evin kapısını açtığımda anahtar sesini duyup uyandığı ve bana hoşgeldin demek için kapıya koştuğunu gözlerindeki ifadeden anladım.. hoşgeldin demesinin yanı sıra iki gündür eve gelmeyişime kızmıştı, soğuk davrandı, sarılmak için uzanmama rağmen o hızla gidip salondaki koltuğa oturdu ve meraklı bakışları anlat der gibiydi..
-özür dilerim canım, seni yalnız bırakmak istemezdim, böyle olması gerekti, dedim.
-acıktım ve yiyebileceğim hiçbir şey yoktu, dedi.
-bunun için de özür dilerim ama herşey isteğim dışında gelişti.
-o zaman şimdi bir çözüm bul, seni belki affederim. dolaba baktım, hoşuna gidebileceğini düşündüğüm bir kaç şey hazırladım ve tabağına doldurdum. sakin sakin yemeğini yedi ve tek bir kelime etmeden yatağımıza gidip uyudu. bir kaç bira içip yanına yattım, kokudan rahatsız olmuştu ama iki gündür görüşememenin verdiği özlemle sarılmaktan kaçmadı. o evden çıkmazdı, sevmezdi dışarıyı, dışarı çıksa bile en fazla yarım saat içinde geri dönerdi. belki bu yüzden yalnız bırakmak istemezdim onu hiçbir zaman. sabah uyandığımda başımda oturmuş beni izliyordu.
-günaydın bebeğim, dedim. uyanalı çok olmuştu belliydi ama o gidip evde birşeylerle ilgilenmektense başucumda oturup beni izlemeyi seçmişti. o anda hayatımda başka hiçkimsenin bu kadar büyük bir sevgiyle beni öylece hiç dokunmadan, uyandırmaya kıyamadan izleyemeyeceğini düşündüm. kalkıp kahvaltı hazırladım, o benim sevdiğim nerdeyse hiçbir şeyi sevmezdi. her zaman aynı yemeği yemekten bıkmazdı. sabah kahvaltısını da rutin bir şekilde yaptı. evde bir iş de yapmazdı, tembeldi ama vazgeçemezdim ondan, çünkü hayatımda vazgeçilmez olduğumu düşündüren bir tek o vardı. kızardı, üzülürdü ve bunu anlatırdı bana ama yine de kıyamazdık biz birbirimize ve mutlaka barışırdık.
-dışarı çıkıyorum, dedim. sessizliğini bozmadı.. boynunu büktü yalnızca gitme dercesine. sorumluluklarım vardı, o'na bunları ne kadar anlatsam anlamazdı, hep yanında olmalıydım ben, hiç çıkmamalıydık bu evden. ya konuşmalı ya günlerce uyumalıydık birlikte, o zaman hiç sıkılmazdı. sarılıp öptüm onu. kapıyı üzerine kilitlerken içim burkuldu ama gitmek zorundaydım. okula gittim, derslere girdim ve her zamanki gibi hiç aklıma gelmedi. zaten ben dışarıdayken yalnızca adı geçtiğinde düşünürdüm o'nu çok ender anların haricinde. oysa bilirdim o evde hep ben kokan bir şeye sarılıp uyuyor, o hep benimle yaşıyor, o hep düşünüyor beni. bencillik miydi, hayır tam karşılığı; insanoğlunun vazgeçilmez egosu. gün boyu birileriyle konuştum, gün boyu birileriyle güldüm. dersten çıktığımda kızılay'a gitmeye karar verdim, o adamı bulacak ve konuşacaktım. nasıl da tamamen aklımdan çıkmıştı her zamanki gibi o'nun evde yalnız olduğu. adamla konuştuğumda beni inanılmaz üzecek cümleler sarfetti, incinmiştim. eve doğru koşmak geldi içimden, mesafe çok uzaktı, ancak otobüse kadar koşabildim. eve vardığımda kapıyı telaşla açtım; sarılmalıydım o'na, öpmeliydim, sevmeliydim ve hayatımda olduğu için teşekkür etmeliydim. kapıda karşılamadı bu kez beni, uyuyordu ve uykusu çok derindi, duymamıştı, yoksa kesinlikle gelirdi. yatağımızda yatıyordu, odaya girince gözlerini açıp bana baktı. yine küsmüştü işte geç geldiğim için, yine kırgındı. kocaman, yemyeşil gözleri vardı. her bakışında beni tanrı'ya bir kez daha inandıracak kadar güzeldi gözleri. mutsuz olduğumu fark etti, yanıma geldi oturdu, tepkisizdim. başını dizlerime yasladı, gözlerini kapattı, uyumuyordu biliyorum, ama severdi uyuduğunu düşündüğüm zamanlarda onunla o kadar içten konuşmamı. bu kez konuşmadım. gözlerini açtı, bana bakan endişeli, yemyeşil bir çift göz.
-üzgünüm, dedim. bir kez daha üzdü beni. hem de utanmadan küfretti aşkıma.
-üzülme, bak ben hep yanındayım. hayatımda duyduğum, duyabileceğim en sessiz ve en gerçek cümleydi bu. eğilip burnundan öptüm, sevindi. dizime yasladığı başını ve sonra tüm vücudunu kaldırıp beni neşelendirebilecek, güldürebilecek ne varsa yapmaya çalıştı. komikti de, belki de hayatımda en çok ona gülerdim. sevimliydi, sevimliliği tartışılmazdı. ağlasam gözyaşlarımı yalardı, ağlamamam için binlerce şebeklik yapardı. adam ile hiç anlaşamazlardı. o adamı severdi ama çok kıskanırdı, adamsa sevmediğini söylerdi ama o'na gülerdi ve öldüğünde adam da ağladı. o benim kedimdi, ilk bulduğumda küçücüktü, kocaman adam oldu ve zamansız öldü. kocaman yeşil gözleri vardı, pembe bir burnu. konuşması sadece benim duyabileceğim gibiydi, tıpkı sizin kedilerinizin konuşmasını bir tek sizin anlamanız gibi. ölürken başında onca insan varken sadece benim yüzüme bakıp sessiz sakin 'mrrr' dedi.. mutlu öldü, yanında ben vardım çünkü.