dün akşam evime dönüyordum, yorgun argın. her zamanki gibi vapura binmiştim beşiktaş'tan, kadıköy'e gidecektim. vapur tam kalkarken, yanımda yaşlı başlı bir adam belirdi, şıktı, iyi görünüyordu, ama çok sarhoştu. önce vapurun yan korkuluklarının sağlamlığını denedi. baya bir ittirdi onları. denize düşecek sandım. "dikkatli olun," dedim, "sakat görünüyor orası."
ben bunu der demez bir sohbettir başladı. önce koluma girdi ayakta zor duran bir hadi çaman. sonra "meclisten haber bekliyorum," dedi. "anamızı ağlattılar," dedi, "son yasayla, verdikleri 3 kuruşu da kesecekler," dedi ve ekledi: "kadir topbaş da zaten 1 ytl yaptı biletleri, ki bu bizim ölüm fermanımızdır!"
çok sevdim hadi çaman'ı oracıkta. en çok da ali poyrazoğlu'na ettiği usturuplu küfürler cezbetti beni. "o ali tüccardır," dedi. "kendini satmakta üstüne yoktur," dedi. katıldım, hem dediklerine, hem de gülmekten, kendi kendime. ferhan şensoy'u çok severmiş, çok yakın dostlarmış, o soğukta sigaralarımızı tüttürürken karşılıklı, ferhan ağbi'nin hastalığını anlattı bana, durumun vehametini kerttim. uzun lafın kısası, ferhan ağbi halen eski temposunda içmekteymiş ve doktor uyarıları, sağlık mağlık; çok iplememekteymiş.
dedim: "uzun zamandır sinemayla ilgilenmediniz, bir film projesine ne dersiniz?", dedi: "hassiktir lan! özcan deniz'in dayısını mı oynayacağım, 63 yaşımdayken?", dedim; "haklısınız."
indik vapurdan, tanıştığıma çok memnun oldum yapıştırdım hemen biz vedalaşırken, en standardından. hadi bey öptü haşşşırt diye beni, sonra hemen ekledim: "ferhan ağbi'ye söyleyin, çok içmesin, lütfen!". "tamam," dedi, "tamam. ama dinlemez ki beni..."