bi öğle sonrasıydı. kanepeye uzanmış atv'de ayı yogi izliyordum. aynı zamanda o gün babam istanbul'dan gelecekti. gelmesine az bi şey kalmıştı. neyse, ben tv'de çizgi filmimi izlerken yayın kesildi birden. sözü ali kırca aldı. heyecanlı heyecanlı bi şeyler anlatıyordu. o anlatırken new york'tan canlı görüntülerle orda yaşanan olaylar yansıyordu ekrana. ben dehşet içindeydim. diğer kuleyi de canlı yayında vurduklarında benim kanım donmuştu. diğer kule vurulunca ali kırca haberi anlatmayı bırakmıştı. çünkü o da dehşet içindeydi. kuleden atlayan insanlar gördüm. çığlıklar duyuluyordu her taraftan. her taraf toz duman içindeydi. o anlar gözümün önünden hiç gitmiyor.
birinci kule yıkılınca gözlerim dolmuştu. çünkü kendimi bildim bileli new york benim en büyük aşklarımdan biridir. dolayısıyla ikiz kuleleri çok seviyordum. çünkü ikiz kuleler new york'un simgesiydi. hep o kulelerin tepesine çıkabilme hayaliyle yaşıyordum. ama bush hükümeti buna izin vermedi. diğer kule de yıkılınca benim gözyaşlarım akmaya başlamıştı. o sırada babam girdi elinde birkaç çanta vardı. neden ağladığımı sordu. cevap veremedim.
bizim evde 1997 yılından beri bulunan büyük bir new york posteri vardı. o poster hep duvarda asılıydı. 11 eylül günü de aynı yerde asılıydı. sonra yıllar geçti, yıprandı o poster. ama atmadık, atmalarına izin vermedim. o hala duruyor bende.
benim bütün yaz hor kullanıp frenlerle yolları kazıttırdığım bisikletin baloncuk yapmış arka lastiği patladı. akşam eve gidince daha büyük şeylerin patladığını anladım bu bana teselli oldu.
Michael Sikkofield gerekli cevabı vermiştir.
Ayrıca o gün babamın işyerine yani i.B.B. Şehir Tiyatroları'na gitmiştim. Teknisyenlerin girdiği işçi odasında son dakika olarak izlemiştim.