Evvel zamanda, Mezopotamya topraklarında doğmuş bir efsane Şahmeran. Yüzyıllardan beri anlatıla gelmiş çeşitli coğrafyalarda. Özellikle yılanlık bir bölge olan Adana-Misis'te ve Mardin'de.
Tahmasp isminde uzun boylu, geniş omuzlu, esmer tenli, çok yakışıklı bir genç yaşarmış zamanın durduğu bu şehirde.
Binlerce yılanın yaşadığı bir mağaraya yanlışlıkla girmiş Tahmasp. Mağaranın içi o kadar karanlıkmış ki hiçbir şey göremiyormuş, yalnızca etrafında dolanan yaratıkların sesini duyuyormuş. Çaresizlik içinde beklerken bir ışık huzmesi belirmiş. Işık huzmesi kendisine yaklaştıkça gözleri kamaşan Tahmasp, ellerini gözlerine siper ederek etrafında gezinen yaratıkların ne olduğuna baktığında uzunu, kısası, yeşili, siyahı ile envai çeşitte binlerce yılanın çevresini sarmış olduğunu fark etmiş. Yılanların hepsi kafalarını kaldırmış, gelen ışık huzmesine doğru bakıyorlarmış. Tahmasp'ta onların baktığı yöne doğru bakınca birden dona kalmış. Çünkü Tahmasp, bu zifiri karanlık mağaranın içinde hayatında gördüğü en güzel kadının yüzünü görmüş birden. Ona doğru daha dikkatli bakınca kadının belden aşağısının yılan olduğunu fark etmiş. Kadın ona doğru ilerliyormuş, tam karşısında durmuş, gülümseyerek elini ona doğru uzatmış. Ve demişki;
- Korkma benden Tahmasp. Ben yılanlar ülkesinin kraliçesi Şahmeranım. Benden sana zarar gelmez. Ben dünya düzeni kurulmaya başladığı andan beri vardım. Krallığıma hoş geldin. Bundan böyle benim misafirimsin. Şimdi yat ve dinlen. Sonra seninle uzun uzun konuşuruz. Böyle deyip geldiği yoldan geri gitmiş. Tahmasp gördükleri karşısında yaşadığı dehşeti ve şaşkınlığı üzerinden atmaya çalışarak olduğu yerde kıvrılıp uyumuş.
Ertesi sabah uyandığında Şahmeranı karşısında mükellef bir sofranın başında otururken bulmuş. Tahmasp'ı kahvaltıya davet etmiş Şahmeran. O ise gözlerini şahmerandan alamıyormuş. Şahmeran'da ona bakıyormuş kendinden geçmiş bir halde.
Bak Tahmasp demiş. Ben insanlığın bütün tarihini biliyorum. istersen sana anlatayım deyip başlamış anlatmaya. Anlatmış, anlatmış, anlatmış günler boyu. Bu sohbetler sırasında Tahmasp ve Şahmeran arasında tarihin en soylu aşklarında birisi başlamış.
Gel zaman git zaman Şahmeranın anlatacağı bir şey kalmamış artık. Tahmasp'ta anasını ve yeryüzünü özlemeye başlamış. Bir gün dayanamamış ve düşüncesini Şahmeran'a da açmış. Sevdiğinin kendisinden sıkıldığını ve artık gitmek istediğini duyunca önceleri kesin bir dille reddetmiş Şahmeran. Ancak günler geçip Tahmasp'ın üzüntüsünden eriyip bittiğini görünce dayanamamış ve ona şöyle demiş:
-Ey Tahmasp beni iyi dinle, sözlerime iyi kulak ver. Biliyorum, gitmene izin verirsem sende bana ihanet edeceksin ve yerimi diğer insanlara söyleyeceksin. Ancak bu topraklarda aşklar ölümünedir. Seni çok sevdiğimden dolayı üzülmene dayanamıyorum. Bu sebeple gitmene izin veriyorum. Ancak bana bir söz vermeni istiyorum. Ne sebeple olursa olsun başka insanlarla beraber suya girme.
Tahmasp sevinçle Şahmerana sarılmış ve ona asla ihanet etmeyeceğine dair yeminler etmiş.
Tahmasp mağaradan çıktıktan sonra bir köye yerleşmiş ve marangozluk yapmaya başlamış. Arada sırada da gizlice mağaraya giderek Şahmeranı ziyaret ediyormuş. Ancak bu mutlu günler uzun sürmemiş.
Tahmasp'ın yaşadığı ülkenin kralı bir gün amansız bir hastalığın pençesine düşmüş. Ülkenin bütün hekimleri gelmiş ama kralın hastalığına çare olamamışlar. Kralın kötü kalpli bir veziri varmış. Vezir her seferinde krala hastalığının tek çaresinin Şahmeranda olduğunu söylüyormuş.
Onun etinden bir parça yemesinin kralın hastalığının dermanı olacağını kralın kafasına sokmuş. Kralda Şahmeranın bir an önce bulunmasını emretmiş. Bütün ülkede Şahmeran aranmış. Sonunda bilge bir adam bütün insanların gruplar halinde hamamlara ve nehirlere sokulmasını tavsiye etmiş böylece Şahmeranın yerini bilen varsa onu bulabileceklerini söylemiş. Vezirde ülkedeki herkesi hamamlara sokmaya başlamış. Askerler Tahmasp'ın yaşadığı köye de gelmişler ve herkesi toplayarak büyük bir hamama götürmüşler. Tahmasp Şahmerana verdiği sözü hatırlayarak önce gitmek istememiş. Ancak askerler onu zorla içeri sokmuşlar. Tahmasp hamama girdikten sonara herkesin gözünün üzerine dikildiğini fark etmiş. Kendisine bakınca bütün vücudunun yılanlarınki gibi pullarla kaplandığını fark etmiş. Askerler hemen Tahmasp'ı yakalayarak vezirin huzuruna getirmişler. Kötü kalpli vezirin amacı kralı iyileştirmek falan değilmiş. Şahmeranı yakalayıp dünyanın bütün sırlarına sahip olmak istiyormuş. Tahmasp'a günlerce işkence yaptıktan sonra Şahmeranın yerini söyletmiş. Askerler hemen gidip Tahmasp'ın söylediği yerde mağarayı bulmuşlar ve Şahmeranı oradan çıkarıp saraya getirmişler.
Şahmeran ve Tahmasp kralın huzurunda karşı karşıya gelmişler. Şahmeran üzüntülü ve utanç dolu Tahmasp'a dönmüş:
. Ey sevdiğim, üzülme. Biliyorum ki sen bana kendi canın için ihanet etmedin ama bende sana dememiş miydim bu topraklarda aşklar ölümünedir diye. Bak şimdi anladın mı? Sen üzülme ne olur!
Tahmasp Şahmeranın bu sözleri karşısında daha da utanmış. Şahmeran sözlerine devam etmiş.
. Şimdi size sırrımı vereceğim. Kim ki benim kuyruğumdan bir parça koparıp yerse O bütün dünyanın sırrına ve gizemine vakıf olacak. Her kim ki benim kafamdan bir parça koparıp yerse o da o anda öte dünyayı boylayacak.
Şahmeran daha sözlerini bitirmeden kötü kalpli vezir elinde kocaman kılıcı ile atılıp Şahmeranın bedenini iki parçaya ayırmış. Ve kuyruğundan bir parça koparmış Tahmasp'ta duyduğu acı ve utancın etkisi ile fırlayıp oracıkta ölmek için sevdiğinin, Şahmeranın kafasından bir parça ısırıvermiş. Kötü kalpli vezir kuyruktan kopardığı parçayı ağzına atar atmaz oracıkta can vermiş. Tahmasp'a ise hiçbir şey olmamış Şahmeran son anda yaptığı planı ile bütün bilgisinin sevdiğine geçmesine sebep olmuş. Ancak Tahmasp sevdiğini kaybetmenin acısına dayanamayarak kendisini dışarı atmış ve dağ bayır, ülke ülke dolaşmaya başlamış. O günden sonrada Lokman Hekim efsanesi almış başını yürümüş...
+ bir çoçuğu bir odaya kapatmışlar, sadece yemek vermişler kimseyle ne konuşmuş ne görüşmüş. 10 yaşına geldiğinde hangi dili konuşmuş?
- tarzanca abi.
+ olurmu lan arapça.
sarah vakti zamanında ingilterinin en ünlü sigara fabrikasının sahbinin kızıydı, o dönemde ekonomi okuyan sarah okuldan kalan boş vakitlerinde babasının fabrikasına gelip, kendisini iş hayatına hazırlamak amacıyla babasına yardım ediyordu, günlerden bir gün sarah üretim hattında incelemeler yaparken genç bir türk işçisiyle tanıştı, zamanla türk gencine aşık olan sarah için tek engel babasının izniydi. ve artık sevdiği ve evlenmek sitediği bir erkek olduğunu babasına da anlatmaya karar verdi. bir akşam yemeğinde konuyu babasına anlatan sarah'a babası bu gencin kim olduğunu sordu, sarah babasının katı soru sorma tarzından, bu ilişkiye onay vermeyeceğini anlayıp bu gencin kim olduğunu babasına söylemedi. bu gencin ismini çok öğrenmek isteyen baba ise ne kadar sorduysa sorsun bir türlü kızından cevap alamadı. ertesi gün babasının bu tavrını sevgilisine anlatan sarah bir sonraki gün aşık olduğu gencin işe gelmediğini gördü, daha sonraki günlerde aynı durumda devam edince sarah yardımcılarını aşık olduğu genci bulmaları için görevlendirdi. asistanlar bir süre sonra acı haberle döndüler aşık olduğu genç intihar etmişti. o gece sarah düğününde giyemediği beyaz gelinliklerini giyip gece fabrikaya gitti, ve üstündeki beyaz gelinliğiyle birlikte intihar etti.
ardında tek bir not bırakarak, ''murattı''.
ertesi sabah fabrikaya gelen babası, istemedende olsa kızını kaybetmenin verdiği acısıyla tanışmıştı. işte o gün bugündür o sigaranın adı murattı dir. ve filtresi diğer sigaralardan farklı olarak beyazdır.
basit bir olayın ya da durumun, kulaktan kulağa dolaşarak, değişmesiyle oluşmuş efsanelerdir.bahsedilen olay nekadar cok kulak gezerse; o kadar yalandır.
şimdi size bir örnek vermek istiyorum efendim
olay: bir gün hocanın biri sınavda 4 tane bilgi sorusu sorduktan sonra bir tane de yorum sorusu sormak ister ve seslenir: şu elimde gördüğünüz sandalyenin varolmama durumunu aksiyomatik olarak değerlendiriniz.
öğrencilerden biri dalmıştır: ne? sandalye? hocam soruyu tekrarlar mısınız?
hoca: tamam yavrum.......
birinci kulak: 'lan olum bizim okul bi hoca finalde tek soru sormuş o da ne biliyo musun? göstermiş bi sandalye bence bu sandalye yoktur demiş. hadi ispatlayın bakalım demiş yaaa.'
ikinci kulak: 'lan olum bizim arkaşın okulunda bir hoca finalde tek soru sormuş o da ne biliyo musun? göstermiş bi sandalye bu var ya demiş. sonra size girsin demiş.sonra da sormuş: zoruna giden var mı? sonra elini kaldıranları bırakmış yaaa.'
üçüncü kulak: 'lan olum okulun birinde bir hoca finalde tek soru sormuş o da ne biliyo musun? göstermiş bi sandalye bunun varolmadığını kanıtlayınız demiş. sonra öğrencilerden biri kalkmış demiş ki: ne sandalyesi? yaa hocam bırak allaisen boyle soru mu olur yaaaw demiş yaaa.'
.
.
.
.
.
n. kulak:* 'lan olum felsefeden bir hoca finalde tek soru sormuş o da ne biliyo musun? bi sandalye göstermiş bunun olmadığını kanıtlayınız demiş.
öğrencilerden biri ne demiş biliyo musun? hangi sandalye? demiş 100 almış eleman yaaa.'
bir kişinin söylediği yalanın kulaktan kulağa değişerek artık söyleyenin de inanır hale gelmesi, kısaca efsane haline gelmesi.
ör:halicin altının bizans altınlarıyla dolu olması