yazmak, anladığını bir kez daha anlatmaktır kendine kelimelerle ve hiçbir anlama, yazıldıktan sonra yazıldığı gibi değildir artık. sonuç itibariyle, bir fenomenle ilgili olarak, olması gerekenleri bilen aynı zamanda olmaması gerekenleri de bilir. ama olmaması gerekenleri bilerek hareket etmek daima avantajlıdır. (buraya çöp dökmeyelim demekle, çevremizi temiz tutalım demek arasındaki fark gibi)konumuz yazarlık... yaşadığım her şey kendime dair bir konu başlığı şimdilik. işin açıkçası kendimin kendime ne kadar uzak ve yabancı olduğunu anladım yazdıkça. acılarınızı ve mutluluklarınızı yazamıyorsanız eğer onları yeterince yaşamamışsınız demektir. gerçi insan, en iyi acılarını anlatır, mutluluklarını ise yaşar. bunun içindir ki doktorlar şikayetimizi sorduğunda, "mutluluğum" demez hiç bir insan. yazdıkça, yazmakla okumak arasındaki farkı daha iyi anladım. mesela artık eskisi kadar saf ve duygusal değilim okuduklarıma karşı. kendimi yazdıkça okuduklarımın aslında kendi duygularım olmadığını, o duyguların hücrelerime dek işlemediğini öğrendim. yani o ağladıklarım, sızısını hissettiklerim, sevinçleriyle sevindiklerim aslında ben değildim yazdıkça. acılarımın ne kadar yavan olduğunu anladım.
yazar, yediklerinin dilinde bıraktığı tadı yazar. ayrıca yazar, yutamadığı yediklerinin posasını da yazar. bunun içindir ki, doymak nedir bilmez. sürekli aç gezer yediklerinin tadını daha iyi anlatabilmek için. doyan kişi ise yazar değildir. çünkü o duyguyu doyunca yaşamıştır. bir kadının kaçamak ama davetkâr bakışlarını yazmanın hazzı ile kadınınızın bakışlarını anlamlandıramamak gibi bir şey işte. yazar sahip olmayandır, sahip olmasına ramak kalmışken kaybedendir. işte yazar, yazar olabilmek için olmaması gerekenleri bildiği için kaybedendir.