haluk bilginer'dir öncelikle. oyunculuk zirvelerinden biridir.
içerik fena değildi. sonunda bir eksiklik hissediyorsun, hani yıllardır görmediğin arkadaşınla kısa bir görüşme yapmış hissiyatına kapılıyorsun. çünkü senaryo akışında çok boş bırakılan alanlar var. örneğin ilk bölümde ağlayarak sohbet veren hoca, onların ülkü ocaklarından yardım talep etmesi havada kalıyor. yalnızca orada fırat karakteri olduğunu görüyorsun.
filme ön yargılarla gitmedim dersem yalan olur. fragmanını izlemek beni itti bu atmosfere. türk sinemasında hep karşımıza çıkan "sosyal mesaj" zorlaması fragmana sıkıştırılmış gibiydi. bu olgu filmin temasını oluşturan fikrin üzerine baharat tadında serpiştirilirse başarılı olabilir. ancak bizim gibi ideolojik yaklaşmayı seven, hatta renkleri bu boyadan akıtan insanlara itici geliyor. çünkü bir "karşı" oluşturuyor bu durum. misal usta filmi. akışında güzelce giderken usta karakterinin eşinin ailesinde bir yemek sahnesi vardır. orada filmle bağlantısı olmayan ve "cemaatlerin kadrolaşması" gibi bir argümandan hareketle oluşturulmuş diyaloglar geçmektedir. bu akıntının önüne konulan bir taştır aslında senaryo açısından. filmimize geri dönecek olursak; fragmanda geçen ülkü yemini, zikir sahneleri, mevlevi derviş sahnesi, hatta imamın ağlama sahnesi beni bu düşünceye itmişti. bu noktada kıstas olarak aldığım "usta" filmindeki o sahne kadar başarısız olmasa da misal; polis koleji mezuniyet sahnesi havadan inmiş gibiydi. içerisinde filmin temasına göz kırpan tek söz "din ayrımı olmadan insanları koruyacaksınız"dı belki.
teknik açıdan ilk kıstası mahsun kırmızıgül'ün diğer filmleriyle kıyaslarsak başarılıdır. ancak istenen o açı ve sahne geçişleri başarısızdır. örneğin ilk kısımdaki aksiyon sahneleri gözleri çok yormuştur ki aksiyon sahnelerini yapışarak izleyen bir seyirciyim. kıyaslamak abesle iştigal olsa da iki gün önce bilgisayardan tekrar inception izleyen biri olarak diyebilirim ki şu teknik meseleleri aşmamız gerekiyor. bu farkı en kısa sürede kapatmamız gerekiyor.
filmde gol atılamayan çok asist vardı aslında. ilk aklıma gelenler; hacı'ya eşinin sorduğu neler oluyor bölümünde karakterin beslendiği bir mevlana'dan kıssa anlatılabilirdi, sonra fırat karakteri amerika'ya girdiğinde bişeyler söyleyebilirdi. bunlar da aksiyon-dram çıkmazında araya gitti.
bilerek mi yapıldı bilmiyorum; türk-amerikan yapısı birbirine girdi bir ara. fbi yetkilisi sorgulama sırasında kart bırakıyor, ince bir görüntü ama namaz kılınan yerlere pata küte giriyor. bizim polisler hacı karakterinin yakınının işlettiği lokantanın köşesinde kafasını kenardan çıkararak çıkmasını bekliyor. en azından arabada bekleyen ajan klişesi kullanılabilirdi. bir de kilise evliliğinde görüntülü konuşma oluyor, telefonların tümü takipte olmasına rağmen, fbi yetkilisi araç takip ederek aradıkları kişiye ulaşmaya çalışıyor.
filmde bir de dublaj olayı vardı. mahsun fransız kalıyor olaylara, biz türk kalıyoruz.* burada altyazı kullanılsa veya mahsun da katılsaydı konuşmalara daha çekici olabilirdi. fazla üstünde durmasak ta olabilir.
şu da var; sonlara doğru yakalanan "deccal" karakteri de yarım bırakılmış gibiydi. en azından elemanın abd bağlantısı arada gösterilebilirdi, filmi oraya taşımışsınız zaten değinmeden geçmelerini de son "sürpriz" meselesini abartmalarına bağlıyorum. polislerin bu yapıya soktuğu polisin katledildiği video'da okunan yazı da garipti. mesele "laik sistemi yıkmak" gibi sunuldu, el-kaide'nin bu videolarında hedef genelde amerika-israil olur. ki burada amerika'nın "kendi yönlendirdikleri tehdit, kendi yönlendirdikleri halk, kendi yönlendirdikleri terörist" zemini oluşturulabilirdi. tercih ettikleri şey de sinema'ya yakışmayan "nabza göre şerbet" kaçtı biraz.
senaryonun son bölümündeki "sürpriz" için son bölümler oraya odaklı işliyor.
bir de herkesin aklına fethullah gülen gelmiştir sanırım. ilk karakterin ağlayarak sohbet yapması çağrışım olarak benzeşiyor, fakat cemaat'in toplu yaptığı şey zikir değil tesbihattır. orada yapılan halka zikri rufai tarikatının yaptığı zikre yakındı. "hacı" karakterinin ise mesajları yakındı. bitlis'li olması ve amerika'da yaşaması, said nursi'den alıntı yapması, hepimiz aynı allah'a inanıyoruz diyerek dinler arası diyaloğa gönderme yapması ve bitlis'e dönüklerinde fırat karakterinin neden buraya gelmedin sorusuna "suları bulandırmamak istedim" demesi akla ister istemez getiriyor. bilinçli olarak mı yapıldı bilmiyoruz.
son sahnede ses sisteminin de azizliğiyle pek çok şeyi kaçırdık ama güzel bitti;