suyumuz yok, az su kullanın, siz az su kullanmazsanız biz de zam yaparız diyen devletin; 1 mayısla alakalı alakasız herkese sıktıgı o kadar suyu nerden bulduğu da ayrı bir merak konusu olan gündür.
tarlabaşında bir polisin,postalla yerde yatan bir gencin burnunu ezdiğini... sonra bunu pekiştirmek için izmarit eser gibi bir süre daha uğraştığını gördüm...sonra bu polis akşam çikolata alıp çocuğuna götürdüğünde, çocuk boynuna sarıldığında, acaba tekrar nasıl insan halini alabilir diye merak ettim..
Sen, onlar, senin gibiler anlayana kadar anlatmaya devam edicem. yenilen copları değil , neden cop yendiğini, akciğerlerimin isyanını değil, neden gaza rağmen copa rağmen orada olunduğunu.
Tanım: kuşatılanların gücünden devletin ne kadar ürktüğünün ispatlandığı gündür.
dışarı çıkmak zorunda olduğumda hep içine eden, yolları tıkayan, insanları otobüslerde yollarda sersefil etmeye yarayan bayram.
artık şu kutlamalar otobüs dolmuş seferlerini etkilemesede herkes keyfine baksa diyoruz 2009 yılında hala...
dayak atan polisin tavrını meşru,insanlıktan çıkanlarca öldüresiye dövülenleri suçlu görüp,konu akp olunca demokrasicilik,özgürlükçülük oynayanlara,"ben seni gibi demokratın...." diye küfretmenin bir hak olduğunun ispatlandığı gündür.
dünya iki kampa ayrılmıştır ;
mali sermayeyi ellerinde tutan ve dünya nüfusunun büyük çoğunluğunu sömüren bir avuç uygar ulusların kampı ve sömürgelerin ve bağımlı ülkelerin, çoğunluk olan, ezilen ve sömürülen halklarının kampı. (v. lenin)
her şey bu temel ayrımla başlıyor. musa'nın denizi ortadan ikiye ayırması gibi. ezen ve ezilen. sömüren ve sömürülen. bir de henüz bu kadar kesin çizgilerle ayrılmamış olan ayrımlar var. misal, ezilenlerin ezilmesine ses çıkaranlar ile sömürenlerin sömürmesine razı gelenler. bir gün her şeyi sineye çekmekten vazgeçecekleri düşüncesinin yüzü suyu hürmetine, ters dönecek anahtarlar bir gün elbet..
bugün, sadece anahtarların bir gün başka dünyaların kapısını açacağı umudunun peşine düşüp, tazyikli suları jopları biber gazlarını yiyeceklerini bile bile taksim'e giden o insanların günü..
sadece emekçi, işçi, sendikacı olanların değil, tüm o insanların haklarını savunan insanların günü..
bir türkiye geleneği haline getirilen taşlı sopalı eylemlerin, sokaklarda can havliyle koşuşan insanların, kendilerine verilen görevleri abartıp kendilerinden geçen polislerin, saçlarından sürüklenen kadınların, -mış gibi yapmaktan usanmayan makam sahiplerinin, her şeyden bir çıkar sağlamaya çalışan oksijen zaiyatörlerinin, kapitalizme hayır! derken her şeyi kapitalizme alet eden burjuvazinin günü..
aslında diğer 1 mayıslardan pekbir farkı yoktu bugünün.. yine aynı yurdum ve insanı manzaraları. bilindik. ve malesef alışıldık.
bundan 150 sene önce 7 kişinin ölümüyle kazanılmış zaferin, 31 sene önce yitirilen 37 canın anısına yine taksim'de olunacaktı. ama izin verilmedi. çeşitli sebepler sunuldu önümüze. 15 milyon nüfuslu kent dendi önce. sonra ''allah, sevdiği kuluna önce kaybettirir, sonra buldurur'' durumunu yaşayacağımızı düşündüren ''1 mayıs tatil oluyor'' haberi atıldı. resmi ya da çoğunluk bir dinden bahsetmesinin, sahip olduğu devlet rejiminin temel niteliklerine buram buram aykırılık teşkil ediyor oluşunu unutan ve dini bayramlarda oradan alıp buraya kopyala yapıştır yaptıktan sonra tatili 9 güne uzatmayı her sene başaran ve bu sırada ülke ekonomisini zerre düşünmeyen kişi kurum ve kuruluşlar, 1 mayısın tatil edilmesini ''ülke ekonomisi''ni bahane ederek reddediyorlardı. demokrasiden anladığı sadece türban olan iktidar partisi ve saz heyeti, ağız birliği etmişçesine aynı türküyü çığırıyorlardı. hülya avşar'ın ''bülent ersoy bile detone olur, ben olmam'' dediği sıralarda, başbakan '' ayakların başları yönnettiği bir ülkede kıyamet kopar. '' diyordu, sesi hiç titremeden. anayasa hukuku derslerinde ''karizmatik liderlik'' konusunu işliyorduk biz, hitabet sanatının inceliklerine değinmeden edemeden. hülya avşar o sırada yine bir açıklama yapıyordu vergi rekortmenleriyle ilgili, ''armut gibi dizilmişler'' gibisinden, geçen senelerde uzatılan her mikrofona ''ben şu kadar vergi verdim, en birinci benim, şampiyon belli ağalar ikinci kim? ahahah'' diye kustuğundan bihaber. başbakan'a cevap gecikmiyordu, pakize suda ''başbakan, özeleştiri yapıyor'' diyordu, öyle başa böyle ayak demek istercesine. sonra kesinleşiyordu 1 mayısın tatil olmayacağı. ''emek ve dayanışma günü'' ilan ediliyordu 1 mayıs, sanki daha önce başka isteklerle kutlanıyormuş gibi. yarım elma, gönül alma oldu bittisine getiriyordu hükümet. çünkü taksim hala gösterilere- göstericilere yasaktı. türk-iş bizi şaşırtarak hükümete karşı geliyordu. disk ve kesk ortak hareket edeceklerini açıklıyordu. eskişehir'den, ankara'dan bir sürü dost ''geliyoruz!'' diyordu telefonun ucundan. hükümetle sendika resmen inatlaşıyordu. sendikaların kararlılığı bugün başbakan'ın ''bu kadar kararlı olacaklarını tahmin etmemiştim'' sözlerine de yansıyacaktı. kararlı olan sadece sendikalar değil, partiler ve örgütsüz yurttaşlardı aynı zamanda. kararlı olmanın yanında herkeste bir de korku vardı. aile fertleri daha bir hafta öncesinden başlamışlardı aramaya, ''olaylara bulaşma!''. pekçok arkadaşımız '' ben perşembe günüm yokum.'' diye yer ayırtıyorlardı evlerinin en rahat koltuğuna. bazılarımız taksim'e gidemesek bile, kadıköy veya çağlayan'a katılırız diye düşünüyordu. diğer bölgelerde örgütlenme sağlanamadı. kadıköy bu sabah bomboştu. polislerin sıradan bir eylem için aldığı önlemler dahi yoktu alanlarda. kadıköy'ü bir bugün, bir de bir kış sabahı kar yağışında bu kadar boş gördüm.
tüm inatlaşmalara rağmen yurdun dört bir yanından gelen insanlar taksim'e en yakın alanlarda konakladılar, sabahın kör saatlerinde iptal edilecek vapur - tramvay- metro- otobüs seferlerini düşünmeden yollara döküldüler. saat 7'yi yalnızca 3 geçiyordu. disk üyelerinin binaya hapsedildiğini, şimdiden çatışmaların başladığını izledim televizyondan. okula diye çıktım. sokaklar bomboştu. farkında olmadan darbe mi oldu lan acaba diye düşündüm, polis, tank, panzer, asker göremeyince rahatladım. anayasa dersi vardı bugün. 200 kişilik anfi normal koşullar altında hıncahınç dolu olurken, bugün sadece 47 kişi vardı sınıfta. gönül ''vay be ne çok insan varmış anfiden giden'' demek isterdi ama olmadı. çoğu insan korktuğu için gelmemişti. korkup gelmeyen insanlar yerine korkmadan anayasal hakkını kullanan insanlardan geliyordu haberler. acı acı. öğleden sonra, vakt-i zamanında pek mühim(!) bir insanın ''tanırım, iyi çocuktur'' dediği celaleddin cerrah ''olaysız geçti'' açıklamasını yapıyordu. eylemcilere ''kontrollü'' şekilde müdahale edildiğini söylüyordu. ne tuhaf ki, onun da sesi hülya avşar gibiydi. ne de olsa, bu ülkede bülent ersoy bile detone olurdu ama hülya avşar olmazdı. o sırada kameralar 2008 1 mayısına damgasını vuracak bir görüntüyü getiriyordu ekranlara ; http://www.youtube.com/watch?v=fcb0h7vzic8 akıllara hemen 2007 1 mayısına damgasına vuran o görüntü geliyordu, -masis kürkçügil- dayak yiyordu bir kafede, ailesinin yanında. en başta da demiştim, değişen bir şey yoktu yurdum insanı için. bilindik. ve malesef alışıldık. oysa berlin'de, venezüella'da ''olaysız'' geçiyordu 1 mayıs.
polise yükleniyordu herkes. bazı bölgelerde kontrolü tek başına sağlayamayan polisler için, jandarma desteği sağlanmıştı. çorlu'dan, rize'den destek kuvvetler geliyordu. hastaneye kaçan göstericiler için gaz bombası atıyordu polis hastaneye. bir baba çocuğunu sallıyordu kameralara doğru, ''çocuk var burada'' diye. yan tarafında lösemili hastalar kalıyordu binanın. polis, hastalarını korumaya çalışan bir doktora da gösteriyordu copunu. disk binasına atılan 2. biber gazı orada bulunan 2 kişinin kalp spazmı geçirmesine neden oluyordu. nefes alamayan, yığılıp kalan insan sayısını hesaplayamıyordu ekonomistler. ekonomistlerin hesaplayamadığı bir başka şey ise, verilen zarardı. bütün dükkanlar kapalıydı. 1 mayıs tatil edilmediği halde, bütün dükkanlar kapalıydı. kaldırım taşları, saksılar, sopalar vardı kepenklerin önünde. bu, o dükkanların bir süre daha kapalı kalacağını gösteriyordu. kişi başına düşen milli gelir 9.333 dolara yükseldi diye sevinen, sırf bu yüzden gsmh hesaplamasını değiştiren ekonomistler bugünün bilançosunu çıkartamıyorlardı. olayları dışarıdan izleyenler, polislerin çocukluğuna inilmesi gerektiğini düşünüyordu. vakt-i zamanında ''önümüze gelene bin tekme!'' oyununa o kadar kaptırmışlar ki kendilerini, sanırım hala çocuk sanıyorlar kendilerini. sonra, bazı polisler de vardı orada, allah'ım neden hepsi böyle değil? dedirten. meslektaşlarının bir genç kızı dövmesine sinirlenip, o'nun önünde kendini siper eden polisi, eylemcilere plastik mermiyle müdahale ettiği için ekibini dağıtan amiri her yerde görmek isteriz. eminim ben, böyleleri de vardı alanlarda. çok değildi, ama onları görmemek olmazdı.
cehepe'den ''olaylı'' şekilde ayrılan mustafa sarıgül'e emanet şişli'den görüntüler ise, tam bir ironi örneğiydi. yurttaşların büyük çoğunluğu '' güleryüzlü, temiz şişli '' yazısının altında ağlıyordu.. chp milletvekili ahmet ersin, bana göre günün konuşmasını yapıyordu ; "istanbul'da bugün sokağa çıkma yasağı uygulanıyor. kara ve deniz ulaşımı durduruldu. 12 eylül yönetiminin bile yapamadığını, bu hükümet yapmıştır... o pala bıyıklı emniyet müdürünü uyarıyorum. gün gelecek hesap sorulacak. 'orantılı güç kullanacağız' diyen vali'ye de buradan orantılı zeka kullanmanın önemini hatırlatıyorum". disk genel başkanı süleyman çelebi, disk binasının 2 kez kuşatıldığını, diğerinin 12 eylül döneminde olduğunu ancak, bugün yapılanların 12 eylül dönemini bile geçtiğini söylüyordu. 1.556 biber gazı kullanılıyor, sadece bir bölgeden 500 kişi gözaltına alınıyordu. bütün bunlar, olanları doğruluyordu.
disk genel başkanı süleyman çelebi, son olarak '' isterlerse geri adım attılar desinler, biz bugün bir faciayı önledik. şu an ölümlerden de bahsediyor olabilirdik.. '' dedi ya, ne kadar doğru dedi. ayakların baş olmaya çalıştığı bu günde(!), kıyameti andıran görüntüler, iyi ki - şükür ki - ölümle sonuçlanmadı. yoksa bunun altında kimse kalamazdı. 77'nin, 78'in failleri hala bulunamadı evet ama, güldal mumcu'nun zamanında mehmet ağar'a dediği gibi, ''duvarın altında kalmak'' da var.
demokrasinin ilkelerinin ''tazyikli su, cop, panzer'' olarak sayıldığı, hukuk devletinin yerini polis ve faşist devlete bıraktığı bu günde, emeğinin peşinden giden tüm yurttaşlara selam olsun..
((1 mayıs'ı işçi bayramı olmaktan uzaklaştırıp, polisle çatışma günü haline getiren, ne idüğü belirsiz insanlar için de lenin'in bir sözü var : '' genel olarak devrimci ve sosyalizm yandaşı ya da komünist olmak yetmez.'' ))
hamiş: koca bir yaz boyunca ankara'yı susuz bırakıp, ''orantısız'' su kullanımının alasını yapan hükümete ayrı selam olsun.
üzerinden geçen zaman zarfında hemen unutulmuş, olayları kışkırtan görevlilerin hiç bir ceza almadığı, kendi insanına teröristmişçesine muamele eden ve bununla övünen celalettin cerrah'ın sonunda istifa etmediği bir zamanların milli bayramı. artık polislerin yakın dövüş ve cop tekniklerini geliştirdiği alıştırma aktivitesi olan günün 2008'deki versiyonu.
devleti yeniden gördüğümüz 1 mayıstır. velakin tkp'nin taksime çıktık diye duyurdukları eyleme dair bir şey sölemek gerekir; birincisi çıktıkları yer taksim meydanı değil taksim'in harbiye yönündeki girişine bağlanan şimdi ismi aklımda olmayan bir cadde. Sanki oraya söke söke gelmiş gibi konuşuyorlar belli ki önceden pazarlık edilmiş uslu çocuklar orada açıklama yapıp dağılma konusunda anlaşmış. Aksi olsaydı taa Şişli'de sabahın köründe saldıran polis öğle vakti Taksim'e 200 metre mesafedeki yere öyle yığın halinde (onlar buna örgütlü diyor) gelmeye müsade etmezdi. Çok açık ki TKP Taksim'e yürümeye niyeti olmadığını önceden izah etmiş. Hadi bunlar taktik pazarlık meselesi saygı duyulabilir ama Türkiye Kemalist Partisi'nin 1 Mayıs'ı Vahdettin hayaletiyle boğuşarak geçirmesi zavallılıktır. CHP'den ne farkı var 1 Mayıs gibi devrimci enternasyonalizm gününü "AKP'yi istemiyoruz"a indirgemenin? Murat Belge bir yanda, TKP diğer yanında bu kısır madalyonun. SABIR YARABBI!