gericilerin kuşatmasındaki bir ülkede bunalan bir aydının klasik söylemidir.
roland garros'ta nadal'ın maçını seyrettikten sonra bir sokak kafesinde mola verip kahvemi yudumlarken, dergimi okuyor olsaydım. seine nehrinin kıyısında dolaşarak, balkonundan eyfel'in göründüğü eski tarz eve dönüp duşumu alsam, akşam sophie'yle buluşup monmartre mahallesinde bir bistro'da kırmızı şarap eşliğinde bir yemek yiyip, sonrasında bir gece kulübünde kurtlarımızı döksek, sonra eve dönüp al takke ver külah olsak. sabah o uyanmadan kalkıp, balkonun kapısını açıp uyanmakta olan Paris'e baksam. Dışarı çıkıp, köşedeki fırından bir francala ile croissant alıp eve dönsem, kahvaltıyı hazırlayıp bir tepside ona yatakta sunsam. Sophie duş alıp, işine gitmek üzere hazırlanırken, onunla ertesi gün arabaya atlayıp isviçre'de Leman gölü kenarında sakin bir otele gidip hafta sonunu geçirmek için sözleşsem...
ah ulan ah, haliyle tüm bunları yapamadığımızdan, matrix'teki gibi bir hap olsa da içince güzel, rasyonel her şeyi unutsak, cahillik mutluluktur'dan hareketle, her söylenene körü körüne inanan gerzek bir akepeli'ye dönüşsek. bu ülke başka türlü çekilmez amk.