ölü yıkamak

    3.
  1. bir insanın ömründe yapabileceği en büyük çılgınlık,
    edindiği en ürpertici tecrübedir.

    kozlu gasilhanesi' nin kapısında beklerken daha başlar kalbi bir telaş almaya.
    Ard arda cenazeler gelmektedir.
    Yaşlıya yakıştırıyor insan ölümü de,
    18 yaşında bir kız geldi mi beyazlar içinde,
    işte o an anlıyor insan.
    ölümü işte o an anlıyor.

    Gasilhanenin kapısından içeri girerken "ölüden değil diriden korkacaksın hocam" diye aymazlığa vurur insan da,
    soğuk, ıslak bir mermerin üzerinde yatan yaşıtın bir genç kızı gördüğünde,
    işte o an anlıyor insan.
    ölümü işte o an anlıyor.

    bir pamuğa biraz aseton damlatıp,
    bir çift soğuk, buz kesmiş eli alırken avuçlarına,
    silerken 18 yaşında bir kızın kırmızı ojelerini,
    kendinden bir şeyler buluyor ya insan hani yanıbaşındaki cesette,
    işte o an hissediyor ölümün gerçekten onu da vuracağını.

    gözkapaklarına dokunmalı bir ölünün.
    Bir ölünün gözkapaklarına dokunmamış insan,
    ölümü anlayamaz.

    bir ölüyü yıkarken hissettiğin en asil duygu,
    merhamettir.
    gencecik yaşta ölmüş bir kız.
    Henüz sevdiği adamla evlenmemiş,
    çocukları olmamış.
    henüz istediği bölümü kazandığını öğrenememiş,
    Yeni aldığı elbiseyi giyememiş bir genç kız.

    Son damla akıp giderken ayak parmaklarının ucundan,
    hiç tanımadığınız bir insanın umutlarına ağlarsınız.
    hiç çekilemeyeceği fotoğraflara ağlarsınız.
    Onu seven insanların yerine,
    son kez bakarsınız gözkapaklarına.

    ve beyaz bir bez parçasına sarıverirsiniz kayıp giden bir hayatı.

    ve seslenirsiniz kapıdan.

    - yakınları gelip alabilir.
    77 ...
  2. 23.
  3. nasıl yaptım, nasıl yapabildim bilmiyorum ama insan bir taneyi yapınca, diğerlerini de yapabiliyormuş.
    seri katil olmanın ilk koşulu gibi, babamın garip atasözü gibi ''2. yi alan 102. yi de alır'' *
    yıkadım işte. ilki çok ağırdı. çok çok ağırdı.

    önümdeki sedyede yatan annemdi.
    saçlarının öldüğü açıkça ortadaydı. sönüktü saçları. tırnaklar ve saçlar uzamaya devam edermiş hikayesine o andan sonra inanmayı kestim. uzasa ne olurdu ki. ölüydüler işte.
    kupkuru bir ölü uzanmıştı önümde. suyu ilk önce yüzüne tuttuk, sonra saçlarına. yavaş yavaş ıslanıyordu.
    normal bir kalıp beyaz sabun. insanın tüm pisliğini alan tek şey bu kalıp sabun mudur? işte o sabun.. ellerine sürdüğünde masumiyet kokan, anneannenin yıkadığı çamaşırları, eski köy kokusunu, küçüklük anılarını aklına getiren o sabun hayatının bundan sonraki bölümünde sana neler ifade edecekti bir bilsen..

    saçlarını sabunladım, yüzünü de.. yüzünde biriken kan parçacıkları ufak ufak dağılıyorlardı. ağzına köpüklü sular ısrarla girmeye çalışıyordu. tadını bilirim berbattır. engel olmaya çalıştım elimden geldiğince.
    gözüne köpüklü sular geldiğinde içim cız etti. o ela gözleri yanardı bu köpüklerden. ama kıpırdatmıyordu bile. kusacaktım stresten...

    sabun ölü tenine değdiğinde ananenin çamaşırları gibi masumiyet kokmuyor. aksine bildiğin morg kokuyor, koca bir ürperti kokuyor, ölüm kokuyor. bunu o kadar net anladım ki... o günden sonra nefret ettim beyaz sabundan.. belki de beyaz olan her şeyden nefret ettim, kefenini de görünce... karmakarışık!

    sağa çevir, incitmemeye çalış, yıka.
    sola çevir, incitmemeye çalış, yıka.
    dualar eşliğinde köpükler dağılsın tüm vücudunda..
    allah'ın huzuruna tertemiz çıksın diye yıka...
    gözyaşlarınla yıka...
    gözyaşlarınla...

    o gün nasıl dayanabildim bilmiyorum, zaten aklımı yitirdim o günden sonra uzun süre... tam ölümün soğukluğu ensemden uzaklaşmaya başlamıştı ki...

    babannem öldü. annemin 1. yılına bir hafta kala. yine bir kurban bayramı. kurban bayramında en yakınlarımı kurban veriyorsam eğer kesilen hayvanların anlamı ne? o konuda hala düşünüyorum....

    yanına girdiğimde takribi 45 dakikalık ölüydü. morga koymuşlardı ama henüz soğumamıştı. yüzünde güler gibi bir ifade vardı. ama huzurla gülümser gibi değil, ibneliğine güler gibi. 3 saniye içinde dirilip tajkip eden 5 saniye içinde tekrar ölecekmiş gibi.
    ölü görmek alışkanlık mı yaratmıştı bilmiyorum, tedirgin olsam da yüzüne bakmaktan ona dokunmaktan kendimi alıkoyamıyordum.
    çıktık...

    ertesi sabah erkenden gittik yanına. kalp krizi sonucu ölmüştü ve çok fazla morarmış olabileceğini söylediler. sen yanına gitme istersen zaten annenin etkisinden çıkamadın henüz dediler. duymazlıktan geldim.
    girdim yanına, üstü tamamen örtülüydü. teneşirde uzanmıştı. ölü yıkayıcı bir önlük verdi. neredeyse yao ming'in boyu kadar. taktım önlüğü. elime bir sünger verdi ve o lanet olası beyaz sabunu. aklımda flaşlar patladı. sadece sustum.

    açtı yüzünü, dokundum. buz kalıbıydı. morarmamıştı.
    ölü yıkayıcı suyu açtı ve başladık yıkamaya...

    sağa çevir, incitmemeye çalış, yıka.
    sola çevir, incitmemeye çalış, yıka.
    dualar eşliğinde köpükler dağılsın tüm vücudunda..
    allah'ın huzuruna tertemiz çıksın diye yıka...
    gözyaşlarınla yıka...
    gözyaşlarınla...

    cesaret işi falan değil ölü yıkamak. şefkat işi.
    savunmasız olan bir güzelliği canın pahasına korumak gibi bir şey. onu ait olduğu yere gönderene kadar kanatların altına almak. ona son görevini yapmak gibi. ona dünyanın en güzel sesinden dünyanın en güzel şarkısını söylemek gibi. onun cansız bedenine ruh vermek gibi.

    bir gün beni yıkarlerken , yattığım yerden onları huzurla izleyeceğim. gözlerime sabun köpükleri dolsa da, o güzel yüzlerini 1 salise daha fazla görebilmek adına kıpırdatmayacağım göz kapaklarımı. söz...
    40 ...
  4. 11.
  5. 15 yasindayim...

    hayattaki tek derdim karsi cinse karsi besledigim hisler. dünyanin en önemli sorunu yazililardan alinma ihtimali olan, olasi kötü notlar. hayat tozpembe.

    o persembe sabahi gibi tipki, henüz yeni kalkmis, uyku mahmuru haliyle, evden cikmadan önce zorla yapilan kahvalti sirasinda. aniden calan o telefonun tüm pembelikleri sileceginden haberi yok kimsenin.

    "annemin basi cok agriyormus, sabahi zor etmisler."

    kimsenin aklinin ucundan bile gecmeyen bir ciddiyetligi var cümlenin, kimsenin o anda anlayamayacagi kadar derin...

    okuldan eve dönüste bombos bulmak evi.

    "üfff, nereye gittiler bunlar simdi?"

    cep telefonun öyle herkeste olmadigi yillar henüz. cok uzun yillar var daha kisi sayisinin cep telefonu sayisina esitlenmesine.

    "e nihayet anne. nerdesiniz siz ya? sabahta..." cümlenin ortasinda susmak, eve yeni giren annenin ve halanin gözlerine bakinca...

    "noluyor ya?"

    "babaanneni... kaybettik..." tamamlanmak zorunda cümle. tek bir kelimeden anlasilacak bir sey degil cünkü, söylemek istedikleri.

    "......................"

    sonrasi derin bir ucurum gibi, yillar sonra bile derinligini tam olarak ölcmeyi basaramadigim. rüya gibi her sey, simdi uyanacagim, birazdan uyanacagim diye kendi kendini telkin etmek, kafayi siyirdim, eminim bundan diye teshisler koymak, sakinlestiricilerle ayakta durmak... en cok da gözyasi ama o günlerden hatirda kalan... tuzlu gözyaslari...

    cenazeyi alip köye götürmek. hayatinda gitmedigin, hayatinda bir daha da gitmeyeceginden emin oldugun anadolu'nun issiz, sapa, bozkir köylerinden birisi. tanidik kimse yok, aslinda akrabalarin olan insanlar arasinda, tanidik gelen hic bir sey de yok... kimin fikriydi buraya gelmek ya?

    erkeklerin disari cikarilmasi avludan, büyük tahta kapilarin kapatilmasi. kadinlardan yasli olanlardan birinin acmasi babaannemin beyaz carsafa sarili yüzünü yavas yavas... o saniyenin hic bitmemesi, hic unutulmamasi da...

    ailedeki tek sarisin, yesil gözlü hatun... ölüm bile alamamis henüz sari saclarini... yesil gözler kapali ama. ölüme boyun egmisliginin göstergesi olarak belki de...

    agitlar, dualar, bagiris, cagiris, helallik isteyenler... en cok da gözyasi ama o günden hatirda kalan... tuzlu...

    "hadi kizim. gel yavasca dokun babaannene. helalles..."

    15 yasindayim... ve haci teyzelerden biri beni ölü babaannem ile helallesmem icin ona dogru götürüyor, elimden tutmus...

    o anda benim aklimdaki tek sey ise; korku...
    ölümden... ölüden... babaannemden...
    8 yasina kadar haftasonlari koynunda yattigim kadindan.
    üzerimde annemden daha cok emegi olan insandan...
    korku... sadece...

    _________________________

    25 yasindayim...
    hayattaki tek derdim, bunca yildir uzattigim okulun bitmesi...
    hayat rengarenk... her telden calar...

    bu kez belden asagi vurmuyor ölüm, aniden, durduk yere gelerek. yillardir ensende hissediyorsun soguklugunu ama yine de o pazar ögleden sonrasi hastaneden ayrilirken aklindan gecmeyen bir ihtimal...

    "hadi hadi git artik eve, yarin görüsürüz."

    "tamam, ben yarin okuldan sonra ugrarim, aksama kadar kalirim yaninda yine."

    yarin okula gitmeyeceksin oysa. yarin onu görmeye de gelemeyeceksin. yarin aksama kadar kalamayacaksin da yaninda. yarin diye bir sey hic olmayacak ki artik...

    aradan 10 yil gecmis. cep telefonlari yayginlasmis artik. herkeste var. gerekli ya da gereksiz...

    "anne dayim ariyor."

    "hayirdir insallah?!"

    günü yirtan ciglik anneden cikiyor bu kez. sasiriyorum, bu kadar minik bir kadindan, bu kadar gür bir sesin nasil cikabildigine...
    yigiliyor annem yere, elindeki telefonu kapatmadiginin farkinda bile olmadan...

    sormaya gerek yok hic bir seyi, bir kez daha dillendirip, daha da gercek yapmaya ya da...

    "teyze... anneannem..." tamamlamaya gerek yok cümleyi bu kez...

    apar topar gidilen hastane odasini ana baba gününe dönmüs bulmak bu kez. nerden haber aldilar da, bu kadar cabuk geldiler?

    yatakta yatiyor anneannem... aynen bir kac saat önce biraktigimiz odada, bir kac saat önce biraktigimiz gibi...

    eski korkular üsüsüyor aklima, 10 yil öncesinin korkulari. ne yapmali su anda? gidip kösede sessiz sedasiz durmali mi, annesinin üstüne kapanmis annemi ve teyzemi kaldirmali mi, dayima sarilmali mi?... hangisi?...

    usul usul yataga yaklasiyorum, odanin kalabalikligina ragmen kimseyi rahatsiz etmeden, ayaklarim ezberlemis basacagi yeri, son bir aydir sürekli orada olmasinin getirdigi aliskanlikla.

    korku yok bu kez... ne ölüden,ne de ölümden... tuhaf bir his sadece, ne oldugunu hic bilmedigim ve anlam da veremedigim...

    yavasca uzatiyorum, hafifce titreyen elimi. yataktaki, nefes almamasi disinda, son derece normal görünen kadina dogru... son derece normal görünen, son derece ayni...

    sicacik daha eli, her gün tuttugum, her gün öptügüm, yanagima dayadigim...

    "sen doktor olacak kizdin ama..." aklima gelen ilk cümlesi...

    ve basliyor yine tuzlu gözyaslari doldurmaya o anin tümünü...

    ertesi gün, bu kez bir caminin ölü yikama yerindeyiz cümbür cemaat. upuzun tas bir masa ve masanin üstünde anneannem, üzerinde sadece beyaz bir carsaf serilmis...

    yasli kadin gelip, suyu acana kadar hepimiz öylece izliyoruz donan sahneyi... erkekler disari yine... sonuna dogru gelip helallik alacaklar sadece... kadinlar masanin basina.

    "yarin bize bir sey oldugu zaman, siz yapacaksiniz yavrum bunlari. onun icin iyi izleyin."

    korku yok hala, tuhaf bir his sadece... ne oldugunu bilmedigim...

    nefes almamasi disinda hala canli gibi. ve 12 saati gecmesine ragmen, tuhaf bir sekilde hala sicak...

    benim bahtima düsen ayaklari oluyor. minicik, bembeyaz ayaklari... sismisler ama artik, yatakta yatmaktan.

    suyu uzatiyor kadin bana.

    "dua oku kizim." diyor. benim dua bilmedigimden haberi yok ki...

    bir yandan parmaklarini tek tek yikiyorum, bir yandan da türkce olarak tesekkür ediyorum icimden, benim icin yaptiklari icin... her sey icin...
    20 ...
  6. 31.
  7. Hayatta yapılabilecek en büyük çılgınca cesarettir.

    Yaşamın final sahnesinin acımasız ve soğuk yüzünü izlersiniz afallayarak, ürpererek, şaşkınlıkla, gözlerinize inanamayarak, içiniz acıyarak...

    - Ben de giricem gasilhaneye, anneannemin yıkanmasına yardım edicem!
    Millet şok, ben de öyle!
    Nasıl isteyebildim, nasıl bir cesaret hücum etti bedenime, nasıl bir ayrılık acısı çöktü üzerime bilmiyorum ama deli gibi istedim bunu!
    Ansızın istedim!

    Şaşkın ve karşı koyan akrabaların seslerine aldırmadan, montumu çıkarıp, daldım içeri...
    Yüreğim küt küt atıyor ama zerre ürkmüyorum!

    iki yıkayıcı kadın, sanki meyve hazırlar gibi, sofra kurar gibi, çamaşır katlar gibi sıradan bir eylem yapıyormuşcasına hazırladılar nur yüzlümü...
    Üstündeki çamaşırları kesip çıkardılar üstünden ve yanda duran çöp kovasına teptiler el çabukluğuyla, hiçbir mimik yapmadan...

    Miniminnacık ve kaskatı kesilmiş bedenini beyaz sabunla köpürttükleri süngerlerle başladılar yıkamaya, bedenindeki, ruhundaki her anı, yaşamın tüm izlerini köpüklü sularla akıttılar...

    Sadece inleyerek ağlıyorum usul usul... Sesimin yükselmesine izin vermeden..

    Bizleri sevgi ve şefkatiyle sarıp sarmalayan, dünyanın en şahane yemeklerini hazırlayan, zamanlı zamansız acıkmalarımızda hazırladığı minik mutlu sandviçlerin mimarı yorgun ellerini öpüp koklayarak yıkıyorum...
    Hakkını helâl etmiş olmasını umarak...
    Hepimizde en az annelerimiz kadar emeği vardı kuzumunnn.

    Sabun kokulu buharlı küçük odada dualar, gözyaşlarımız eşliğinde yıkanıp kefenlendi ve tahta sandukaya yerleştirilip kapağını kapadılar.
    Ve bir yaşam bitti!
    Acısı, tatlısı, iyisi, kötüsüyle...
    The end!
    18 ...
  8. 10.
  9. beni "ölü yıkatacaklar sana" diyerek korkutarak, babamın imam hatip'e yollamasına engel olmak için zekice bir hareketle karşı çıkmam gerektiğini kafam sokan annem.... hayatta en korktuğumdu hep aileden birinci dereceden birini kaybedip onun acısına dayanamayacağım için benim de ölebileceğimi düşünüyordum.
    ama oldu, hem aileden hem birinci dereceden hem de en birinci olan gitti...gitti...gitti diyebilirsiniz yalnızca, yok diyemezsiniz.
    istediği oydu ki doğduğu yerde gömülmek, 2 evlilik geçirmiş ikisinde de gelinlik giymemiş kadın, 2+4 evlat sahibi... ne çok yıkanırdı.. hayatımda bir kere bile ter koktuğunu duymamıştım...
    baba evinde biçildi gelinliği, olup olacak yanında götürebileceği 3-5 metre gelinliği...
    ve yıkayan teyze "gençler öğrenmiyor artık, beni yıkayacak kimse kalmayacak ondan korkuyorum" diyerek, koca şehirlerde böyle bir derdin olmadığını bilmeden endişeliydi ama haklıydı, küçük yerde bu işler böyle idi.
    sanki cenaze değil de dünyanın en güzel varlığını yıkar gibi muamele yapıyordu. her tas suda güzelleşen, prensesleşen annemi yıkarkenki sevgisi, övgüsü, özeni, şevkati, sanki dünyanın en zevkli işini yapıyordu... dört kızın aynı anda anneyi yıkaması, sen neden öylece duruyorsun neden her zamanki gibi "sırtımı iyice ov" demiyorsun...yıkanan hazırlanan gelin giydirilip oğullarına teslim edildi, bu kadar büyük haykırış hiç kimse duymamıştır emin olun..
    ne gelinlik giymiş ne de düğün konvoyu hiç olmamış prenses, kendi cemaatinin cuma cemaatiyle karışmasıyla büyüdü büyüdü, baba evinden son çıkışı, her düğünde mezarlığa kadar gidip geri döner oranın konvoyları, senin konvoyun dönmedi, döndü ama seni getirmedi..
    6 ...
  10. 29.
  11. https://m.youtube.com/watch?v=mMLiBFg5iZA

    Etkilenmemek elde değil. Zor meslek.
    Her an ölümü hatırlamak cansız bedenlere dokunmak bu adamlar hayatın değerini daha iyi anliyodur eminim.
    4 ...
  12. 14.
  13. sevdiğinizin terkettiği bedeni yıkamaktır. O, artık hakka yürümüş, dünya hayatı için kendine bahşedilen bedenini geride bırakmıştır. Ağıtlar, terkedilmiş ceset için değil, cesedi terketmiş ruh içindir.
    3 ...
  14. 1.
  15. gasil olarak da bilinen, gasal adı verilen din görevlileri tarafından gerçekleştirilen, öncelikle ılık suyla rahmetlinin durulanmasıyla başlayan ardındandan da, sabunlanıp, yeniden yıkanıp, tamamiyle kurulanıp, gerekli görülen yerlerine pamuk tıkanıp kefenlenmesiyle son bulan, kimseye tavsiye edilmese de, yine de tecrübe ve de, ''insanların öldükten sonra en azından gömülene kadar hangi işlemlerden geçtiğini'' görmek adına görülmesi gereken acı, elemli ama yapılması gereken eylem...
    3 ...
  16. 5.
  17. her baba yiğidin harcı olmayan şey.
    3 ...
  18. 34.
  19. bir akrabamız mesleki olarak olmasa da bu işi düzenli olarak yapmakta. "ölünün neyinden korkacaksın, diriden kork" der.
    3 ...
© 2025 uludağ sözlük