gösterime girdiği ilk gün izleme şansı yakaladık filmi. güzel olmuş. hatta baya baya güzel bir film çıkmış ortaya. bir kaç ana başlıkda nacizane fikirlerimi değerleri sözlük yazarları ile paylaşmak isterim.
renkler,
filmde kullanılan tonlara hayran oldum. hatta bir ara, keşke gerçekte de hayatı bu tonda yaşasak, diye geçirdim içimden; biraz kederli ama umut dolu bir ton.
çekimler,
çekimlerin kalitesi hakkında bir yorum yapmak bana düşmez elbet lakin ekibin her kare üzerinde ne kadar titizlikle çalıştığını görmek içinde sinema otoritesi olmaya gerek yok sanırım. özellikle ormanda kapkaççıların bizim bebeleri kovaladıkları bir sahne vardı ki kameramanın o sahnede yaptığı çalışmayı ağzım bir karış açık izledim. ben olsam o bölümleri alır üniversitelerde sinema televizyo öğrencilerine ders diye gösteririm. bizim ülkemizde böyle bir şey olur mu? olmaz, orası ayrı konu neyse
bir de bu voldemortun yılanı olan nagininin harry ve hermione yi bafilemeye çalıştığı sahnede çok iyi geldi benim gözüme, hani belki sinemanın verdiği heyecandan da kaynaklanmış olabilir bu izlenim lakin sanki çok iyiydi orası. daha sağlıklı bir yorum yapabilmek için tekrardan bakmak gerek
müzikler,
perdede her hangi bir görüntü olmasa, iki buçuk saat boyunca sadece filmin müziklerini dinletseler, sanırım kimse bundan öyle aman aman bir şikayetçi olmaz. zaten filmin müziklerinin altında bulunan alexandre desplat imzası bile filmi daha görme şansı bulamamış ama bu işlere kıyısından köşesinden birazda olsa aşina olan sinema izleyicisi için önemli bir referans olur sanırım.
kısa not: alexandre desplat için, ulan ben bu adamı bir yerden hatırlıyorum ama nereden hatırlıyorum amına koyım, diye kendisine soran okuyucu için; kendisi daha öncede the painted veil filminin müziklerini de yapmıştı ve yamuymuyorsam söz konusu filmde ki çalışması ile de bir kaç ödülü toplamıştı.
oyunculuklar,
öyle aman aman bir oyunculuk izleyemedik filmde. kanımca bu durumun normal karşılanması gerek zira film öyle bir iddiası olacak yapıda bir yapım değil. ama ne var, şu var, oyunculuk adınada bizim ülkemizde çekilen ya da çekilebilecek bin filmden döküzyüzdoksandokuzunda izleyebileceğinizden çok daha iyi performanslar mevcut filmde, malesef! hele hele, her zaman her yerde geleceğin büyük oyuncusu olarak kendisinden bahsettiğim emma watson yine çok ama çok iyi. rupert grint de gözlemdiğim inanılmaz gelişim ise adeta gözlerimi yaşarttı. bunun yanında ralph fiennes ve helena bonham carter ın oyunculukları hakkında bir yorum yapmayı hali hazırda son derece gereksiz bulduğum için acele ile geçiyorum burayı. ayrıca şunu gözlemledim ya da gözlemlediğimi sanıyorum; filmin diğer iki çocuk oyuncusu -ilk filmin çekildiği zamanki yaşlarına göre- inanılmaz bir gelişme gösterirken aynı performans artışını daniel radcliffe de yok hatta serinin diğer filmlerine göre düşüş bile var. bu duruma da ayrıca üzüldüm.
senaryo
malum bu film bir uyarlamanın devam filmi ve serinin son filmi. bu da demek oluyor ki kitapları okumayan ya da serinin önceki filmlerini izlemeden sinema salonlarına gitmeyi düşünen seyirciler biraz hayal kırıklığına uğrayabilirler. bundan öncesine hakim olanlar içinse senaryo serinin diğer filmlerine göre çok ama çok daha doyurucu. tabi bundan yine son bölümün iki ayrı film olarak çekilmesinin sağladığı zaman bolluğunun da etkisi göz ardı edilemez.
yönetmen
iyi. şimdi tek kelimelik yorum malca durabilir ama öyle. yönetmen; iyi...
ne isterdim biliyor musun sevgili okur? son bir paragraf daha açayım ve bu seferde bu filmi bizim kendi filmlerimizle karşılaştırayım, şurada bizden daha iyiler ama burada da biz onlardan daha iyiyiz falan filan diye göt kessem ama olmaz. canımız sıkılır gecenin bir yarısı.
son olarak, şimdi aman illa filmi görün falan filan diye saçma salak cümleler kurmayacağım zaten seriyi bugüne kadar takip eden kitle dünyanın en boktan filmde dense hakkında izleyecektir filmi. ama benim film hakkındaki görüşüm zaten son derece müspet.