1997-1998 sezonu şampiyonlar ligi ilk tur a grubunun son maçıdır ve mabedimiz ali sami yen stadı'nda oynanmıştır. galatasaray sahaya klasik parçalı, bank ekspres göğüs reklamlı adidas formasıyla çıkarken, ac parma ise parmalat göğüs reklamlı, beyaz puma deplasman formasıyla sahadaydı. ilk kez katıldığı 1993-1994 ve sonraki 1994-1995 sezonlarından bu yana* en kötü şampiyonlar ligi sezonunu geçiren galatasaray en azından "iyi" bitirmek istiyordu...
bu maç nispeten bir formalite mücadelesiydi; çünkü borussia dortmund'un grup liderliği kesinleşmişti. 8 puanlı parma ikinci sırayı almıştı ve galatasaray ise ali sami yen'de sparta prag'ı 2-0 yendiği ve puan alabildiği tek maçla beraber 3 puanla dibe oturmuştu. o dönemler sadece grup liderleri ve en iyi 2 tane grup ikincisi gruptan çıkıp çeyrek finale gittiğinden iki takım için de bir şey ifade etmeyen bir maçtı işte...
neyse efendim maç başladı ve galatasaray parma'nın üstüne dalga dalga gelmeye başladı. italyanların maça pek asılmaması ve galatasaray'ın eline almış olmanın rahatlığıyla iyi pas yapması sonucunda oyun parma'nın kalesine yığılmıştı ki adrian ilie isimli zat, ilk yarı boyunca 2 adet çok net pozisyondan faydalanamadı. bunlardan birinde ümit davala'nın ceza yayı üstünde verdiği harika pasta kaleci gianluigi buffon ile karşı karşıya kalıp da topu fezaya yollaması ve "oha" dedirtmesi de ayrı bir mevzudur. "gol geliyor" dedirten bir ilk yarı sonucunda 0-0'lık skor vardı.
tabi iyi pas yapıp da deli danalar gibi saldıran bir türk takımın avrupa'da gol yemediği kaç maç vardır? "atamayana atarlar" diye boşuna mı ağladı bu millet yıllarca?
ikinci yarının başlamasıyla beraber parma biraz daha maça ortak olmak istermiş gibi görünüp, hücum pres yapıyordu ki fazla soğukkanlı olmasıyla zaman zaman yüreğimizi ağzına getiren kemiğimiz ergün penbe yapacağını yapmış, defansta topu dikecem derken maniero'ya kaptırmış, onun pasında ise hırvat mario stanic sağ kanattan enrico chiesa'nın tam kafasına ortalayınca skor bir anda 0-1 olmuştu ve sami yen'de ölüm sessizliği hakimdi... dakika 47'ydi...
galatasaray'ın tipik bir türk takımı olarak, yediği bu abuk golle yenileceği tahmin edilirken* ilk yarının saç baş yolduran ismi adrian ilie hakan şükür'le dünyanın en kötü duvar pasını denemiş ama gene topu önünde bulmuş akabinde soluyla atak yönüne göre sağ köşeden buffon'u avlamıştır ve 52. dakikada maça beraberlik gelmiştir: 1-1.
erken gelen bu beraberlik golünden sonra maç ilk yarıdaki haline yeniden bürünmüştür ve galatasaray bu dakikadan itibaren "nasıl gol kaçırılır?" derslerini cümle aleme uygulamalı göstermeye başlamıştır. adrian ilie attığı golle kendini affettirse de akabinde ikinci yarı boyu heba ettiği 3-4 pozisyonla ve uzay yörüngesine yolladığı bir şutla yeniden kendisine sövdürüyor ancak harika mücadelesiyle de bir yandan alkış alıyordu... buffon'un kalesini terk ettiği bir pozisyonda osman coşkun ceza sahası dışında topu önünde bulmuş ancak o top ne düzgün bir pas ne de bir şut olabilmiştir ve bir nesil böyle telef olmuştur... 2 dakika sonra 90. dakika içerisinde tugay'ın pasında hakan şükür de karşı karşıya pozisyonda topu buffon'a isabet ettirmeyi başarınca yolunacak saç kalmamış ve maç da 1-1 berabere sona ermiştir...
böylece galatasaray 4 puanla grup sonuncusu olmuş ve elenmiştir; ancak o gün orada oynadığı futbolla "ulan önceden neredeydiniz?" sorusunu da akıllara getirmiştir... mükemmel oynayıp, sayısız pozisyona girip akabinde sahadan saçma sapan bir skorla ayrılmak... türk futbolunun tipik krizi... lezzet ikizi için;
(bkz: 19 mart 2002 galatasaray fc barcelona maçı)
(bkz: adrian ilie)
geçmişten bu renkli mücadeleyi size pulemjot kalashnikova sundu... osman coşkun'a da bir söz söylemeden bitiremem: hacı seni kim getirdi galatasaray'a?
dortmund bizi 4 'lemiş, bu sebepten şampiyonlar liginde elenmiştik,haliyle de maça da ilgi azdı. bu durumu tahmin edem babam da fırsattan istifade edip bu maça bilet almıştı, hem de 2 hafta öncesinden almıştı bileti. ailecek gitmiştik maça. 13 yaşındaydım. (ne gündü be!)
bu sayede rahatça sami yende maç izleyebilmiştik.o dönem buffon, thuram,sensini,cannavaro,fuser,stanic,dino baggio,boghossian,fiore,apollini,chiesa,crespo gibi starlar parmadaydı. adeta canavar gibi takımlardı. serie a 'nın bambaşka olduğu bir dönemdi, o dönem. bizde de ilie,hagi,tugay,hakan ş.,popescu,filipescu,büyük kaptan bülent korkmaz gibi adamlar vardı. neyse maça ve maçın amacına dönelim. 97-99 arası devler ligi gruplarında liderler ve en iyi 2, 2. takım çıkıyordu.(bu salak statünün kurbanı olacaktık 1 sene sonra) parmanında liderlik şansı, dortmundun bizi 4'lemesiyle bitse de, en iyi 2, 2. den biri olma şansı fazlasıyla vardı. maç başlamış , kafası rahat bir şekilde oynayanbizimkiler, stresli oynayan parmayı orta sahada adeta boğmuştu. kağıt üzerinde bizden daha yetenekli olan parma orta sahası bize teslim olmuş, maç tugay'ın dino baggio'ya üstünlüğüyle ,hagi- cannavaro ve hakan şükür-buffon mücadeleleri şeklinde geçmekteydi. 2.yarının başlarında chiesa kontra ataktan golü buldu ve parma 1-0 öne geçti. statta babam bana, oğlum adamlar bir kere geldi gol attı, bu nasıl iş ya , diye söylenip durdu. o golden sonra parma 2.ler arasında ilk 2' ye girmişti. daha sonra ilie, bir sonraki sene guerreronun bize yapacağı gibi golünü parmaya,sizin devler ligindeki rolünüz buraya kadar, maçtaki şansınızda buraya kadar dercesine atmıştı. daha sonra daha büyük bir,stresle topyekün saldırarak oynayan parma neredeyse her dakika takım savunmasında açıklar vermiş ve maç tamamen galatasaray-buffon mücadelesine dönmüştü. 19'luk buffon adeta şov yapmıştı o gün. adam olacak çocuk o gün belli olmuştu. maç bitmiş, biz ise galibiyet alamadığımızdan grup sonunculuğuna demir atmıştık fakat harika top oynamıştık.
görünürde zar zor berabere kalmamıza rağmen, 10-1' lik galibiyet kaçmıştı.öyle böyle, top oynamamıştık. buffon dünyaları çıkarmıştı o gün.seyirci maç sonunda takımı alkışlamış,takım o maçta yakaladığı havayla coşmuş,neticesinde nice şampiyonluklar ve avrupa başarıları elde etmiştir.