başlık her şeyi anlatmıştır. çok içler acısı bir durumdur.
empati kurun 1 günlük ömrünüz var. onuda camdan çıkmak için harcıyorsunuz.
karşınızda gördüğünüz manzaraya ulaşmak için heyacan ile cama çarpıp duruyorsunuz.
yılmadan usanmadan defalarca deniyorsunuz. kanadınız ağırlaşana kadar tekrarlıyorsunuz.
en sonunda yere yığılıyor, hafif hafif kanatlarınızı çırparak,
çiçeğe bakıp, son nefesinizi veriyorsunuz. çiçekten bir nefes çekmeden,
kırlarda bayırlarda özgürce uçmadan, hayata kopup gidiyorsunuz.
kimbilir belki birileri tarafından koleksiyon süsü, belkide kitap arası oluyorsunuz...
camdan çıkıp gitmesi için yardımcı olunmamış bu kelebek hayatını yaşayamadan ölüp gitmiştir.
o değil de biz de öyle değil miyiz? hayatımız 70 sene. bunun 10 senesini bebek olarak geçiriyoruz. 20li yaşlarımızda seks, gezme tozma gibi aktiviteler için mükemmel fırsatlar yakalayabilecekken paramız olmuyor ve hayat bize çok garip açılımlar yapıyor. sonra 30lu yaşlarımız geliyor. köpekler gibi para kazanıyoruz, al götüne sok paraları der gibi köpek gibi çalışıyoruz, zamanımızı işimize, karımıza ve çocuğumuza veriyoruz. sonra da 40 lı yaşlar geliyor. karizma sahibi bir insan oluyorsun ve sikindirik hayatında yaşıyorsun. 50li yaşlara geliyorsun. çükün düşüyor. artık kalkmıyor. emekli oluyorsun belki, ve bir boka yaramıyorsun. çocukların siktir olmuş başka yerlere gitmişler. karınla yalnız başınasın. ki karın da ölmemişse. sonra bir 10-20 sene sonra da ölmeden önce gidiyorsun bir huzur evine. bayramlarda falan camdan bakıp kalıyorsun. kent şekerleri reklamını çekiyorsun. sikerler böyle dünyayı.
başlığı okurken ağladım lan. öyle böyle değil şaka değil lan harbici.
bu başlık geçen yaşadığım bir olayı hatırlattı bana. bu yazıyı hayata dair iç burakan detaylara yazacaktım vazgeçtim. ayrı bir başlık açacaktım, kafa yormak istemedim.( 50 karakter melli karakter ) uğraşmadım. bu kelebeğe benzettim olayı, o yüzden buradayım. anlatmak istiyorum bu kadını;
kocasıyla beraber bakkalda duran, karnı burnunda olan, hamile olan emel ablamı, hayata devamlı gülen bu tatlı kadını.
40 lı yaşlarındaydı ve ilk kez bebek bekliyordu bu kadın. ilk çocukları olacaktı. ne zaman bakkala girsem kızına patikler, kazaklar falan örerdi. '' ooo kukla abisi 2 ayı kaldı . oo kukla abisi 1 ayı kaldı '' diye neşesini paylaşırdı. şafak saydırırdı bana. zira çok samimiydim emel ablayla , kendi ablam gibiydi o benim. bebeği olacağının haberini duyunca emzik bile almıştım ona. ve derken sancılanmıştı ablam.
hastaneye kaldırmışlar. onuda dükkanlarının kapalı olduğundan anlamıştım. hemen telefon ettim kocasına '' ahmet abi hayır olsun inş. neredesin'' dedim. hastanede olduğunu söyledi, doğum olmuş. fakat ahmet abide titrek bir ses tonu vardı, sevinç değildi bu. dertli kederli gibiydi, zira boğazları düğümleniyor, yutkunuyordu. durumu öğrenmek, bebekle emel ablayı görmek için tarif ettiği hastaneye doğru gittim.
koridorda ahmet abiyi gördüm sırtını duvara dayayarak çömelmiş, dizlerine de kapanıp saçlarını avuçlamıştı. kötü bir şeyler olduğunun resmiydi bu.
diz çöktüm yanına ''abi noldu'' dedim. sarıldı bana ağladı.
( küvöze koymuşlar kızını, yaşaması mümkün değilmiş, durumu çok kötüymüş.) şok oldum.
işin acı tarafından biriside emel ablaya bunu söyleyememesi... küvözde olduğunu biliyormuş fakat...
yıkıldım bunları duyunca ve ilk kez bir hastanın yanına gitmek istemedim. ilk kez o kapılar bana bu kadar dar geldi. giremedim içeri. geri döndüm. önce bebeği görmek istedim.
ve büyük bir camın arkasından küçük bir camekanın içindeki bebeğe baktım.. 1 günlük bebek. 1 günlük kelebek...
ağlattı beni bu manzara. ağzındaki hortum, üzerinde teller meller sinir etti beni. gözyaşımı silip emel ablanın odasına çıktım. gelip görmeden gitmek, iki lokma bir şeyler demeden ayrılmak olmazdı. kapısını çalıp içeri girdim.
askerdeydim. camlari silerken kazayla camda duran kelebegin uzerine cam sil sıkmış ve kelebegin kanatlarinin birbirine yapismasina sebep olmustum. yapis yapis olan kanatlari ayirmaya calisirken, zarar verebilirim diye kurumaya birakip, ertesi gun kurtarma islemine devam edecektim. ama ertesi gun baktigimda, kelebegimiz hakkin rahmetine kavusmustu. olumunden bizzat kendimi sorumlu tutmus, ve buyuk uzuntu duymustum. gercekten icim ciz etmisti. cunku kelebekler guzel canlilardi. oyle sivri sinek gibi isirmazlardi.
ama....
kendimi bugune kadar bosuna yipratmisim. cunku zaten kelebeklerin omru bir gunmus. yani ben o kazaya sebebiyet vermesem bile, kelebek asgari yasam limitini doldurdugu icin olmus.
yillar suren bir sucluluk duygusu uzerimden kalkti. vicdan azabi ne kotu seymis. ama kurtuldum artik.