esen rüzgar bazen salt bedenini soğutmaz da ruhunu titretir aynı zamanda. o vakit anlarsın sıradan bir esinti olmadığını. geldiği yönün tersine koşarsın sonra, nedeni bulmak için... oraya vardığında tokat gibi çarpar yüzüne gerçek. her seferinde daha da güçlenirsin, iç sıkıntının sahiden bir nedeni olduğunu gördükçe daha çok emin olursun kendinden. lanetin olur sonra. çoğunlukla haklı çıkıyor oluşun yalnızlığa iter seni ve çekinmezsin karşı tarafın yüzüne vurmaktan.
"omzumdan öpsene" diye kulağıma fısıldadığında film başlayalı yarım saat, sinemada birini öpmeyi bırakalı 10 yıl olmuştu. yanlış mı anladım acaba diye dönüp yüzüne baktım. omzunu hafifçe yukarı kaldırıp gözlerini kıstı. alt dudağını hafifçe öne doğru çıkardı. masum bir bebek olmuştu. bu yüz ifadesini biliyordum, çok tanıdıktı, ancak omuz bu tabloda sırıtan yabancı bir kavramdı. çok tatlı göründüğünü düşünüyor olmalıydı. oysa benim midem bulanıyordu. isteğini yerine getirmezsem bir yerimin eksilmeyeceğini düşündüm. usulca kazağının üzerinden bir öpücük kondurdum. ağzıma bulaşan tüyleri silerken birden başımdan aşağı kaynar sular döküldü. tüm vücuduma sanki yüzlerce raptiye batıyordu. bedenimde karıncalar geziyordu. neydi beni huzursuz eden? neden omzundan öpmemi istemişti özellikle? neden yüzünün herhangi bir noktasından ya da elinden değil de omzundan? neden özellikle ordan, durduk yere aklıma gelme ihtimali olmayan ve henüz ilişkimizin başındayken ve onu hiç öpmemişken?
gözlerimi kapattım. sanki bir yerde uzanıyordum. arkadaşlarımın yüzleri belirdi, tepeden bakıyorlardı. boğuk boğuk sesleniyorlardı "takma bu kadar, her şeyi düşünme böyle manyak mısın?"... sakin olmalıydım, belli etmeden sakince günün sonunu getirdim.
ilk sevişmemizde sonra... bluzunu çıkarır çıkmaz. o yağmurlu günde, ettiğimiz ilk büyük kavganın ardından, barışınca... ikinci sevişmemizde... bir daha sinemada...
artık emindim. çünkü benzer şeyleri çok görmüştüm. bu tipler, eski ilişkilerinin devamlarını bir başkasında yaşarlardı. o çok aşık olduğu çocukla ilgili unutamadığı ne varsa, sende bulmak isterlerdi. ona ait küçük ama unutulmaz detayları göze batmayacak şekilde alışkanlık haline getirmen için oyunlara başvururlardı.
sordum sonra. eski sevgilin mi öperdi omzundan? diye. paranoyak, ruh hastası, arıza gibi bir yerden sonra dinlemediğim yakıştırmalarda bulundu. sonra onu ne zannediyordum ki ben? bir başkasını unutamamış olsa neden benimle olsundu ki? sahi ne kadar saçmaydı, ben neden takıyordum ki bu kadar? eğer güvenmiyorsam... artık bu klişelerden midem bulanmıştı. bir daha konuyu açmamak üzere kapattığımı söyledim, özür diledim ve sinsice köşeme çekildim.
nasıl çözeceğimi biliyordum. uykusunda konuşuyordu. ne sorarsan dürüstçe cevap veriyordu. en kötüsü de telefonda dahi olsak, 30 saniye içinde uykuya dalabiliyordu. birkaç gün bekledim. olay soğuduktan sonra bir gece geç saatlerde, yine daldı gitti.
- uyudun mu?
+ ıhhmm
- seni çok özlüyorum.
+ ben de.
- az kaldı ama gelmeme, napacaksın beni görünce?
+ boynuna atlayacam.
(kıvama gelmişti, bitirici vuruşu yapmak için hazırdım.)
- ahmetle uyur muydunuz birlikte?
+ hıhı.
- omzundan öper miydi?
+ evet
- ilk defa o mu öptü?
+ hıhı
- çok anlamlıydı değil mi senin için ordan öpmesi?
+ hıhı.
- hıhı nın da senin de mına koyim.
şüphe benim lanetim. salak yerine konulmaktan, sahte sevgilerin ve yapmacık tavırların esiri olmaktansa yalnızlığa iten belki de yegane sebep.
geldiği gibi gitmeyen lanet bir histir. geldiği gibi gitmemeside normal aslında. bir şüphe geliyorsa, sonuçlanmadan gitmesi, bir daha şüphenin gelmeyeceği garantisini vermez. iyi kötü bir netice almak şüpheyi bitirir.