bir hikayesi olan, evveliyatı çok eskilere dayanan olaydır aslen.
zamanın birinde kadınlar tek başlarına yaşarlarmış. hatta en başlarda sadece bir ada varmış. içinde sadece kadınların olduğu bir ada. bu kadınlar yer, içer, avlanır, eğlenir ve uyurlarmış. başka hiçbir şeye ihtiyaçları yokmuş aslında. sonra zamanla evlerini daha sağlam ve dayanıklı yapmak için büyük ağaçlar kesmek zorunda kalmışlar. büyük ağaçları kesmek de taşımak da pek kolay olmamış. onlar da içlerinden "ah keşke içimizden bazıları çok güçlü olsaydı." diye geçirmişler. gel zaman git zaman içlerinde bazı şeylerin eksikliğini de hisseder olmuşlar. canı yanan bir arkadaşını teselli etmeye gidip yanağını okşadığında farklı şeyler hissetmişler, sarılıp dans ettiklerinde de. ama bir türlü aradıkları şeyler değilmiş bunlar. onlar da içlerinden "ah keşke içimizden bazıları beni anlayıp, kollarının altına alsa, destek olsa, konuştuklarıma değer verse." diye geçirmişler.
bir gün, günün birinde, birbirinin aynı olan günlerden bir diğerinde, hiç de diğerleri gibi olmayan bir gün yaşanmış. daha önce hiç görmedikleri, bilmedikleri bir cins adaya çıkmış. ilk gördüklerinde içlerini bir sıcaklık kaplamış ki anlatamamışlar kendilerine. bir şua yayılmış gözlerinden sanki. korkmuşlar en başlarda birbirlerinden sonra zamanla yakınlaşmışlar geceleri mayhoş eden içecekler ile.
güzel kadınlar, güzel erkekleri seçmiş, çirkin olanlar da çirkinleri. aslında güzel olanlar güzelleri kaptığı için çirkin olanlara çirkinler kalmış sadece. güzel olan kadınlar ağaçları kestirmiş güzel adamlara, güzelce taşıtmış istediklere yere. ayakları burkulduğunda kucaklarda yetiştirilmişler yumuşak yataklara güzelce. güzel geçmiş her günleri güzellerin, ta ki dokunurken hissettikleri şeylerin önceden birbirlerine dokunduklarında hissettiklerinden bir farkı olmadığını anlayıncaya kadar.
sıkılmış, mutsuz olmuş kadınlar. kafalarını diğer tarafa çevirdiklerinde ise tutukuyla yaşanan aşkları görmüşler. daha da üzülmüşler. anlayamamışlar sebebini. oysaki "güzel" olanlarını seçmişlerdi. oysa çekici olanlarını almışlardı. peki neden çirkin olan erkekler ile daha mutluydu kadınlar? bilemediler ama denediler. görmek istediler ne buldu bu kadınlar bu çirkin erkeklerde. her güzel kadın bir çirkin erkek aldı koynuna. öyle dokundular ki kadınlarına bu çirkin erkekler kadınlar anladılar neyi aradıklarını. konuştukları başkaydı. farklıydı her anlattıkları. belli ki bu zamana kadar durmamış, çirkin bir çiçek gibi eğitmişlerdi kendilerini böcekleri çekebilmek için. ve her çirkin erkek aynı hikayeyi anlattı onlara. öğrendiler ki; "bir çiçek ne kadar renkli, ne kadar estetik, ne kadar güzel kokuluysa o kadar ihtiyacı vardır işe yaramaz polenlerini dağıtmak için bir arıya". doga en adil hakimdir kendi mahkemesinde. muhakemesi tartışılmaz, karşı konulamaz. bilir kime ne vereceğini. güçsüz ile güçlü arasında yapar ayarlamalarını, hiçbirini boşuna "güzel" yapmadığı gibi hiçbirini de boşuna "çirkin" yapmaz. kimin neye ihtiyacı varsa bir başkasına onu verir. eğer her şeye kendi ihtiyacı olan şeyi verseydi hiçbir şeye gerek kalmazdı.
güzelliğinden ister istemez paye alan erkek doldurmaya gerek görmez kendini, bırakır polenler kendiliğinden gider zaten etrafına. neden bir çirkin kiku çiçeği gibi ses çıkartsın ki dikkatini çekmek için polenlerine bulaşıcak böceklerin, neden salkım saçak bıraksın ki tüy tüy yapraklarını tesadüfen değsin diye uçak güzel bir arıya? zaten o kadar güzeldir ki, o kadar renklidir ki kendiliğinden gelir güzel arı, güzel böcek. doğa yardım etmiştir ona doğuştan, bir eksiğini kapatmıştır. düşünmelidir belki de neyin eksik olduğunu, neden en güzel böcekler üstündeyken mutlu olmadığını. anlamalıdır doğanın aslında onu eksik bıraktığını... güzellik verirken, asıl tercih edilme sebeb-i mutluluğunu elinden aldığını. mutluluk!