lamı cimi yok, mükemmel bir dizi. izleyiciyi inanılmaz etkiliyor, sıradan bir dizi gibi tvden haftada 1 bölüm olmak suretiyle değil mutlaka arşive eklenip en fazla 2 günde tok korına tüketilmesi gerekiyor. dizinin bu kadar etkileyici olmasında şüphesiz olayın gerçek tanıklarının (easy bölüğü askerlerinin) röportajlarını bölüm başında izlememiz etkili oluyor. aynı etki the pacific dizisinde de görülebilir.
dizinin bir diğer artısı sürekli bir kişinin ön plana çıkarılıp kahraman ilan edilmemesi. tabi richard winters diğer karakterlere göre biraz daha ön planda ama ilk 5 bölümde bu böyle. tabur komutanı olduktan sonra, ki bastogne adlı bölümde filan çok daha geri planda kalmıştır. farklı bölümlerde iç sesini dinlediğimiz yanlış hatırlamıyorsam en az 4 karakter var (winters, lipton, eugene, webster).
gerçekçilik olarak ise amerikalıların savaşma azmini ve birbirlerine olan bağlılığını abartmadığını söyleyebiliriz ancak aynı şeyi alman askerleri ve özellikle sıradan askerlerden oluşmayan waffen ss'lerin kara murat filmlerindeki figüranlar gibi düşmesi için söyleyemeyiz. söz konusu olan müttefiklerin kabuslarına giren waffen ss yahu. tamamen gönüllülerden seçilmiş, emirleri doğrudan hitler'den alan en elit panzer tümenleri. crossroads bölümünde ss'ler patır patır dökülüyor, bu bölümde heh olmuş diyebileceğimiz tek şey kamufle olmuş tiger tankın amerikan sherman'ları keklik gibi avlaması.
bunun dışında bu diziye yapılan en büyük eleştiri amerikan propagandası yaptığı yönünde ki kısmen doğru olmakla beraber saving private ryan sınıfına da sokmamak gerekir. pek çok sahnede amerikan paraşütçülerinin esir aldıkları almanları bile sorgusuz sualsiz infaz ettiği, ölülerini soyduğu ve hatta sarhoş olup birbirlerini vurduğu-öldürdüğü oluyor.
bastogne ve the breaking point bölümleri tıpkı the pacific'teki guadalcanal bölümü gibi mükemmel olmuş. sıcacık evinizde rahat kanepenizde izlerken bile oradaki askerler kadar üşürsünüz. almanlar ormanı topa tuttuğunda neredeyse yere kapaklanıp miğferimi aramaya başlayacaktım. bunda biraz da ard arda 5-6 bölüm izlememin etkisi de var tabi.
9. bölüm olan why we fight'ın ayrı bir yeri var. izleyiciyi savaş moduna soktuğu anda herşeyi sorgulatıyor. tıpkı Erich Maria Remarque'ın efsanevi romanı batı cephesinde yeni bir şey yok'taki paul gibi bir asker şöyle diyor (öldürülen bir alman askeri için); "eminim başka bir hayatta çok iyi dost olabilirdik, belki o da balık tutmaktan hoşlanıyordu. ama ikimiz de yapmamız gerekeni yapıyorduk" bu sözleri röportajdaki emekli askerlerden birisi de söylüyor olabilir karıştırıyorum belki de.
dizinin en karizmatik ve esrarlı adamı şüphesiz yüzbaşı speirs;
speirs hakkında dolaşan normandiya'da 20 alman esire önce sigara ikram edip daha sonra hepsini infaz ettiği dedikodusu da açıklığa kavuşturulmadı. adamın efsane olmasında biraz da bu etkili oldu ve tabi the breaking point bölümünde aptallaşan teğmenin yerine cepheye koşup çil yavrusu gibi dağılmış easy bölüğünü kurtarması. operasyon sırasında alman askerlerinin arasından koşarak geçip diğer bir müfrezeyle irtibat kurup aynı şekilde geri dönmesini deyim yerindeyse "oha falan olarak" izledim.
dizinin çok hoşuma giden bir ayrıntısı da son bölümde avusturya'da teslim olan bir tabur ya da alay askerin komutanı olan alman generalin, lipton'dan izin alıp askerlerine yaptığı ve bizim Joseph Liebgott çevirisinden dinlediğimiz konuşma. yahudileri buldukları toplama kampında bile bu kadar etkilenmedim; "hepiniz barış dolu uzun bir hayatı hak ediyorsunuz".
ikinci dünyü savaşına ilgisi olanlara tavsiye etmeme bile gerek yok mutlaka izlemişlerdir. konuya ilgi duymayanlar için de tavsiye edilebilecek mükemmel bir dizi. imdb'de yaklaşık 77 bin kişinin oylamasıyla 9.6 puanı var. herhalde dizinin kalitesi hakkında bir fikir verir.