çürümüş cesetler tiyatrosu

entry1 galeri0
    1.
  1. Hayatım boyunca işlediğim hatalara, ceza niyetine kesilen, iki porsiyondan ibaret kalmakta olan acılara katlandığım zamanları hatırlar gibiydim bu sabah. hiçbir hatamın acısında pişmanlık arayışları yoktu. hissetmediğim pişmanlıkların, farkında olduğum acılarıyla oyun hamuru gibi oynar, sigara dumanına karıştırıp havaya üfler, biraz da alkolle sulayarak servis ederdim kendime. biraz yorulmak lazım derdim pişmek için. hayatın bizlere verdiği armağanlardı onlar. biriktirip, çekmecelere kaldırdığımızda hepsini, sakinleşmeyi öğrenecektik. biraz daha acıdıkça, acımamayı öğrenecektik. yandıkça, yanmanın etkisini yitirdiğine tanık olacaktık. bu yüzden gereksizdi pişmanlık.

    pişmanlık, gereksiz olmadığını hatırlatmak için saldırıyordu üstüme; şüphenin ortasına düştüğümü görür gibiyken, ellerimden tutacak sandığım bir perinin hayatıma öylece girmesiyle. elimin uzanmış halde, öylece kalacağını öğrendiğimde pişman olmuştum ilk kez. hissettiklerimi acı olarak adlandıramıyor, pişman oluyordum bu sanrıya düşmüş olmaktan. ne kadar çok sevdiğimi gösteremeden ölmekten korkar halde bulmuştum kendimi. pişman oluyordum; hiç canını acıtma riskine girmeden, ölüme razı gelmediğim için.

    belli ki; hayatın, görünür görünmez houdini misali kaybolmalarına kendimi kontrolsüzce kaptırmış, kaybolan da kaybeden de ben olmuştum. yüzünde tebessümü gördüğümde, gülen gözlerini gözlerime diktiğinde, ruhumda çiçekler açmıştı. bir yüz güldürmek, bir umut yeşertmek, en parlak yıldızı cebimde taşımaktan evlaydı benim için. gözlerindeki mutlulukta yitip gidiyordum, hiç yarını düşünmeden, hiç akşamı beklemeden. hayatımın başlangıcından beri tanıdığımdan öyle emindim ki haddinden fazla hızlı olmuştu sorularım ve arayışlarım; içindeki meleği bulmak adına.

    kanatların?
    kanatların olmalıydı senin!?
    bir melek olmalı bir zamanlar bu bedende,
    peki o melek ne vaziyette şimdi?
    derinine mi gömüldü bedeninin?

    kanatlarım hiç yoktu, ben bir melek değildim diye söyleniyordu kendi kendine. kulaklarımı tıkamış, sadece saklanmaya çalıştığını varsayarak yaşamıştım o anları. eğer kanatlarını gösterirse, kırmamdan korktuğu fikrine kapılıp dağlardan aşağı akıp gitmiştim, bir nehir gibi. kırmayacaktım oysa o kanatları. bütün yaralarını iyileştirmeye gücüm yeter sanmıştım, bunu benden beklemediğini bile bile. o yaralara dokunmanın, haddim olmadığını anlamak, canımı yakacaktı biraz ama yine de sevecektim bambaşka isimler verip beklentilerime.

    bir akşam vakti elleri ellerimden kaçtıkça, gözleri ruhumu okumaktan uzaklara koştukça, ağırlaşmış, güvenimi kaybetmiştim sabaha kadar olan süreç boyunca. sabah olduğunda gözlerimde her zamanki mutlulukla bir mesaj yazdım. hiçbir şey olmamış gibi yanında öylece durmak bile yeterdi benim yıldızlar saçmama, bu şehrin karmaşık ve kirli sokaklarında yürürken. en beklediğim anlardan birinde; bir merminin, kafatasımın içine yavaş yavaş girdiğini hissetmiştim aniden.

    çürümüş bir cesedin kokusu doldurmuştu bütün evi. nereden geldiğini merak ederken, kuvvetli küfürler savuruyordum. darmadağın olmaya kendini alıştırmış, ruhum gibi alt üst olmuş yatağımdan doğrulup, aramaya koyuldum. gittikçe yoğunlaşan bu korkunç kokunun kaynağını bulmalı ve sebep olana en kallavi küfürlerimi bağıra bağıra yüzüne tükürmeliydim. her adımda ağırlaşan koku, omuzlarımın üstündekilere yeni ağırlıklar ekliyordu. adımlar, uzuyordu bu zarfta. koridorda gözlerimi kısmış, mutfağa göz ucuyla bakıvermiştim. salona yürüyor, hala bir iz bulamıyordum o rezil kokunun kaynağına dair. duvara çakılmış işlevsiz çivilere takıldı gözüm, olduğum yere çöktüm. artık her şeyi anlıyordum. o korkunç cesedin ta kendisiydim.

    istenmediğimi bile bile; açlıktan ölmeye razıyken, beni öldürecek birilerini bulamamış, kendimi çoktan öldürmüştüm!
    3 ...
© 2025 uludağ sözlük