yalnızdı, tüm yalnızım diyenlerden daha yalnız...
geceydi; rüzgarlı, serin ve simsiyah... karanlık bir odada (ki orası onun hücresiydi), yatağının ortasında bağdaş kurmuş içi parçalanmışcasına ağlıyordu. kimse yoktu hıçkırıklarını duyan, kimse yoktu ona sarılıp "herşey düzelecek, mutlu olacaksın" diyen. zaten biri olsa da ona bu cümleyi kuramazdı, çünkü bilirdi ki bunlar boş sözler...
yalnızdı, birini aradı yanında olacak, gözyaşlarını sessizce izleyecek, içinden geçenleri o konuşmadan bilip anlayacak... yoktu böyle biri; hiç olmamıştı, olmayacaktı. uzandı zulasına, uyandırdı yalnız gecelerinin değişmez yoldaşını, bu gece katık yoktu yanında, "olsun be" dedi, "ben de katıksızım nasılsa..."
yalnızdı, çekti koca bir yudum, ısındı dışı buz gibi olan içi... yan odada, bir sokak ötede, hatta şehrin birçok yerinde uyuyanları düşündü. bir arkadaşıyla, kardeşiyle, eşiyle, çocuğuyla hatta köpeğiyle, kedisiyle uyuyanları düşündü. bir sevginin, bir sıcaklığın, kendini güvende hissetmenin ne demek olduğunu düşündü, bilemedi, anlayamadı...çünkü...
yalnızdı...doğruları söylemenin neler kaybettirdiğini, değer vermenin insanı nasıl değersizleştirdiğini düşündü... düşündü durmadan kaybetmeye nasıl alışıldığını, insanın bunca acıya karşı nasıl nefes alabildiğini, her sabah nasıl işe gidebildiğini, insanlara gülümseyebildiğini, onları güldürebildiğini...
çekti koca bir yudum daha, cevabını bilmediği soruları düşündü, nedenleri, nasılları geçirdi kafasından... bu saatte neden uyumuyor, neden ağlıyor, neden içiyordu. nasıl bu hale gelmişti, çok şey mi istemişti, ya da istedikleri çok değildi de kendisi mi azdı bunlar için...
yaktı bir cigara daha, kaybettikleri geçti gözünün önünden, sevdikleri ama onu severmiş gibi görünenler geldi aklına, kullananlar, işi bitince sıvışanlar, dost görünüp tekmeyi basanlar... asla yapamayacakları dikildi önüne bir duvardaki açık saçık sözler gibi; o kadar çoktular ki o duvarda yazanlar, hepsini okuyamadı bıraktı...
yazgını sev, belki seninki en iyisidir demişti Nietzsche. o yazgısını hep kabullenmişti, hiç isyan etmemişti, hep iyi tarafından bakmaya çalışmıştı. Ama bugünlerde olmuyordu, elindeki kırıntılar yetmiyordu, durduramıyordu içindeki isyan çağlayanını...
yalnızdı... bu saatte ağladığını bilenler vardı kuşkusuz, evet hem de birkaç kişiydiler, biliyorlardı... ama hepsi susmayı, yalnızı daha yalnız bırakmayı tercih ettiler...
yalnızdı... umutsuz, çaresiz, bıkkın... "hayal kur" demişti biri geçen gün ona. o ise hayal kurmayı çoktan bıraktığını söylemişti. "olsun" demişti birisi, "sen yine de kurmalısın, bana eşlik etmelisin"... unutmuştu hayallerin nasıl şeyler olduklarını; zor oldu ama kurdu, biraz tedirgince de olsa içindeki son cesaret kırıntılarıyla... ve şimdi bu karanlık gecede, uzun zamandır ilk defa ürkekçe kurduğu hayallerinin yıkıntılarında, can kırıklarına basmadan ilerlemeye çalışıyordu...
yalnızdı... tüm yalnızım diyenlerden daha yalnız... simsiyah geceyi aydınlatacak tek şey olan kapağı kaldırdı ve sözlüğe bir başlık ekledi:
(bkz: yıkılan hayallerin içindeki can kırıkları...)