--spoiler--
1960'ların sokaklarından önce tanklarıyla ihtilalciler geçti.
Sonra zafer şarkılarıyla gençler...
isyan bayraklarıyla işçiler...
Sağcılar...Solcular...Polisler...
Sonra yeniden cuntacılar ve darbeciler...
Ülke, ihtilalin pençesinde 12 yıl geçirdi.
Neler görmedi ki Türkiye o 12 yıl içinde:
Bir Başbakan'ın asılışını...
Gürsel'in Cumhurbaşkanlığını...
inönü'nün Koalisyon Hükümetlerini...
Talat Aydemir imzalı iki darbe girişimini...
Demirel'in siyaset sahnesine, Sunay'ın Köşk'e çıkışını...
68 öğrenci Ayaklanmasını...
Darbe hesaplarını...iktidar hesaplaşmalarını...muhtırayı...
baskıları...işkenceleri...mahkemeleri...idam sahneleri...
Üç darağacının gölgesinde başlayıp üç darağacının gölgesinde son bulan bu sancılı 12 yılın belgeselini izledikçe bugünü daha iyi anlayabileceksiniz.
--spoiler--
birde 12 mart kasırgası: 12 eylül belgeseli diye 1971-1983 dönemini anlatan bir devam belgeseli vardır bütün bu belgesellere ek olarak özallı yıllar belgeseli daha sonra ise geçen yıl büyük ilgiyle izlediğimiz 28 şubat belgeseli çekilmiştir. mehmet ali birand rahmetli olmasaydı bütün bu belgesellere ek olarak tayyeaplı yıllar belgeselini de çevirecekti.
17 eylül 1961 günü öğle saatlerinde devrik başbakan adnan menderes idam edilmişti. menderes'in idam edildiği dakikalarda adalet partisi genel başkanı ragıp gümüşpala ve ap yöneticisi şinasi osma, milli birlik komitesi üyeleriyle görüşmek istediler. mbk üyeleri, eski komutanları olan gümüşpala'yı kıramadı. gümüşpala ve osma, ap örgütünün ayakta olduğunu, iki eski bakanın ** kurtarılamadığını, hiç değilse menderes'i kurtarmak için bir şeyler yapılması gerektiğini söyledi. görüşmedeki mbk üyeleri suphi karaman, sıtkı ulay ve refet aksoyoğlu ise bunun mümkün olmadığını ap'lilere anlattı. nitekim, görüşme sonuçsuz kalmış, iki eski bakanın ardından menderes'in cezası da infaz edilmişti.
1961 seçim kampanyası, yassıada mahkemelerinin ve idamların gölgesinde başladı. 27 mayıs'ın ardından siyaset sahnesinde üç aktör vardı. bunların ilki chp'ydi. rakibi dp tasfiye edilmiş, liderleri ya hapsedilmiş, ya da asılmıştı. sağ paramparçaydı. inönü iyimserdi ve iktidar planları yapıyordu. ikinci aktör ise dp'nin ardıllarıydı. sağdaki üç parti; ap, ckmp ve ytp, dp tabanına oynuyordu. eski dp'liler, bu üç parti içinde dp'nin mirasçısı olarak ap'yi görüyordu. işin ilginci, ap'nin başında emekli bir general vardı. ragıp gümüşpala, 27 mayıs'ta tutuklanan rüştü erdelhun'un yerine genelkurmay başkanlığına atanmış, iki ay sonra emekli edilmişti. siyaset sahnesinin üçüncü aktörü ise dp'yi deviren askerlerdi. aslında onlar da kendi içlerinde bölünmüşlerdi. görünürde iktidar mbk'deydi, ancak mbk artık gücünü tüketmişti. asıl güç, başını genelkurmay başkanı cevdet sunay'ın çektiği silahlı kuvvetler birliği'nin eline geçmişti. mbk ve skb dışındaki diğer güç odağı ise kara harp okulu komutanı talat aydemir'in başında olduğu albaylar cuntasıydı. albaylar cuntası, ordunun misyonunu tamamlamadığını, sivil yaşama geçmek için acele edilmemesini, askeri yönetimin bir süre daha devam etmesini savunuyordu. seçimlere giderken tablo işte böylesine karmaşıktı. düğümü sandık çözecekti.
nihayet idamlardan bir ay sonra, 15 ekim 1961'de seçimler yapıldı. akşam olup da seçim sandıkları kapandığında tam bir şok yaşandı. tüm beklentiler altüst olmuş, hiçbir parti tek başına iktidar olamamıştı. seçimlerden birinci parti chp çıkmıştı ama dp'nin mirasçısı olma iddiasındaki üç sağ partinin toplam oyu yüzde 60'ı buluyordu. üstelik, üç sağ partinin bir koalisyon çatısı altında birleşmeleri de mümkündü. ama tek sorun bu da değildi. cumhurbaşkanlığı için dp'ye yakın bir hukuk profesörünün, ali fuat başgil'in adı geçiyordu. tüm bunlar, 27 mayıs'ı yapan komutanlar arasında bir endişeye yol açtı. dp, süngüyle devrildikten 1.5 yıl sonra sandıkla geri dönüyordu. "demir kırat diriliyor" paniğiyle cuntalar toplanmaya başladı. kışlalarda yeni bir müdahalenin planları yapılıyordu.
21 ekim 1961 günü istanbul'daki harp akademileri binasında 10 general ve 28 albay toplandı. gündem yeni bir askeri müdahaleydi. istanbul valisi ve belediye başkanı korgeneral refik tulga'nın ev sahipliğindeki toplantı, derhal bir müdahale toplantısına evrildi. toplantının sonunda komutanlar, tarihe 21 ekim protokolü olarak geçen bir protokol imzaladılar. bu protokole göre, meclis ve senato açılmadan, üç gün içerisinde askeri müdahale gerçekleşecekti. protokol imzalandıktan sonra imza için ankara'ya gönderildi. talat aydemir ve arkadaşları hemen imzaladı. müdahalenin ardından oluşturulacak yeni hükümette başbakanlığa kazım orbay, içişleri bakanlığına faruk güventürk getirilecekti.
21 ekim protokolünün haberi, kısa sürede chp lideri ismet inönü'ye ulaştı. inönü sadece protokolden değil, imzacılardan da haberdardı. damadı gazeteci metin toker'i düşüncelerini iletmesi için refik tulga'ya gönderdi. toker, ismet paşa'nın seçim sonuçlarının tanınmamasına karşı olduğunu ve böyle bir durumda açıktan tavır alacağını tulga'ya bildirdi. ancak, olan olmuş, protokoldeki dinamitin fitili tutuşturulmuştu. fitili söndürecek formülü ise inönü bulmuştu. komutanlar ile siyasi parti liderlerinin bir araya gelip konuşmaları ve belli başlı konular üzerinde anlaşmaları durumunda sorun çözülebilirdi.
23 ekim'de generaller, genelkurmay başkanlığında bir toplantı yaptılar. toplantıya genelkurmay başkanı orgeneral cevdet sunay başkanlık ediyordu. toplantının konusu yeni bir müdahaleydi. sunay, müdahale yanlısı komutanları teker teker dinledikten sonra söz aldı ve yeni bir müdahaleye gerek olmadığını söyledi. seçimlerde en çok oyu chp almıştı. bu durumda hükümeti inönü kuracaktı. mbk başkanı cemal gürsel'in cumhurbaşkanı seçilmesiyle de sorun çözülecekti. gürsel'in cumhurbaşkanı seçilmesi ve yassıada mahkumlarının affedilmemesi karşılığında meclisin açılmasına izin verilecekti. bu net tavır üzerine müdahale yanlıları hiçbir şey söyleyemediler.
genelkurmay binasındaki toplantıyla aynı dakikalarda başbakanlık binasında cemal gürsel, parti liderlerini toplamış, güncel durumu onlarla konuşmaya başlamıştı. ordu huzursuzdu ve ortada bir müdahale tehlikesi vardı. inönü dışındaki parti liderleri olan bitenden habersizdi. ancak, gürsel'in anlatımlarından bir müdahale tehlikesinin kapıda olduğunu sezinlemişlerdi. bu durumda demokratik düzenin işlemesi ve parlamentonun açılması için uzlaşmaya hazır olduklarını bildirdiler.
komutanlar ve parti liderleri, genelkurmay ve başbakanlıktaki iki ayrı toplantıdan sonra çankaya köşkündeki ortak toplantıda buluştular. bu görüşmede sunay, komutanların taleplerini parti liderlerine bildirdi. orduya yönelik sataşmaların durması, yassıada mahkumlarına af çıkarılmaması, 147'lerin üniversiteye geri dönmemeleri ve sürgündeki şeyh ve ağaların dönüşlerine izin verilmemesi gibi talepler öne sürdü. sunay'ın buyurgan ve sert bir tavırla taleplerini liderlere dikte etmesine inönü fena halde sinirlendi. toplantıda komutanlara dönüp "siz 1961 anayasasını yapmakla övünüyorsunuz. öyleyse bu işlere ne karışıyorsunuz? bunlar meclise ait işlerdir" dedi. inönü'nün müdahalesiyle protokoldeki koşullar yumuşatıldı. 147'lerin durumuna ilişkin bir şey belirtilmedi. ayrıca yassıada mahkumlarının affedilmemesi maddesine de "şimdilik" ibaresi eklenerek affın kapısı tamamen kapatılmadı ve gelecekte bir affın çıkmasına olanak tanındı. buna karşılık gürsel'in cumhurbaşkanı seçilmesi, 27 mayıs'a sadık kalınması ve eminsuların orduya dönmemeleri gibi maddeler üzerinde mutabakat sağlandı.
24 ekim 1961 günü ali fuat başgil, tüm bu olup bitenlerden habersiz biçimde cumhurbaşkanı adaylığı için trenle ankara'ya geldi. saat 19:00 sularında subayı, başgil'in yanına gelerek, bir görüşme için başbakanlıkta beklendiğini söyledi. başgil, bu haber üzerine başbakanlığa hareket etti. başbakanlık binasının girişinde gazeteciler, başgil'e adeta olacakları haber veriyorlardı. nitekim, başgil'i başbakanlığın kapısında mbk üyeleri fahri özdilek ve sıtkı ulay karşıladı. komutanlar, başgil'e cumhurbaşkanı adaylığından cayması için tehdit dolu sözler söylediler. durumun vahametini kavrayan başgil, bir süre sonra başbakanlıktan ayrıldı ve cumhurbaşkanı adaylığından vazgeçti. artık gürsel'in cumhurbaşkanı seçilmesinin önünde bir engel kalmamıştı.
o günlerin deyişiyle "ikinci cumhuriyetin" ilk parlamentosu, 25 ekim 1961 günü öğle saatlerinde açıldı. ülkeyi 27 mayıs'tan beri yöneten milli birlik komitesi üyeleri, artık tabii senatör unvanıyla parlamentoda bulunacaklardı. parlamentonun açılmasında aslan payı, chp lideri inönü'ye aitti. inönü, askerler ile siviller arasındaki yoğun pazarlıkların ardından parlamentonun açılabilmesinden dolayı mutlu ve huzurluydu. ap'liler ise inönü kadar memnun ve huzurlu değildi. süngü tehdidi altında gürsel'in cumhurbaşkanlığına evet demek zorunda kalmışlardı. ancak, 27 mayıs'ın liderine oy vermeyi içlerine sindiremiyorlardı. sonunda bazı milletvekillerinin önerisiyle boş oy atmaya karar verdiler. böylece tepkilerini ortaya koyacaklardı. nitekim, oylama sonucunda 156 boş oy çıkmıştı. ama sonuç değişmedi. cumhurbaşkanlığı seçimine tek aday olarak giren cemal gürsel, türkiye cumhuriyeti'nin dördüncü cumhurbaşkanı seçildi. gürsel, türkiye cumhuriyeti'nin o güne kadarki 38 yıllık tarihinde bu makama gelen asker kökenli üçüncü isimdi. gürsel, hükümeti kurma görevini ismet inönü'ye verdi. inönü de uzun süren pazarlıkların ardından adalet partisi ile bir koalisyon hükümeti kurdu. böylece türkiye cumhuriyeti tarihinin ilk koalisyon hükümeti olan chp-ap koalisyonu, 1961 yılının sonlarında kurulmuş oldu.
1961'in son günü, 31 aralık 1961'de istanbul saraçhane meydanında yapılan işçi mitingi, türkiye'nin içine girdiği yeni dönemin habercisi niteliğindeydi. toplum, adeta bir kış uykusundan uyanıyormuşcasına hareketliydi. işçi mitinglerinde on binler sokağa çıkıyor, sendikalar, gençlik örgütleri ve toplumun değişik kesimleri, "biz de varız" diyerek ses yükseltiyordu. bu kritik dönemde chp-ap koalisyonunun en önemli makamlarından birine o güne dek kimsenin pek tanımadığı bir isim olan gazeteci bülent ecevit getirildi. '60'ların ikinci yarısından itibaren "ortanın solu" adıyla chp'yi değiştirip dönüştürecek olan, uzun vadede türkiye siyasetine de önemli etkilerde bulunacak bir isim, böylelikle tarih sahnesine çıkıyordu.
1962 yılının ilk günlerinde türkiye'deki en önemli tartışmalardan birisi af konusu üzerindeydi. seçimlerden dp'nin mirasçısı ap, ikinci parti olarak çıkmış ve chp ile koalisyona gitmişti. ap'nin seçim başarısında kayseri'de hapis yatan celal bayar ve arkadaşlarının desteğinin payı büyüktü. dp'nin mirasçıları iktidar ortağıyken asıl mal sahiplerinin, yani eski dp'lilerin hapiste olmaları, belli kesimlerde rahatsızlığa yol açıyordu. ap'liler hemen af için bastırmaya başladılar. ancak, karşılarına 27 mayıs'ı yapan askerler çıktı. daha birkaç ay önce idamlarından söz edilenlerin aflarının gündeme gelmesi, belli kesimlerde rahatsızlığa neden oluyordu. bazı gençlik örgütleri, af aleyhinde protesto eylemi yaptılar. affa karşı sokaklara taşan kitlesel tepki, yeni bir müdahale peşindeki kara harp okulu komutanı albay talat aydemir ve arkadaşlarını yüreklendiriyordu.
talat aydemir ve arkadaşlarını hareketlendirecek asıl olay, 28 ocak 1962'de kopacaktı. o gün iller bankası genel müdürü selahattin babüroğlu ile ap milletvekili nuri beşer, anadolu kulübünde yemek yiyorlardı. beşer, eski bir asker olan babüroğlu'na askerleri kızdıracak bazı sözler söyleyince ortalık karıştı. beşer, apar topar kulüpten uzaklaştırıldı. ancak, olay kısa sürede ankara'nın tüm garnizonlarına yayıldı. silahını kapan her subay, beşer'i aramaya koyuldu. ankara'da günler süren bir sürek avı yaşandı. işin şakası yoktu, beşer bulunsa kan akabilirdi. ap, beşer'i feda etmek zorundaydı. nuri beşer'in dokunulmazlığı kaldırıldı ve açılan davada hapse mahkum oldu.
başbakan inönü, aylardır yaşanan gerilimin nereye varabileceğini görüyordu. eski bir asker olan ismet paşa, bir radyo konuşması yaparak hem dp'nin intikamı peşinde koşanlara, hem de bunu fırsat bilip yeni bir darbe planı yapanlara karşı açıktan tavır aldı. ardından ikinci kozunu oynadı; genelkurmay başkanı orgeneral cevdet sunay'ı devreye soktu. sunay, hem inönü'ye yakındı, hem de yeni bir darbeye karşıydı. 19 ocak 1962 günü genişletilmiş komuta konseyi, genelkurmay binasında toplandı. bir yanda müdahale yanlısı aydemir ve albayları, öbür yanda müdahaleye karşı çıkan orgeneral sunay ve generalleri vardı. sunay, inönü başta olduğu müddetçe sorunların çözülebileceğini, ordunun inönü'ye güvenmesi gerektiğini söyledi. ama sıra aydemir'e geldiğinde durum değişti. aydemir, sunay'a "memlekette ikinci bir ihtilal mutlaka olacaktır. hiyerarşik olanı, en az zararlısı olur" diyerek liderlik teklif etti. ama sunay, aydemir'in bu teklifini reddetti. toplantının sonunda "arkadaşlar, mesele anlaşılmıştır. şimdi inönü'ye gidip ordunun kendisine bağlı olduğunu bildiriyorum" dedi.
inönü ve sunay, genelkurmay'daki toplantının ardından bir araya geldiler. sunay, aydemir'in sözlerine sinirlenmişti. inönü'ye "paşam, bu ordu size bizden daha çok itimat eder" diyerek kara harp okulu'nu ziyaret teklifi yaptı. inönü, bu teklifi makul buldu. harbiye'ye gidip cuntacıları kalelerinde vuracaktı. 5 şubat 1962 günü inönü, aydemir'in komutanlığındaki harbiye'yi ziyaret etti. ziyaret sırasında malatyalı bir öğrenci, inönü'yü görünce heyecandan bayılmıştı. aydemir'in korktuğu olmuş; inönü, harbiyelileri etki altına almıştı. inönü ve aydemir arasındaki soğuk savaş, ziyaret boyunca kıyasıya devam etmiş, iki komutan birbirlerinden hoşlanmadıklarını adeta göstermişlerdi.
inönü'nün harbiye ziyaretinin ardından cuntalar telaşlandı. zaman geçtikçe müdahale güçleşiyordu. bu durumda askeri müdahalenin bir an önce yapılması gerekiyordu. en zararsız müdahale, hiyerarşik olarak gerçekleşecek olan müdahaleydi. bunun tek koşulu vardı; genelkurmay başkanı cevdet sunay'ın hareketin başına geçmesi. ama sunay bu yönde kendisine yapılan teklifleri açıkça reddetti. sunay'ın red yanıtından sonra 9 şubat 1962 günü ankara ve istanbul cuntaları, istanbul balmumcu'daki jandarma tugayında toplandılar. 54 subayın katıldığı toplantıya istanbul valisi korgeneral refik tulga başkanlık ediyordu. tulga, sunay'ın red yanıtını orada öğrendi ve "hiçbir komutan bunu kabul etmiyorsa ben kabul ediyorum, derhal harekete geçelim" dedi. bu konuşmanın ardından tarihe 9 şubat protokolü adıyla geçen belge imzalandı. bu protokole göre, komuta kademesi ve hava kuvvetleri ikna edilerek 20 gün içinde iktidara el konulacaktı. bu belgeye 54 subayın tamamı imza attı.
9 şubat protokolünden inönü ve sunay, ertesi gün haberdar oldular. görünüşe bakılırsa ordu ikiye bölünmüştü. bir yanda müdahale yanlısı karacılar ve denizciler, öbür yanda müdahale karşıtı havacılar ve komuta kademesi vardı. şimdi hamle sırası inönü'deydi. emir verip hepsini tutuklatabilirdi, ama bu seçenek aklına yatmadı. zira böyle bir hareketin o subaylara daha büyük bir desteği beraberinde getirebileceğinden endişe ediyordu. oysa bu komutanları mevcut görevlerinden alıp başka yerlere tayin ederse hem darbe tehlikesi bertaraf edilebilecek, hem de darbeci komutanların arkalarındaki silahlı destek ellerinden alınmış olacaktı. içlerinde kara harp okulu komutanı albay talat aydemir ve ankara merkez komutanı albay selçuk atakan'ın da olduğu kimi subaylar, doğu anadolu'ya tayin edildi. bu tayin kararlarının bildirileceği gün 22 şubat 1962'ydi. kıyametin o gün kopması bekleniyordu ve o gün koptu.
22 şubat 1962 günü genelkurmay başkanı cevdet sunay, albaylar cuntasının üç önemli ismini; kara harp okulu komutanı albay talat aydemir, albay turgut alpagut ve albay selçuk atakan'ı görüşmeye çağırdı. aydemir, hazırlanan tuzağı sezmiş ve görüşmeye gitmemişti. görüşmeye giden alpagut ve atakan derhal enterne edildiler. arkadaşlarının tutuklandığı haberi, aydemir'e çabuk ulaştı. aydemir, derhal istanbul cuntasına haber verdi. "müdahale için vakit geldi" diyordu. ama burada hiç beklemediği bir yanıtla karşılaştı. istanbul cuntası, başta daha iki hafta önce darbenin başına geçmeyi öneren korgeneral refik tulga olmak üzere emir-komuta zincirinin kurulamadığını, bu nedenle müdahaleden vazgeçtiklerini söylüyor, albay aydemir'e de "harekete geçersen karşı koyarız" diyerek gözdağı veriyordu.
aydemir sarsılmıştı. arkadaşları tutuklanmış, genelkurmay harekete geçmiş, istanbul cuntası ihanet etmişti. her yandan kıstırıldığını hissediyordu. ama ne pahasına olursa olsun vazgeçmedi. derhal kara harp okulu öğrencilerini topladı ve onlara ateşli bir nutuk çekti. 27 mayıs'ın amacına ulaşamadığından, orduya her fırsatta sataşıldığından, zinde güçleri dağıtmak için komutanların doğu'ya sürüldüklerinden söz etmiş, bu gidişi durdurmak için yeni bir müdahalenin zorunlu olduğunu savunmuştu. bu konuşmanın ardından harbiyeliler kıpırdandı. kısa sürede hareket başladı.
cuntacılar, öğleden sonra harekete geçtiler. bu arada aydemir'in yerine kara harp okulu komutanlığına atanan tuğgeneral semih sancar, görevi devralmak için gittiği okulda cuntacılar tarafından gözaltına alınmış, ancak rahatsızlanması üzerine serbest bırakılmıştı. 16:00'da tank taburu, harbiye'den dikmen yolu'na doğru uzanan yola dizildi. tankların namluları meclise dönüktü. o ana kadar her şeyden habersiz biçimde bütçe görüşmeleri yapan parlamenterler, meclis kapısında tankları görünce bütçe görüşmelerini yarıda kesip oradan ayrıldılar. isyan kapıya dayanmıştı. ankara'daki birliklerin çoğu, talat aydemir'den yanaydı. genelkurmayın hükümeti korusun diye çubuk ve polatlı'dan göreve çağırdığı birliklerin komutanları, bir süre sonra talat aydemir'in safına geçtiklerini açıkladılar.
dışarıda bunlar yaşanırken başbakan ismet inönü, bakanlar kurulu ile toplantı halindeydi. durumun gittikçe ciddileşmesi üzerine toplantıya çankaya köşkünde devam etme kararı alındı. genelkurmay başkanı, kuvvet komutanları ve parti liderleri de köşke çağrıldı. tüm devlet ricali çankaya köşkündeydi. üstelik, tam da bu aşamada çok kritik bir gelişme yaşandı. cumhurbaşkanlığı muhafız alayının komutası, cuntacılardan süvari binbaşı fethi gürcan'a geçmişti. binbaşı gürcan, heyecanla albay aydemir'i aradı. "emir verin, hepsini tutuklayayım" diyordu. albay aydemir, en büyük hatasını bu aşamada yaptı. "bırak gitsinler, benim onlarla işim yok" dedi. aydemir, çok kan akacağını düşünmüş, bu yüzden devlet ricalini tutuklamaya yanaşmamıştı. ama bu hareketiyle kendi sonunu hazırlamıştı. inönü, köşkten ayrılırken yanındaki komutanlara "işte şimdi talat kaybetti" diyordu.
akşam karanlık bastırdığında hükümet ile cuntacılar arasında pazarlık yapması için muhalefet partilerinden yeni türkiye partisi'nin lideri ekrem alican, kara harp okulu binasına gitti. alican, cuntacıların lideri aydemir ile çocukluk arkadaşı ve uzaktan akrabaydı. aydemir ile hükümet arasında pazarlık yapma önerisini ortaya atmış, ardından harbiyenin yolunu tutmuştu. cuntacılar, alican'a taleplerini sıraladılar. cuntacıların talepleri; meclisin feshedilmesi, hükümetin istifa etmesi ve anayasanın yürürlükten kaldırılması gibi isteklerdi. ekrem alican, bu istekleri telsizle hava kuvvetleri karargahındaki inönü'ye ulaştırdı. inönü, bu istekleri hemen reddetti.
saatler ilerledikçe ankara'daki panik havası artmaya başlamıştı. mamak yoluna silahlı birlikler mevzilendirildi. kavşaklara bazukalar ve makineli tüfekler konulurken, postane ve radyoevi binaları korumaya alındı. dışişleri bakanı selim sarper kaybolmuş, cumhurbaşkanı cemal gürsel mürted havaalanına sığınmış, hava kuvvetleri komutanı irfan tansel ise eskişehir'e uçmuştu. pek çok bakan ve milletvekili de inönü'nün yanına, hava kuvvetleri karargahına ulaşmaya çalışıyordu. zira en güvenli yer orasıydı. hava kuvvetleri, başından beri 22 şubat hareketinin karşısındaydı.
saat 19:00'da cumhurbaşkanı gürsel, radyodan bir konuşma yaptı. ardından genelkurmay başkanı cevdet sunay konuştu. sunay'ın ardından radyodan başbakan inönü'nün halka sesleneceği duyuruldu. ancak, tam da bu aşamada herkesi şok eden bir olay yaşandı. radyodan hiçbir açıklama yapılmadan klasik müzik çalınmaya başlandı. etimesgut'taki radyo vericisini basan harbiyeliler, inönü'nün sesini kesmişlerdi. kısa bir süre sonra da hava kuvvetlerinin teknik ekipleri, bir karşı darbeyle etimesgut'un elektriklerini kestiler. bu kez radyo tamamen sustu. halk, merak ve endişe içinde radyoevine akın etti. herkes inönü'yü soruyordu. inönü ise radyoevi binasından hava kuvvetleri karargahına, oradan da genelkurmaya geçmişti.
gece yarısı yaklaşırken ekrem alican, cuntacılarla pazarlığı bitirmiş, yeni bir teklifle genelkurmay binasına, inönü'nün yanına geçmişti. cuntacılar, hükümetin tayinlerden vazgeçmesini, hiç değilse tayin edilecek komutanlara yeni görev yerlerini kendileri seçme serbestliğinin verilmesini, ancak talat aydemir'in kara harp okulu komutanlığında kalmasını istiyorlardı. aksi halde gece yarısından itibaren harekete geçilecekti. inönü, cuntacıların isteklerinde gerilediğini fark etmişti. bu teklifi de kabul etmedi. "bu hareketten derhal vazgeçsinler, ben de onları emekli edeyim ama hiçbirini yargılamayayım" diyordu. o ana kadar yaşanan tüm gerilime karşın kan akmaması, inönü'ye bu kararı verdirmişti. ancak, genelkurmay karargahında cuntacıların son teklifine yatkın olanlar vardı. inönü, bu durumu fark etmiş, esip gürlemeye başlamıştı. "bu nasıl iş? 15 tane çapulcu çıkacak, hepimizi teslim alacak, biz hiç mukavemet göstermeyeceğiz. gerekirse ben üzerlerine yalnız giderim. öldürebilirlerse öldürürler. ancak benim ölümün üstünden geçerek devleti teslim alırlar" diye bağırdı. inönü'nün bu çıkışı, karargahtakileri kendine getirdi. olası bir çatışmaya karşı tertibat alındı.
genelkurmayda bunlar yaşanırken kara harp okulundaki gergin bekleyiş sürüyordu. saat gece yarısını geçtiğinde hareket halen başlamamıştı. albay aydemir için karar anı gelmişti. ya her şeyi göze alıp harekete geçecek, ya da inönü'nün teklifini kabul edip üniformasından olacaktı. ikincisini seçti. saat 01:00 itibariyle inönü, darbeciler için hazırladığı metni imzaladı. aydemir ve arkadaşları, ordudan emekli edilecek, ancak o ana kadar kan dökülmemesi nedeniyle yargılanmayacaklardı. aydemir, sabaha karşı evine çekilirken "yeniden deneyeceğim" diye kendi kendine söz verdi. o günden itibaren yeni bir müdahalenin planlarını kafasında yapmaya başlamıştı.
22 şubat isyanı başarısızlıkla sonuçlanmış, ancak her şey bitmemişti. isyanın lideri albay aydemir, yeni bir müdahale peşindeydi. aydemir ve arkadaşlarının affı meclise geldiğinde bu kez ap'liler ayaklandı, eski dp'lilerin de affını istedi. yaşanan gerilim, chp- ap koalisyon hükümetinin istifasıyla sonuçlandı. böylece cumhuriyet tarihinin ilk koalisyon hükümeti, fazla iş yapamadan altı ayda dağıldı. cumhurbaşkanı cemal gürsel, hükümeti kurma görevini yeniden chp lideri ismet inönü'ye verdi. inönü, bu kez ckmp ve ytp ile bir koalisyon hükümeti kurdu. af sorunu ise uzun bir süre gündemi meşgul etmeyi sürdürdü.
nihayet 18 ekim 1962'de af çıktı. yassıada'dan az bir cezayla yırtan çok sayıda eski dp'li, çıkan afla kayseri cezaevinden tahliye edildi. celal bayar gibi müebbetlikler ve ağır ceza mahkumları ise af kapsamının dışındaydı. ancak, bu kısmi af bile bazı eski kinleri diriltmeye yetti. o hafta 5000 öğrenci, istanbul'da af aleyhinde gösteri yaptı. "katillere af yok" sloganları atıldı, affı destekleyen gazetelerin büroları saldırıya uğradı. gençlerin bu tepkisi, daha 2.5 yıl önce dp iktidarını deviren orduya da kısa sürede yansımıştı. zaten 22 şubat'tan itibaren kışlalar içten içe kaynıyordu. irili ufaklı o kadar çok cunta ortaya çıkmıştı ki, artık ankara'da cuntalar arası koordinasyon toplantıları yapılır olmuştu.
ordudaki irili ufaklı onlarca cuntanın en güçlüsü, her şeye karşın talat aydemir liderliğindeki albaylar cuntasıydı. aydemir ve arkadaşları, 22 şubat'tan sonra emekliye sevk edilmişlerdi, ama vazgeçmemişlerdi. aydemir, yakın çevresine her fırsatta yeniden harekete geçeceğini, bunun için fırsat kolladığını söylüyordu. üstelik talat aydemir, bu çabalarında yalnız da değildi. başını ilhan selçuk, mümtaz soysal ve doğan avcıoğlu'nun çektiği yön dergisi çevresi, aydemir'in bu girişimlerini destekliyordu. genç harbiyelilerin desteği de eski komutanlarıyla birlikteydi. basında ve akademik çevrelerde de aydemir'e ciddi bir destek söz konusuydu. talat aydemir, yeni bir müdahale arayışları sırasında bu unsurlardan cesaret alıyordu. ama aydemir'e asıl cesaret veren, onu yeni bir müdahalenin zamanının geldiğine ikna eden gelişmeler ise 1963 yılının mart ayında yaşanacaktı.
eski cumhurbaşkanı celal bayar, 22 mart 1963'te özel bir afla tahliye edildi. bayar, 80 yaşında ve hastaydı. hükümet, kayseri cezaevine bayar için iki doktor göndermiş ve onların hazırladığı rapor doğrultusunda, yalnız bayar için özel bir af çıkarmıştı. bayar'ın tahliyesi üzerine yurdun her yanından bayar'ı karşılamak için onlarca araç, kayseri'ye akın etti. bayar'ın konvoyunun ertesi gün dev bir gövde gösterisiyle ankara'ya yaklaşması, başkenti bir alev topu gibi kavurmaya başladı. aynı günlerde istanbul'da da af yanlıları ve karşıtları arasındaki olası bir çatışma, askeri birliklerin araya girmesiyle önlenebilmişti. bu arada bayar'ın konvoyu ankara'ya yaklaşırken jetler, konvoyun üzerinde alçaktan uçuş yapmış ve bayar'a "biz buradayız" mesajını iletmişti.
celal bayar'ın konvoyunun ankara'ya yaklaştığı dakikalarda ankara olağanüstü bir gerilim içindeydi. bu arada kimi ap'liler de denk geldikleri üniformalı askerlere ve askeri öğrencilere sataşmalarda bulunuyor, bu da karşı taraftaki gerilimi artırıyordu. bayar'ın konvoyu, üç yıl önce indirildiği çankaya köşkü'ne doğru yol alırken, kimi gençlik örgütleri de bayar aleyhine sokaklara döküldüler. bu gerilimin ortasında yüksek askeri şura acilen toplandı. bayar'ın anıtkabir'e gideceği duyulunca anıtkabir ziyarete kapatıldı. bayar, gerilimin giderek artması üzerine evine çekilmeye karar verdi. arkadaşlarıyla, dostlarıyla ve yandaşlarıyla orada özlem giderecekti. ama gerilim dineceğine gittikçe artıyordu.
bayar'ın affına karşı sokağa çıkan yüzlerce kişi, ellerine geçirdikleri taş ve sopalarla ilerlemeye başladılar. hedefte ana muhalefet partisi olan adalet partisi'nin genel merkezi vardı. ap, 27 mayıs'tan sonra dp'nin mirasçısı olarak kurulmuş ve af konusunda en çok bastıran parti olmuştu. bu nedenle af karşıtlarının hışmını üzerine çekmişti. taşlı, sopalı yüzlerce kişinin ap genel merkezine hücum ettiği sırada bazı parti yöneticileri binada yalnızdı. saldırının boyutunun büyümesi üzerine yaşamları tehlikeye girmişti. tekme ve tokatlar eşliğinde binadan çıkıp canlarını kurtarabildiler. o gün yaşananlardan sonra ap genel idare kurulu üyesi süleyman demirel istifa etti. bazı yöneticiler, demirel'in korkup kaçtığını iddia ederken, demirel ise istifasının nedeninin genel başkan ragıp gümüşpala ile yaşadığı anlaşmazlık olduğunu ileri sürüyordu. yıllar sonra ap'yi bölünmeye götürecek bir çekişmenin ilk tohumları böylece atılırken, asıl olanlar bayar'a oluyordu. eski cumhurbaşkanı bayar, bir süre sonra hastaneye yatırıldı. sağlığında kayda değer bir değişim olmamasına rağmen yeniden cezaevine gönderildi.
mart ayının son günlerinde yaşananlar, yeni bir müdahale peşindeki talat aydemir'i yüreklendirdi. aydemir'in niyetini bilen başbakan inönü ve hükümet alarmdaydı. başbakan inönü, mayıs ayında yaptığı bir konuşmada "3-4 gün içinde her an her şey olabilir. dikkatli olmak gerekir" demişti. inönü'ye ordu ve devlet içerisindeki haber kaynakları, aydemir'in yakın bir tarihte yeni bir darbeye teşebbüs edeceğini söylüyordu. aydemir, yeni bir darbe için gün sayıyordu.
20 mayıs 1963'te talat aydemir ve arkadaşları, ankara zafer meydanındaki bir çay bahçesinde toplanıp son hazırlıkları konuştular. plana göre gece 23.00 sularında harekete geçeceklerdi. tam bir baskın planlanıyordu. hükümet, olan biteni haber alıp harekete geçmeden ordunun yönetime el koyduğu haber verilecekti. oysa ciddi bir dezavantajları vardı. 22 şubat'ta emekli edilmişti. artık üniformasızdılar. bu koşullarda kime ne kadar hükmedebilecekleri belirsizdi. yine de bir takım çalışmalar yürütmüşlerdi. gece yarısı radyodan darbe bildirisi okunacaktı. oysa darbe girişimi, talat aydemir'in hiç ummadığı bir biçimde hükümete sızdırılmıştı. kısa bir süre önce türkiye'ye dönen 14'lerden alpaslan türkeş, yakın çevresi aracılığıyla darbeyi hükümete haber verdi.
20 mayıs'ı 21 mayıs'a bağlayan gece 00.00 sularında üç tanktan oluşan bir birlik, radyoevini kuşattı. aydemir'in damadı atilla altugan'ın da içinde olduğu askerler, darbe bildirisinin okunması için harekete geçti. ama burada hiç beklenmeyen bir olay yaşandı. nöbetçi spiker müberra yetkin, heyecandan önündeki bildiriyi okuyamamıştı. bunun üzerine üsteğmen ilhan baş, radyo başına geçerek darbe bildirisini okumaya başladı.
bildirinin okunmasından sonra birlikler harekete geçti. tanklar hareketlendi, harbiyeliler sokakları tutmaya başladı. radyodan okunan bildiriye göre ordu, ülkenin yönetimine el koymuştu. oysa darbenin bütün gücü, 22 şubat emeklisi komutanlar, kara harp okulu öğrencileri ve radyoevi önündeki üç tanktan ibaretti. radyo susturulmazsa bütün ülke, talat aydemir'in yönetime el koyduğunu sanabilirdi. radyoyu susturma işini 28. tümen komutanı yarbay ali elverdi halletti. saat 00.50 sularında elverdi, yanında iki erle radyoevini bastı, darbeci teğmeni tutuklayıp mikrofonun başına geçti ve karşı anonsa başladı. o ana kadar orduyu aydemir'in arkasında sanan birlikler, bir anda duraladılar.
saatler gece yarısını geçerken albay aydemir, kara harp okuluna varmıştı. generaller ise genelkurmayda mevzilenmişlerdi. taraflar yığınaklarını yapmış, hazırlıklarını tamamlamış ve hücum emrini bekliyorlardı. oysa görünürde ne darbeciler vardı, ne de hükümete bağlı birlikler. bütün olaylar, bir radyoevi anons stüdyosunda olup bitiyordu. radyoevinin egemenliğini alan taraf, iktidarı ele geçiriyordu. saat 02:05'te radyoevi yeniden el değiştirdi. radyoevini basan harbiyeliler, yarbay elverdi'yi tutuklayıp darbe anonslarına başladı. herkes şaşkına dönmüştü. bazı subaylar da radyodaki anonsa göre taraf değiştiriyor; aydemir'in anonslarını duyunca aydemir'e, genelkurmay'ın anonslarını duyunca genelkurmay'a yanlıyordu. başkent adeta ikiye bölünmüştü. bakanlıklar ile çankaya arası hükümetin, bakanlıklar ile ulus arası isyancıların elindeydi. sınır bakanlıklar bölgesinde çizilmiş, silahlar da orada patlamıştı. başkent, bir anda savaş alanına dönmüştü. jetlerin açtığı ateşlerden ölenler ve yaralananlar olmuştu.
saat 03.30 sularında genelkurmay başkanı cevdet sunay'ın emriyle radyonun etimesgut vericisi devreye sokuldu. bu kez radyodan sunay'ın sesi duyulmaya başlandı. radyo dört saat içinde dördüncü kez el değiştirmiş, radyodaki iktidar savaşını isyancılar kaybetmişti. bu gelişmeyle 21 mayıs ayaklanmasının da sonu gelmişti. genelkurmay başkanının sesini duyan subaylar, aydemir'in saflarından birer ikişer uzaklaşmaya başlamıştı. saat 04.00 sularında genelkurmaya bağlı birlikler harekete geçti. çubuk'taki alay, caddelerden harbiyelileri toplarken, radyoevi de cuntacılardan temizlendi. darbecilerin karargahı olan kara harp okulu, gün ağarırken kuşatıldı. talat aydemir, az sayıdaki arkadaşıyla birlikte, jetlerin yoğun ateşi altında harbiye'den kaçmayı başardı. sabah olduğunda darbe girişimi tamamen bastırılmıştı.
21 mayıs 1963 günü saat 12.25'te talat aydemir, ankara'nın küçükesat semtindeki bir evde yakalandı. isyancılar birer ikişer karakollara götürüldü. bir polis memuru, aydemir'e götürüldüğü karakolda "kurtulursanız ne yapacaksınız" diye sordu. aydemir, bu soruyu "bir daha deneyeceğim" diye yanıtladı. ama aydemir'in bir daha deneme şansı olmadı. 21 mayısçılar, 1963 yazından itibaren yargılanmaya başladılar. sanık sayısı 1500'ü buldu. bütün harbiyeliler okuldan atıldı. bir bölümü, 21 mayıs'taki rolünü inkar etti ve salıverildi. bazıları ise birkaç yıl hapis cezasıyla kurtuldu. davanın sonunda emekli albay talat aydemir ve emekli binbaşı fethi gürcan'ın idamlarına hükmedildi. önce fethi gürcan idam edildi. ardından sıra talat aydemir'e geldi. aydemir, bir gece yarısı hücresinden alındı ve darağacına çıkarıldı. "memleket için hayırlısı olsun" deyip darağacını tekmeledi. gürcan ve aydemir'in idamlarıyla 22 şubat ve 21 mayıs dosyaları kapanmış oluyordu. iki komutan da doğruluğuna sonuna kadar inandıkları girişimlerinin bedelini canlarıyla ödemişlerdi.