Doğduktan sonra nasıl bitmediyse, bebek, ne olacaanı bilmeden 9 ay ana karnında doğmayı beklediyse, öldükten sonra da bitmez.
Biz herşeyi bilip ispatlayamayız, ama biz ispatlayamıyoruz diye o şey yok diil.
Zaten quantum fiziği çıktığından beri "inanan" bilimadamları türedi!! Süsskind, inanclıdır , einstein da, heissenberg de, hans peter dürr de...dürr kafası çalışan bir kilise rahibiyle, dinle bilim diye sempozyumlar yapmış ve direkt ateistleri davet edip onların sorularını cevaplamış, onları dine davet etmiştir!!
Şaka maka diil hans peter dürr, heissenberg'in öğrencisidir!! Bi kere el sıkıştım ben bu adamla. Ölmeden kısa süre önce!!
Aslında öldükten sonra biten ve bitmeyen şeylerin konuşulması bir tartışma konusudur ancak yine de, siz öldükten sonra daha önce canınızı sıkıp günlerinizi heba ettiğiniz ve sayılı günlerinizde üzülmüş olduğunuz şeylerin bitmesi, artık bir anlamının kalmaması ve ayrıca günden güne hafızalardan silikleşiyor olmanız bir hâyli tuhaftır.
Bunlar ne kadar keskin ve belli olsa da bana hep bir belirsizliği aşılar. Hiç ölmeyecekmişcesine geçirdiğiniz iyi veya kötü günlerin bir anlamının kalmaması aslında her şeyin bitmesi gibi görünür insana. Ne kadar tuhaf.
Biraz edebiyat gibi olacak ama içinizde bir şeyler öldüğünde de aynı duyguları yaşarsınız. Ölmek biyolojik bir eylemden çok sanki geri dönüşü olmayan her durum için geçerli bir koşut sanki.
Bir kağıt parçası yandığında sizin için ölmüştür artık. Ama üzerinde okuduğunuz yazı zihninizde yaşamaya devam eder. Ya da hiç bitmeyecek sandığınız mutluluğunuz bir gün gelip hüzne dönüşmüşse o da ölmüştür. Sadece hatırası kalır.
Ölüm, hatıralarda yaşayan ama eskisi gibi yanı başımızda olmayan her durum için geçerli bir veda konsepti gibi.
Ve herkesin zihnine her geçen gün bir kabir daha ekleniyor.
Ölümün bitkisel hayatın bir tık daha ağır olanı gibi birşey okumuştum bir yerde. Ölümün ilk anlarında beyin fonksiyonlarının kısa bir süre daha devam ettiği, çevredeki sesleri algıladığını savunuyor bir kesim. Mantıklı da gelmiyor değil. Bir anda tüm fonksiyonların durması abes geliyor. Ama öğrenmek için tek bir şansımız var tabi sıradan insanlar olarak.
bu kafa yapısına göre insan ölür her şey biter ve toprak olur, yok olur.
sonra o toprakta bir ot olarak yeniden doğar.
sonra bir öküz o otu yer, kendine yararlı kılar.
sonra onu gübreye dönüştürür ve bok olarak tekrar toprağa bırakır.
bu döngü böyle sürer gider.
ne ruh, ne ukba, ne hesap, ne kitap.
öldün, bitti.
her şeyin bitmesi ifadesi: hayır, o sadece dünya hayatının sona ermesidir. insanı esas yaşatan ve hayat kaynağı olan ilahi cevher, yani ruh, biyolojik bedenden ayrılır. naaş yani ceset yani beden ölür. tüm fonksiyonlarını yitirir. halbuki ruh, yaşamaya devam eder. kendisine belirlenen konumda, boyutunu dünya bilinciyle idrak edemediğimiz bir zaman ve mekânda.
zaten din ve inanç kavramı da burada yakalar insanı esas. bilinmezlik, yokluk, korku, yalnızlık, çaresizlik v.s. olgular sayesinde belkide kimi insanları dine ve inanca sevk eder. öteden beri ölüm insanı korkutur.
halbuki Nasrettin hoca merhum meseleyi kazan fıkrasında basitçe ifade etmiştir. "doğurduğuna inanıyorsun da öldüğüne neden inanmıyorsun" der. gariptir, insanoğlu, yaşadığını bilir görür idrak eder ama ölümü bir türlü kabullenmek istemez. halbuki yaşam gibi ölüm de gerçektir. aklı ve mantığı çalışan iyi bir muhakeme kabiliyeti olan yani düşünen bir insan söyle demesi gerekir: yaşam gerçek, ölüm de öyle. o halde bu yaşam bize lotodan çıkmadı. bizi kim bu dünyaya gönderdi ve niçin. neden doğduk, neden yaşadık neden öldük. nerden geldik, nereye gidiyoruz. "sadece yaşar ve ölürüz" diyenlere inat, sadece yaşamak varsa ölüm niye var o zaman? öyle ya yaşayıp dursalar ya, niye ölüyorlar? ölmesinler. içlerindeki o ölmeme isteği nereden geliyor? kim vermiş kim koymuş o arzuyu oraya? madem öyle niye ölümsüzlüğü istiyorlar? söyleyin söyleyin, korkmayın, çekinmeyin, içinizdekini saklasanız da gizleseniz de açığa hiç çıkartmasanız da o istek var orada. var. çünkü o istek ruhtan geliyor. ruh ise Allah'tan. Allah tır esas ölümsüz. ama hikmet ya işte, ruhun cevherinde de ölümsüzlük arzusu gizli. sanki menşeine çekmiş.
ruh sanki rabbi haykıyor, feryatta, sen ey insan bunun farkında değilsin. içindeki sesi nefsinle bastıramaz hakikati yok sayamazsın gerçekleri örtbas edemezsin. sen istediğin kadar inkar et, ruhun haykırıyor;
allahı
kainatı
dini
ahireti
kıyameti
hesabı
kitabı
mizanı
sıratı
mahşeri
cenneti
cehennemi
var bunlar var. o binlerce masum çocuk hunharca katlediliyorsa eğer, bilki cehennem var. vallahi de var, billahi de var, tillahi de var. cehennemi yaradan Allah'a hamdolsun hamd.....zalimler, bekleyin........
bu dünyanın bir geçici menzil olduğunu, boş olduğunu, kalıcı olmadığı, bir yaradan olduğunu, kainatı alemi, tıpkı senin gibi herşeyi yoktan var ettiğini, ruhun haykırıyor ruhun. sen bunu içten içe duyuyorsun, ama duymak istemiyorsun. anlıyorsun, ama anlamak istemiyorsun. biliyorsun, ama bilmek istemiyorsun. ne farkeder ki, yakında sen de öğreneceksin, biz de, hep birlikte göreceğiz...
ölmek sorun değil de asıl dert etmemiz düşünmemiz gereken nasıl yaşayıp, nasıl ve ne için öleceğimiz önemli.
neyse, her canlı ölümü tadacak, başka bir evrene, boyuta, ahirete, öte dünyaya, başka bir yaşama (neye inanıyor-inanmıyorsanız) canlılar-insanlar evrilecek ya da sadece yok olacağız.
Kim bilir ne olacağımızı, yakında göreceğiz...