virüs salgını sürdürmüş olduğumuz yaşam tarzını tüm temelleriyle ve değerleriyle, düşüncesizce para, pul, kâr ve mülkiyet peşinde koşuşmanın belirgin bir şekilde hâkim olan yaşam tarzımızın sorgulanmasını beraberinde getirdi. zira salgına ilişkin resmi belgeler, düzenlenen raporlar ve tartışmalar en az 10 yıllık bir tarihe sahip olmasına karşın salgın engellenememiş, insan yaşamı için son derece yıkıcı sonucu, gerekli önlemler sorumlular tarafından zamanında alınmadığı için olması gerekenden çok daha ağır olmuştur. aynı şekilde salgına karşı harekete geçen dünya sağlık sisteminin çabalarının çoğu birçok bakımdan fiyasko ile sonuçlanmıştır.
bu, sistemin insan yaşamının temeline saldıran hastalıklara karşı hazırlıklı olmadığını göstermiştir. 21. yüzyıl insanlığının göz kamaştırıcı maddi zenginliğine varlığını ilgilendiren soru ve sorunlar yönelik kalıcı düzenlemelerin son derece kırılgan yetersiz olduğunu ortaya çıkmıştır. insanlık, karşı karşıya geldiği var olma sorunları karşısında oluşturulmuş olan modern sistemin, hemen her bakımdan yetersiz olduğunu, insanlığı bir bütün olarak bilinçli, özgüveni olan, koşullarına hâkim egemen bir özne olmadığını açıkça görmüştür.
modern felsefenin kurucu babalarından olan ve modern toplum ve devlet kuramını temellendiren thomas hobbes, yeryüzünde en büyük güç insanının gücüdür, demiştir. "leviathan" olarak adlandırdığı bu güç, kendi içinde güçlerini iyi bir şekilde örgütleyebildiği oranda yaşamı mümkün kılar, yaşamı muhafaza eder ve yaşamı iyileştirir. bu güç, kendi içinde güçlerini iyi örgütleyemezse, özne olma yetisini, yani koşullarına ve kendine hâkim olma yetisini yitirir ve bunun sonucu olarak kendi içinde kendini yemeye, yani yaşamı yok etmeye başlar. işte, hobbes "levithan" adlı eserinde bu durumu herkesin herkese karşı savaşı olarak tanımlamıştır. bu durumu john locke’un "insanın anlama yetisi üzerine deneme"de verdiği bir benzetmeyle de betimlenebilir. köprünün üzerinden geçerken çöktüğü için uçurumun derinliklerine düşen insan özne olma yetisini yitirmişitir. insan, köprüyü kullanıp uçurumun bir tarafından diğer tarafına geçebildiği oranda öznedir. yıkılan köprüden uçurumun derinliklerine düşen insan hiçbir şekilde egemen değildir.
virüs krizi, aydınlanmacılığın, son yıllarda çok eleştirilen, insanın doğal güçlere hâkim olmak zorunda olduğunu dair talebinin yerinde ve doğru olduğunu göstermiştir. virüs krizinin ilk günlerinde marketlerde insanların sergilediği “alışveriş” davranışlarına dair gözlenen durum, hobbes’un işaret ettiği savaş durumunun bir ifadesidir. marketler almış olduğu önlemlerle bu davranışların insan yaşamı için yıkıcı olmasını önlemiştir. fakat son günlerde ve haftalarda insanlığın iç örgütlenmesine dair ortaya çıkan yaşamsal öneme sahip zaaflar, hobbes’un tüm modern çağ için talep ettiği insanlık halini, yani doğa durumunu insanlığı kendi koşullarına her bakımdan hakim olan özne kılmak üzere aklın veya doğanın yasalarına göre değiştirme talebinin yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini hatırlattı. bu aslında tüm aydınlanmacı hareketin idealini veya ütopyasını yeniden gözden geçirmemiz gerektiğini gösteriyor.
aydınlanmacı felsefenin kanımca şimdiye kadar yeterince algılanmamış olan, algılanmış olsa bile yeterince anlaşılmamış olan bir yanı üzerine yeniden düşünülmesi gerektiğini göstermiştir. bu, jürgen habermas’ın aydınlanmacı projenin henüz “tamamlanmamış” boyutu olarak işaret ettiği ideali veya ütopyası ile ilgilidir.
habermas, bilindiği üzere, bir toplumsal formasyon çağı olarak modernliğe ve aydınlanmacı felsefeye yönelik tek yanlı yıkıcı postmodernist eleştiriye karşı modernliği henüz tamamlanmamış bir proje olarak sunmuştur. habermas, aydınlanmacı dünya ve toplum tasarımı ile modernliğin ortaya çıkardığı sistematik toplumsal ilişkiler bütünlüğü arasında ayrım yapmaz. fakat onun modernliğin çözemediği uzmanlaşma ve tabakalaşma sorunu ve “tamamlanmamış proje” arasında yapmış olduğu ayrım, aslında bir yandan modernliğin tüketmiş olduğu gelişim potansiyellerine işaret ederken diğer yandan aydınlanmacı felsefenin henüz gerçekleşmemiş olan idealleri arasındaki “mesafeye” dikkat çeker. bu bakımdan, eğer böyle bir mesafenin varlığından hareket edebilirsek, kant’ın çağını betimlerken aydınlanmanın başladığı, fakat henüz aydınlanmış bir çağ olmadığını belirttiğini hatırlarsak, bu, böyle bir ön kabulden hareket edebileceğimiz anlamına gelmektedir, bu durumda aydınlanmacı felsefe ile kendi dinamiğine sahip çelişki dolu toplumsal süreçler sonucu oluşmuş modern toplum basit bir şekilde eş anlamda alınamayacağını ileri sürebiliriz. bu durumda tamamlanmış proje olarak modernliğe işaret etmemiz gerekecektir. fakat bu durumda aydınlanmacılığın idealinin veya ütopyasının ne olduğunu, onu modernliğin ötesine taşıyan yanın ne olduğunu tartışmak gerekecektir. işte, tam da bugün içinde bulunduğumuz durumda aydınlanmacılığın dikkat çektiğim ütopyacı boyutu son derece güncel bir anlam kazanmıştır. söz konusu ideal tüm bilimsel bilginin, bilimlerin ve felsefenin kavramlarının genel mülkiyete dönüşmesi gerektiği ile ilgilidir.
fichte "çağımızın temel niteliği" adlı eserinde tüm bilimsel ve felsefi bilginin bir tabakanın özel mülkiyeti olmaktan çıkarılıp tüm toplumun ortak malına dönüşeceği çağa özel bir isim bile vermiştir. aklın durumu bakımından modernliğe denk gelen çağı “akılın bilimi” çağı olarak tanımlarken, gelecekte modernliğin ötesinde kurulacak olan çağı “akılın sanatı” çağı olarak tanımlamaktadır. aklın bilimi çağında akıl, yani tüm bilimsel ve felsefi bilgi yalnızca uzmanların uğraşıyken, öngörülen ve gelecekte modernliğin ötesinde gerçekleşecek olan çağ olan “akılın sanatı” çağında tüm bilimsel ve felsefi bilgi tüm insanlığın ortak mülkiyeti olmalıdır. hegel "tinin fenomenoloji" adlı eserinde bunu bilim “herkesin mülkiyeti” olmalıdır olarak kategorik bir talebe dönüştürmüştür.
corona ve sağlık krizi nedeniyle bilimsel bilginin hayatımızı düzenlemek günlük hayatımıza kadar nasıl nüfuz ettiğini görmüş olduk. daha bir iki gün öncesine kadar virüsün ne olduğunu bilmeyenler bile tıp bilimlerinin tüm sorunlarıyla karşı karşıya kaldı. bu, fichte’nin açıkça formüle ettiği, fakat descartes ve hobbes’tan beri peşinden koşulan idealin bugün ne kadar çok güncel ve acilen gerçekleştirilmek üzere beklediğini göstermektedir. bu son çağda tüm “insanlık yeryüzünde” ilişkilerini özgürlüğe dayalı olarak tesis etmiş olacaktır. corona krizi aydınlanmacılığının bu idealinin artık bir ideal değil gerçekleştirilmeyi bekleyen mümkün bir talep olduğunu göstermiştir.