toplumsal sistemlerin işleyişini, tarihin akış yönünü tahlil etmekte zorlananlar var, bunların tarihi ele alış biçimi ile günümüzü tahlil etmedeki tüm yöntemleri hayali kaçmaktadır, hiçbir maddi temele dayanmamakta, yalnızca kimi tahrifatlara giderek ve yanlış bilinç kullanarak gerçekleri soyut bir hale büründürmektedir.
tarihin akışını belirleyen faktörlerden en önemlisi sınıf savaşımıdır. tarih eğer bir yöne gidiyorsa ve bunu engebeli, sarmal bir biçimde devam ettiriyorsa bu devinimin bir nedeni olmak zorundadır. bu neden ise toplumsal sistemleri harekete zorlayan çelişkilerdir. temel çelişkide sınıf çelişkisidir.
tarihin her döneminin ve her kesitinin farklı sınıf savaşı olmuştur. her ülkeninde buna özgü eşitsiz bir gelişimi ve değişimi olmuştur. toplumsal sistemi belirleyen şey; üretim ilişkileridir. eğer tarihi bu yönden ele almazsak "almanya yenilince biz de yenilmiş sayıldık" gibi efsanevi tespitler yapmak zorunda kalırız.
batı'yı geçip türkiye'ye geldiğimizde, türkiye kapitalizminin gelişim sürecinde ve cumhuriyet'in kuruluş döneminde batıdaki gibi iç dinamikler değişime zorlamamıştır. klasik osmanlı saray anlayışından gelen avrupa'yı taklid etme süreci, eldeki sermaye birikiminin kısıtlı olduğu dönemde, avrupa kapitalizminin üstyapı kurumlarını kopyalarak gelişmiştir. bu bizim modernleşme tarihimizin ilk nüvelerdir. dünyaya baktığımızda ise serbest piyasacı kapitalizm hızla merkezileşmekte ve tekelci aşamaya geçmekteydi. bu dönemde o yüzden türkiye kapitalizmi dış dinamiklere bağımlın bir şekilde gelişmiştir.
türkiye cumhuriyet'i tarihini anlamak için 1923'e bakmamak gerekiyor. 23 paradigmasını ele almak için ideolojik açıdan 1908'e, üretim ilişkisi açısından ise 19.yy'a geri dönmek zorundayız. 1808 yılına geldiğimizde osmanlı devletinde sened-i ittifak anlaşması yapılmıştır. merkezi otoritenin zayıfladığı bu dönem ve öncesinde ayanlar denilen sınıf ilk defa kendi fiili iktidarını ilan etmiştir. bu batıdaki feodal senyörler ve beyler sınıfına tekabül eder bir çok noktadan. ama dünyanın değişimine ayak uydurmak zorunda kalan osmanlı batıdan gelen zorlamalarla birlikte kendi merkezi otoritesini arttırmak zorunda kalmıştır ve hızla kapitalistleşme sürecine girmiştir. merkezi otorite denemesi rumeli eyaletinde fiyaskoya uğramış, doğu'da ise devletin egemen sınıflarının toprak ağalarıyla, şeyhler ve şıhlarla ittifaka gitmesine neden olmuştur. 1923'den sonrada batılı egemen kapitalist sınıfların doğuda hakimiyetlerini devam ettirmesi feodal toprak ağalarıyla ittifakına aynen devam etmiş, karşılığında ise merkezi otoriteye bu ağaların uymasını istemiştir. uymayanları ise cezalandırmıştır.
türkiye'nin tarih algısını geçecek olup günceline gelecek olursak sınıfların olmadığını iddia etmek bile imkansızdır, ciddi bir siyasi körlük ister. en basitinden büyük şehirlerin varoşları ile kent merkezleri arasındaki farklılıklara bakınca bunu çok daha iyi anlarız.
kapitalist sınıf eskinin tüm alışkanlıklarını parçalamış, atmış ve insani ilişkileri basit piyasa ilişkilerine indirgemeye çalışmıştır. özgür emekçi ile özgür sermaye arasında oluşan serbest piyasa kimi çelişkilerini vardır. üretim araçlarından yoksun olan ve kendi ücretli emeğini satmaktan başka çaresi olmayan işçi sınıfı ile üretim araçlarının tamamına sahip olan sermayedar sınıfından oluşan ana çelişki. bu aba üretim çelişkisi büyük bir kesmin yoksullaşmasına ve hayata yabancılaşması ile son bulurken diğer yandan lüks tüketime düşkün, varlıklı bir mülk sahibi sınıfa neden olur. bunun arasında da küçük üretim ilişkisini devam ettiren, ufak üretim ve tüketim araçlarına sahip olan eğitimli orta sınıf bulunur. yani emek gücünü satan ve üretim araçlarından yoksun kişiler emekçilerdir ve nitelikli emek gittikçe eski itibarini kaybetmektir. yani bugün fabrikada, tarlada ya da büro da çalışan emekçi ile mühendisler, zanaatkarlar, sanatçılar, bilimadamları gittikçe yakınlaşmakta hatta kimi noktalarda kaynaşmaktadır. haliyle burjuva demokrasisi denilen demokrasi tarzı sınıflara neden olmaz, bu demokrasi sınıflar olduğu için var olur. bu üretim ilişkilerinin bir sonucudur.
sosyalistler işçi sınıfını yoksul olduğu için savunmaz. kapitalizmin en büyük etkilerinden biri yoksulluk ve açlıktır. bu işin kapitalizmi somutlama yani sonuçlandırma kısmıdır. işçi sınıfının yoksullaşmasının, toplumun büyük kısmının yoksullaşmasının tek nedeni üretim araçlarından yoksun oluşudur. bunun çözümü de üretim araçlarının toplumsallaştırılmasıdır. işçi sınıfı bunu sağlayacak olan yegane sınıftır, bu nedenle savunulur.
türkiye'de, dünya'da gayet iyi kalpli kapitalist sınıfa mensup kişiler vardır. kanunlara göre gayet masumca zengin olmuş olabilir. ama buradaki sorun emek gücü ile emek arasındaki farkın oluşturduğu artı değere haksızca el koymasıdır kapitalistin suçu. bu ise açıkçası kanunsuz olmak zorundadır. insanlığın bugünkü geldiği konum bunu zorunlu kılmaktadır.
türkiye'yi ve dünya'yı güncel ve tarihsel konularda yüzeysel bir şekilde ele almadan tahlil etmek gerekiyor. aksi halde tarihin imgelemlerini çürütmüş olur. gerçekler mi? gerçeklere ise bir sis bulutunun arkasından bakmış oluruz.
tabi daha da ileri giderek sovyet bayraklarının dalgalandırıldığını da iddia edenleri de görebileceğiniz boş önerme. evet bildiğiniz boş, çünkü 1 mayıs'ın tarihini bilmeyen ya da bilse bunu anlayamayacak kimselerce önerildiği gibi, önermenin altı da doldurulmamış, içi boş bırakılmıştır. 1 mayıs'ı ingiliz emperyalistlerine karşı bile kutlayan türkiye işçi sınıfına karşı yapılmış olan ciddi bir hakarettir. üstelik emperyalizm işbirlikçisi ali kemaller'in, vahdetlerin'in çizgisinde olan gerici iktidarla aynı safta çarpışmaktır, emperyalizm uşaklığı yapmaktır.
not: kimseden herhangi bir cevap gelmeden belirtmekte fayda var. hani tarihi nilgilerde ciddi eksiklikler olunca böyle oluyor. orak-çekiç-yıldız, çark-çekiç-yıldız gibi bayraklar sovyetler birliğinden önce kullanılan uluslararası emek hareketinin ve komünist hareketinin beynelmilel bir sembolüdür. tabi anlayana...
uzuun uzun cevaplar yazmak gerekirdi aslında burada tarih çarpıtıcılarına ve toplumsal değerlendirmeleri deniz seviyesinde gezinenlere ama söylemekte şart var: türkiye'de sınıfların olmadığını söylemek ay'da yaşamaktır. türkiye'de kendiliğinden bir sınıf vardı ve onu kendisi için sınıfa çevirecek sınıfın bir partisi vardır yani öznesi vardır.
şu tarih'e geri dönelim. ya biz 96 mayıs'ını fransa'dan izledik ya da yalan söylüyoruz. 96 1 mayıs'ında büyük bir kontrgerilla operasyonu yaşanmıştır, tıpkı 77 1 mayıs'ında gibi. 96 1 mayıs'ı öncesinde 1 devrimciye silahlar dönmüş ve öldürülmüştür. ardından işler çığrından çıkmış ve provokasyona gelen sol gruplar tam da egemenlerin istediği gibi davranmıştır. ama bir taraf şiddet uygulurken haklı, diğer taraf uygulurken terörist derseniz orada tarihi çarpıtmış olursunuz, tarih önünde sorumlu olursunuz.
şunu söylemek gerekiyor: bu memlekete sahip çıkmak için bizi boğmak isteyen emperyalist-kapitalist sisteme karşı türkiye işçi sınıfının, türkiye emekçisinin yani türkiye'nin 10'da 8'nin iktidarını savunmakla geçer. küçük bir azınlık ile hayatını çeşitli sığlıklarda geçiren orta sınıfların egemenliğini isteyerek bu memlekete sahip çıkmak yersiz kelimeler kullanmaktan öteye geçmez.
salak saçma, jargonu bilmeyen, milliyetçi sapma gösteren bünyeden fışkıran o biçim bir düşüncedir.
sol enternasyonaldir dostum. ama öyle birikim dergisinin kakalamaya çalıştığı küreselleşme ve ab projesi gibi değil. aç biraz kitap karıştır. hadi siktir et onu da geçtim. insan çalakalem bir şeyler yazmadan önce bari haberleri izler. dünyanın her yerinde 1 mayıs kutlandı hangi gösterilerde ulusal bayrak gördün onu düşün biyol. ama nafile her şeyi sen bilirsin zaten.
devam editi: lan bir de bu modellerin istiklal marşında hiç türk lafı geçmiyo diyen sürümleri var. bak ahmet türk'ün de soyadında türk kelimesi geçiyo hadi git dtp'ye üye kaydı yaptır o zaman.
(bkz: götünden element uydurmak) nasıl görmek istersen öyle bakarsın. bence bu durumun özeti budur. ben oldukça fazla gördüm ve şahsen bir tanesini de kendim taşıdım ötesini de artık bunu düşünen arkadaşa sormak lazım. marjinal gruplar için diyebilecek bir şey yok. onlar bu davranışları nedeniyle sana öyle gözüküyorsa tüm işçiler için aynı şeyleri söylemezsin. yani götünden element uydurmana gerenk yok gözün çalışsın ve aklınla paralel olarak işlevini yerine getirsin daha kolay kavrarsın o zaman her şeyi.
denizlerin idamında bulunan ankara savcısı idamlardan sonra "bir tek hüseyin bayraktan bahsetti" der durur. ne o fidanların haksız ölümü onun umrundadır ne de eşitlik adalet istekleri. tek derdi bayraktır.
aynı bayrak fetişistleri burada da aynı mantığı güder.
kimsenin ezilen işçiler ve emekçilerin sorununu çözmeye çalıştığı uğraştığı yok.
ülkesini seven ve emeğin yanında olan insanların "bok atmak için yeter artık götünüzü yırttığınız bakalım daha neler yumurtlayacaksınız bre densizler! " şeklinde haklı isyanlarına ve serzenişlere neden olan önermedir.