bir nisan güneşi parlıyor ankara’da. kuş seslerine eşlik eden kornalar, bahar kokusuna karışmış egzoz dumanı, iyi kalpli insanlarla omuz omuza, kol kola, el ele yürüyen kötü kalpli insanlar… her güzelliğin içine karışmış fazlaca kötülük ya da her kötülüğün görünmez yaptığı bir parçacık iyilik. şehrin bütün kirliliğini ortadan kaldıran, tüm çirkinliğini bembeyaz örten kışa el sallayarak yürüyordum sokaklarda. ne acelem ne de varacak bir yerim vardı. zaten ankara, varacak bir yeri olmayanların mütevazı hayatıydı. ben de olabildiğine mütevazı bir adamdım. bakabildiğime uzun uzun bakıyor, bakışlarımdan rahatsız olanlardan hemen gözlerimi çekiyordum.