çocukken yapılan deneyler

    139.
  1. yemek borusu ve soluk borusu ilişkelendirilmesi üzerine kafa yoran ben;

    malzeme: 1 adet fıstık.

    ağızdan ve burundan nefes alınca ikisininde ciğere gittiğini farkeden ben, eline 1 adet fıstık alır. onları ikiye ayırır. yarısını ağzına atar, diğer yarısını burun deliğine sokar. burdaki amaç fıstıkların nereye gittiğini test etmektir. fakat test başarıya ulaşmaz. nefes alamama ve morarma yan etkileri gösterince hastaneye gidilir.
    17 ...
  2. 196.
  3. 11 yaşındayken bir ağaçta reçine görmüş ve gidip bakınca altında büyük bir karınca yuvası olduğunu fark etmiştim. sonra bir bahçeye girdim ve reçine olan bütün ağaçların yanında karınca yuvası olduğunu gördüm. tubitak'a bir yazı yazdım. yazıda karıncaların reçine ürettiklerini keşfettiğimi ve reçineleri ağaca yapıştırarak ağaca zarar verdiklerini, karıncalar için özel bir reçine toplayıcı yapabileceğimi belirttim.

    bir hafta sonra bana açıklayıcı bir teşekkür mektubuyla beraber yaklaşık on beş kitap gönderdiler. mektupta özetle şu yazıyordu:

    "benim salak evladım. o reçineyi üreten ağaçtır. ağaç hasar gördüğünde kendini korumak için reçine üretir. ama sen böyle çalışmalar yapmaya devam et ki biz de sana kıçımızla gülelim."
    16 ...
  4. 109.
  5. çocukluğumdan beri severim resim yapmayı. her çocuk gibi ben de evin duvarlarını boyamışımdır. fakat bir defasında işi iyice abartmıştım. annem komşuya gitmişti, abimle evde yalnızdık. abimden anneme söylemeyeceğime dair rüşvetimi alıp onun dışarı çıkmasına izin verdim. dip not: ben 6 yaşlarındayım abim de 9 falan.

    susam sokağı izlemekten midir nedir içimde hep bir deney yapma aşkı vardı. yağ ve suyun birbirine karışmadığıyla ilgili birşey izlemiştim ve bir bardakta denedim. acaip hoşuma gitmişti. bunu resim sanatımla birleştirmeye karar verdim, sulu boyalarımı alıp renkli su ve yağı karıştırdım. bardağın içinde renk renk yansımalarla yağ öbekleri oluşmaya başlamıştı. resim defterimde denedim ama hoşuma gitmedi. sonra baktım kocaman duvar boş duruyor. orada denemeye karar verdim. bu defa akan su ve yağın yoğunluk farklıyla güzel şekiller çıkmaya başladı. ama duvar maviydi ve üzerinde güzel durmuyordu her renk. etrafa baktım ve beyaz tavanı farkettim. iş oraya nasıl çıkacağımı çözmeye kalıyordu.

    Köşede duran bir sandık vardı. Onun üzerine zar zor sandalye çıkardım. Fakat yetişemiyordum. Sonra sandalyeye minderleri dizdim güzelce. ikinci bir tabure yardımıyla tırmandım minderlerin üzerine ve yukarıya ulaştım. ilk fırça darbemi atmıştım. Şimdi başka bir sorun vardı. Ben yukarı çıkana kadar minik fırçamın ucundaki karışım her yere damlıyor ve yukarı çıktığımda nerdeyse kurumuş oluyordu. Evde uzun boylu birşeyler aramaya başladım. Salonda köşede duran lambader dikkatimi çekti. Armatürleri çanak gibiydi, tam da istediğim gibi. Çok ağırdı ama kilimin üzerine yatırdım ve çeke çeke götürdüm sandığın yanına. Güzelce dikledim. Çanaklardan birine renkli yağlı karışımımı döktüm. Artık herşey tamamdı. Kendimi sistine şapelin tavanını boyayan michelangelo gibi hissediyordum. Zar zor tırmandım yine sandalyenin üzerine, çanağa doğru eğildim bu sırada sandalye sürekli sallanıyor tabii- fırçamı daldırdım ve tavanı boyamaya başladım. Garip garip şekiller çiziyordum. Fırçanın ucundaki karışım da yüzüme üstüme yerlere damlıyordu tabii. ikinci defa çanağa doğru eğilirken minderlerden biri kaymaya başladı, dengemi sağlayamadım ve yere düştüm. Şükür ki bu kazadan yalnızca kolumu inciterek kurtuldum fakat alt komşunun “sizin evde birşeyler oluyor” demesiyle gelen annem manzarayı görünce çıldırdı tabii. Bense sürünerek karyolanın altına gizlenmiştim. Annemi ilk defa o gün küfür ederken duydum. Beni saklandığım yerde bulduğunda olanları ise burada anlatmak istemiyorum. * *
    13 ...
  6. 194.
  7. deney no: 749

    konu: akvaryum ekosistemi

    amaç: aynı akvaryumda büyük ve küçük balıkların bulunmasından duyulan rahatsızlık.

    deneyin yapılışı:
    şişman, çirkin ve patlak gözlü büyük balıkların mini minicik güzel kuyruklu balıkları yemesini engellemek gerekli görülmüştür. bu nedenle büyük balık fileyle başka bi kaba alınır. küçük balıkların olduğu akvaryuma bir kutu yem boca edilir ki çok çok yesinler hemencecik büyüsünler. sonuç: balıkların doyma hissi olmadığı anlaşılır zira o güzelim balıklar çatlayarak ölmüştür. çok üzülünür bide üstüne anneden dayak yenilir.

    elimde kala kala tipini sktiğim patlak gözlü şişman balık kaldı amk.
    13 ...
  8. 22.
  9. karınca yuvalarına değişik miktarlarda çat-pat sokup, patlatmak suretiyle karıncaların ne kadar yükseğe fırladığına bakmak. sonuç: kendi boyumu aştırdım ama hepsi öldü.*

    kuyruğu bıraktırılmış kertenkeleyi kavanoza koyup yeni kuyruğun ne kadar zamanda çıktığını öğrenmeye çalışmak. sonuç: muhtemelen oksijensizlikten öldüler ne bileyim hiç göremedim uzadığını...

    balığın en fazla ne kadar yediğini tespit etmek. sonuç: ne verirsen yiyor valla... alabildiğine... ama hayata eğik bi bakış açısı sağlıyor.

    solucanların esneklik sınırlarını ölçmek. sonuç: benim istediğim kadar esnemiyormuş.*

    3. kattan ip sarkıtıp kedilerle oynuyor süsü vererek kediyi ipe dolayıp yukarı çekmek, ne kadar tutunabildiğne bakmak... sonuç: 2. kata kadar azimle gelenleri var, bi de 4 ayak üstüne düşemeyebiliyorlar.

    (bkz: cani)
    12 ...
  10. 203.
  11. Küçük bir çocukken tuhaf ve birazda tiksindirici bir merakım vardı. Altı yedi yaşlarındaydım. Hayvanları çok severdim. bir gün mutlaka biyolog ya da zoolog olacaktım. ilk hayvanım sahil bölgelerinden birinde dedemle pazar yerinde gezerken gördüğümüz civcivler olmuştu. Üç sevimli civcivi birkaç hafta besledim fakat birbiri ardına öldüler. Hepsi için ayrı ayrı tören düzenleyip bahçeye gömdüm ama aklımdan çıkmıyorlardı. Hem öldükleri için üzülüyor hem de o an ne durumda olduklarını merak ediyordum. Sonra bir sabah bizim sokaktaki çocuklarla oyunu yarıda kesip bahçenin en ücra köşesinde duran mezarlıklarını ziyaret ettim. Elimde kum küreğim ve tırmığımla. Sadece görmek istiyordum. Kazmaya başladım tabii sonunda karşılaştığım görüntü korkunç olmuştu. Berbat bir koku eşliğinde ıslak ve kurtlu et. Bu ritüeli her gün tekrarlamaya başladım ta ki sırf kuru kemik görene dek. o Zaman şu genellemeyi yapmıştım sevdiğimiz herkesin ve her şeyin içinde bu çirkin kurtçuklar var. Sevdiklerimizi görmediğimizde dışarı çıkıp onları alt ediyorlar. Bir daha asla sevdiğim şeyleri yalnız bırakmayacağıma yemin etmiştim.
    Sonra yine Deniz kenarındayken küçük bir balıkçı teknesi yanaştı. Dedemle balıkları görmeye gittik. Oradaki adam balıklara hayran hayran bakışımı görünce bana bir camgöz ve denizatı hediye etti. O dönem Marmara'da yeni yeni görülmeye başlanmış bir köpekbalığı türüydü. Yavru köpekbalığını kum kovamın içinde eve götürmüştüm tabii çoktan ölmüştü hayvan. Büyüklere görünmeden mutfaktan bir meyve bıçağı aşırıp bahçeye indim. yumuşak ve beyaz karnından derin bir kesikle başladım işe. köpekbalığının içinin civcivlerden çok başka olduğunu anlamam uzun sürmedi. Civcivlerim yumuşacıkken bu balık kauçuk gibi sert ve kaygandı. Derisinde iğne gibi batan tuhaf şeyler vardı. Sonra onu da gömdüm. Ve küçük ziyaretlerim başladı. Bu sıralarda iki köpek ve mahallenin tüm kedilerini ben besliyordum. mezarlığı onlardan korumak pek kolay Olmuyordu.
    Bir gün mahallenin kedilerinden birini ağzında öldürdüğü yada ölü bulduğu küçük bir yılanla koşarken gördüm. yılanı alıp önce içini açtım. Sonu elbette mezarlığım oldu. Hepsi aynı şekilde kurtlanıp kuruyordu. Sonra büyüdük. Mezarlıklarımız da büyüdü. Sevdiğimiz insanlar da bir bir ölmeye başladı. Şimdi Her mezarlık ziyaretimde aklıma küçükken yaptığım saçma deneyler ve çıkarımlarım gelir. Neyi anlamaya çalışıyordum hala bilmiyorum. Bazen eski mezarların kenarlarından insan kemiği parçaları çıkar. Belki küçük bir eklem kemiği. Ağaçlar ve toprak böceklerle doludur. Biraz daha aşağısıysa taze Eti kemiren kurtçuklarla. Her şeyden tiksinen ben hala bunlardan tiksinmem. Ve hala aynı çocuksu şey aklıma gelir. " biz sevdiklerimizi yeterince çok sevmediğimiz ve onları koruyamayıp yalnız bıraktığımız için içlerindeki çirkin kurtçuklar onları alt etti."
    12 ...
  12. 2.
  13. sineğin kanatlarını koparmak, sümüklü böceğin üstüne tuz dökmek, çocuk mu cani mi derseniz çocuk işte.
    12 ...
  14. 1.
  15. cocukluğun verdiği heyacanla yapılan aslında bir işe yaramayan deneylerdir. ıslak pamuğun arasına fasulye koyup çimlendirme bunların arasındadır.
    10 ...
  16. 204.
  17. ellere japon yapıştırıcısı sürüp uzun süre beklemek. elleri açamayınca salya sümük koşmak.
    9 ...
  18. 4.
  19. çocukkene, evde envai çeşit kolonya bulunurdu... misafir falan çok geldiği için hoşgeldiniz derken ellerine falan dökerdi annem... neyse, onlardan belirli ölçeklerde alınır, sonra ecza dolabındaki bilimum hap-şurup-merhem karıştırılır ve güzel bir solisyon elde edilir... ama hepsinin belli bir oranı var... kafadan değil yani... ilacın isminin uzunluğuyla orantılı miktarda koyulur o ilaç... sonra güzelce karışım yapılır ve geriye sadece kobay eksik kalır... o da o kadar zor değildir, sokakta kedi köpek çok anasını satayım... yavrulardan bir iki tanesi yakalanır ve zorla ağızlarına yüzlerine sürülür, ya da biraz masraflı olsa da bakkaldan * biraz süt alınıp içine konurdu... gerçi bir kobayı ikinci kez kullanmak nasip olmadı ama zevkliydi be...
    12 ...
© 2025 uludağ sözlük