Kaçınılmaz bir adaptasyon. Varoluştan itibaren bir seyler dogdu yasadi ve oldu. Aslinda pek bir anlam katmamak lazimdi ölümlülere ki öyle olmaya başladı.
nedeni babamı hiç görmemiş olmam sanırım. ölümle doğunca, ardından pek acı çekilmiyor.
ancak öyle bir zorluyor ki bu kayıtsızlık beni, bu kez bitirebilir.
aynı sıraya oturduğum birisi bu gece can çekişiyor, sağ beyni ölmüş. aynı sınıftaki diğer arkadaşım da yoğun bakımda. geçen hafta aynı kalede maç yaptığımız arkadaşım öldü. ondan önceki ay okuldan bir arkadaşım uçuruma yuvarlandı. nisanda da mahalleden bir arkadaşım yaşamını yitirdi.
bir sene içerisinde üç ölüm... dört, beş belki de yolda...
Kemal Tahir, “Ölü olan yerde neden yavaş konuşuruz?” diye sorduktan sonra, şöyle yanıtlar: “Hepimiz, ölüm karşısında kendimizi suçlu hissederiz de ondan.
bir anne evladını, bir kadın erkeğini, bir çocuk babasını, bir erkek karısını, bir sürü inasan hayatını, bir koca millet insanlığını kaybettiği son günlerde, sıradan cümlelerden oldu artık duyduğumuz ölüm haberleri. ölüm, bir hayatın yok oluşundan çok daha basit anlamlar ifade etmeye başladı kulaklarda.
en korkunç olanı da şehit ve ölüm haberlerinin bize normal gelmeye başlaması oldu belki de. artık eskisinden daha az şaşırıyoruz bu haberlere, eskisinden daha az acı hissediyoruz içimizde. ölümü basitleştiriyoruz git gide. ölüm, bir hayatın yok oluşundan çok daha basit anlamlar ifade etmeye başladı kulaklarda. "kaç tane var" demeye alıştı dudaklarımız.
ne kadar değiştirdi yok olup gidenler hayatımızı? kaçımız planlarımızı iptal ettik? diye düşünüp,
acaba şebeke suyumuza antidepresan karıştırıp bizi stabil hale mi getirdiler gibi saçma bir komplo teorisi bile üretir hale geldim.