"Atıf Hoca, şapka devriminden önce yayımlamış olduğu Frenk Mukallitliği ve Şapka risalesinde Müslümanları amel-iman bütünlüğüne davet ediyordu. Müslümanların Müslüman olmayanların kılık kıyafet ve kültürel alışkanlıklarına benzemeye çalışmasının caiz olmadığını söylüyordu. Bir Müslüman ile Hıristiyanın veya bir Yahudinin kılık kıyafetinden ayırt edilebileceğini, hatta edilmesi gerektiğini savunuyordu. Kendi ifadeleriyle "Batı medeniyeti ancak insanın hayvani ve cismani yönüne hizmet ediyor"du.
26 Aralık 1925'te, risaleyi yayınlayan ve dağıtanlarla birlikte, 13 kolluk kuvveti gözetiminde Ankara'ya gönderildi. 26 Ocak 1926 Salı günü Ankara istiklal Mahkemesinde yargılandı. Risaleyi kanunun çıkarılmasından önce yayınlamış olduğunu, içerikleriyle ilgili görüşlerinden vazgeçmemiş olduğunu, bununla birlikte kanuna karşı bir harekette bulunmadığı şeklinde bir ilk savunma yaptı. Mahkeme başkanının şapka ve sarığı karşılaştırarak, ikisinin de bez parçasından ibaret olduğunu söylemesine karşılık, hakimin arkasındaki bayrağı göstererek onun hammaddesinin de ingiliz bayrağının hammaddesiyle aynı olduğunu söyleyerek cevap verdi.
Savcı, iskilipli Âtıf Hoca için 3 yıl hapis cezası istedi. Mahkeme, müdafaa için bir gün sonraya bırakıldı. Ancak Atıf Hoca savunma haklarından tümüyle vazgeçtiğini belirterek idama götürülmesine razı bir tutum aldı. Ertesi gün, mahkeme reisi Ali Çetinkaya, müdafaa yapmaya gerek görmeyen Atıf Hoca'yı idama mahkûm etti. Atıf Hoca 1 hafta sonra Ankara Samanpazarı Meydanı'nda asıldı.
Ölümünden sonra Ankara'da bulunan mezarı bulunduğu park yerinden 2009 yılı başında iskilip Gülbaba mezarlığına taşınmış ve 2010 yılı başında kamuoyunun bilgisine sunulmuştur"
Yani bildiri dağıtmış oro...bu cocuğu. Mahkemeye karşı çıkışları da takdire şayan olsa da bu mal adamın asılmasında Mustafa Kemal Atatürk'e belden alta vurmaya çalışanlar yine başaramazlar. Çünkü olay mahalli bir şekilde yerel yetkililerin kararı ile olmuş bitmiştir.
O dönemleri bir düşünelim. Bütün dünyada asılmak elektrikli sandalye ve giyotin (evet fransa da yakın zaman kadar vardı) şeklinde bir sürü idam vardı.
Haa Osmanlı'nın muhteşem demokrasisini konuşacaksak eğer sadece şunu araştırmanız bile yeter.
zamanında reha muhtar'ın sahiplerinin götüne soktuğu iftiradır. görüyoruz ki aynı yalan hala tekrarlanıyor...
olay şöyle cereyan etti: önce emine şenlikoğlu isimli raporlu şizofren karı "bize nasıl kıydınız?" adlı bir roman yazıp, böyle bir olay olduğunu iddia etti. sonra metin "çamurcu" (soyadı gerçekten de bu!) adlı şerefsiz, romandan uyarlayarak aynı isimli bir film çekti!.. izleyen müminler ağlamaktan perişan oldular!...
her şey yolunda gidiyor gibiydi... ne var ki reha muhtar programına 70-80 yaşlarında iki kadın çıkardı. bu kadınlar filmde babalarının cesedinin asılmasının izlettirildiği iddia edilen küçük kızlardı!... kadıncağızlar ağlayıp duruyor, öyle bir olay olmadığını, değil babalarının cesedinin asılması, babaları hakkında dava bile açılmadığını anlatıyorlardı.
metin çamurcu ve emine şenlikoğlu nam şerefsizler bu kadınların cesedinin asıldığı iddia edilen şeyhin kızları olmadığını söylediler!
bunca şerefsizliğe içerleyen şeyhin torunu, annesine ve teyzesine ön ayak olup, söz konusu şerefsizler hakkında dava açtı. davada kadınların şeyhin kızları olduğu ispatlandı. şerefsizler ise değil şeyhin cesedinin asıldığına, yargılandığına dair bile belge sunamadılar!.. mahkeme adalet bakanlığı'na yazdı, bakanlık böyle bir dava görülmediğini beyan etti!...
işte yobazlar böyledir!.. aldıkları nefes bile yalandır şerefsizlerin...