde çınarcık yolu üzerinde prefabriklere kadar gitti. o aralarda da bir sürü olay oldu da yazmıyorum daha fazla uzamasın diye. buraya kadar ki deprem psikolojim bu şekildeydi. yakınlarını kaybedenlere baş sağlığı diliyorum,tekrar tekrar geçmiş olsun...
Toplum olarak yaşanan dejenerasyon düşünülünce...
istanbul depreminde ölenler şanslı, yaralı olanları düşünmek bile istemezsiniz.
şunu asla unutmayın: 1999 Gölcük depremi olduğunda deprem bölgesinin 1 saat uzağında istanbul gibi hastane, ambulans, asker-memur, iş makinası dolu mega bir kent vardı ve bu kent (istanbul) depremzedeleri kurtardı.
peki olacak depremde istanbul'u kim kurtaracak?
Şu an Corona virüs salgını var ve istanbul'u vuracak deprem ile virüs salgını kıyaslamak insanın aklına hakaret olur.
Daha da basit bir örnekleme yaparsak Corona salgını 3 yıl sürse 100.000 kişi ölse ekonomik sosyal olarak Türkiye cumhuriyetine vereceği zarar 7.4 şiddetinde depremin yanında devede kulak olarak kalır.
Devlet kurumları arasında organizasyon iletişim iş birliği vs konularına girmeye gerek yok.
Yazacak o kadar çok şey var ki...
istanbul da doğan grubunda gazetecilik yapıyordum. 2.30 gibi eve dönmüştüm yorgunluktan bitik durumda kıyafetlerimi bile çıkarmadan yatağa atmıştım kendimi. ranza daha doğrusu. üst katta kız kardeşim yatıyordu. "abi abi ne oluyor? " sesi ile uyandım gözlerimi araladım ev tatlı tatlı sallanıyordu. deprem oluyor yok bir şey uyu dedim kıza. serde izmir'lilik var ya , her sene kafadan 5 şiddetinde sallanıyoruz ya alışmış bünye. babamın kalkın deprem diye odaya dalması ile amma abarttınız be altı üstü bir deprem diye söylene söylene çıktım evden dışarı. tüm salacak sokaklarda idi. o an anladım bir boklar döndüğünü.
cep telefonları kilitlenmeden gazeteyi aradım istihbarattaki çocuk abi bir yer yok oldu ama neresi bilmiyoruz dedi. hemen gazeteye koştum. yalova çınarcık taraflarında olduğunu öğrendik. (bkz: iskender ığdır) masa komşumdu. hemen onunla temasa geçtim. ilk deniz otobüsü ile yalova ya indiğimde manzara korkunçtu. gazetecilik orada bitti, kurtarmacılık başladı. sonra 1 ay enkaz altından can bulma çabası. ve ömrüm boyunca kulaklarımdan gitmeyecek bir ses ile, burnumdan asla gitmeyecek çürümüş ceset kokusu..
o gece yalova merkezdeki evimizde olmamamız , şuan hala ailemin ve benim nefes alıyor olmamızın en büyük tevafuğu olduğunun kanıtıdır kanımca. şahşen 5 katlı apartmanın 4. katında bulunan dairemiz yaşanılan 45 sn sonrası zemin kattı artık. Dairenin içinde sadece çatlaklar varmış gerçi. kesip başka bir tarafa taşısan yaşasın ama öyle olmuyor tabi. neyse ki o gece yalova da köyümüzdeydik. can pazarını fazla hatırlamam küçüktüm. salavatları ve salatalık serasında uyuduğumuz , eve battaniye almaya giren ablalarımızın hızlı kaçışlarını falan hatırlıyorum anca. bir de eve bakmaya giden babamın yatağımın üstüne düşen gardolabımın altında benim olmadığım için bana sarılışını. çok insan vefat etti enkaz altında. hepsi nurlar içinde yatsın. hala 17 ağustos geceleri tüylerim diken diken olur. allah bir daha yaşatmasın.
Mühendislik eğitimine yeni başlamıştım ve sadece şunu söyleyebilirim maalesef.kireç yetiştiremiyorlardı.artık ne olduğunu siz anlayın.çok sorguladım acaba bıraksam mı bu mesleği diye ama onlar aklıma geldikçe statikçi olmam yolunda emin adımlarla yürüdüm.
"gölcük depremi, izmit depremi ya da marmara depremi, 17 ağustos 1999 sabahı, yerel saatle 03.02'de gerçekleşti. kocaeli gölcük merkezli ve 7,5 büyüklüğünde gerçekleşen deprem, büyük çapta can ve mal kaybına neden oldu. 17 ağustos depremi, tüm marmara bölgesi'nde, ankara'dan izmir'e kadar geniş bir alanda hissedildi. resmi raporlara göre, 17 bin 840 kişi öldü, 43 bin 935 kişi yaralandı. 505 kişi sakat kaldı. 285 bin 211 konut, 42 bin 902 işyeri hasar gördü.
milyonlar etkilendi
yaklaşık 16 milyon insan, depremden değişik düzeylerde etkilendi. bu nedenle, türkiye'nin yakın tarihini derinden etkileyen en önemli olaylardan biri oldu. deprem gerek büyüklük, gerek etkilediği alanın genişliği, gerekse sebep olduğu maddi kayıplar açısından son yüzyılın en büyük depremlerinden biri olarak kayıtlara geçti.
depremin bu kadar çok can kaybına yol açmasının sebebi olarak; kaçak yapılar, standartlara uygun olmayan binalar ve daha ucuza mal etmek için malzemeden çalan müteahhitler gösterildi. depremden sonra tüm türkiye'de geçerli olmak üzere deprem yönetmeliği çıkarılmış, zorunlu deprem sigortası gibi birtakım düzenlemeler getirilmiş olsa da, inşa edilen yeni binaların halen depreme karşı dayanıklı olarak inşa edildiklerini söylemek zor."