*bir akrabanın bilgisayarıydı. beni çağırdı, kağıt oynuyordu bilgisayarda. solitaire'miş bu, sonradan öğrendim. bana da öğretti ama bir bok anlamadım. sonra masaüstüyle ilgili sürükle bırak, pencere kapama, simge yapma gibi saçma sapan birkaç püf noktası gösterdi, gitti. dial up bağlantı türkiye'de internete girmenin tek yoluydu. hız 38k veya 56k'ydı sanırım ve saat ücreti olarak telefon faturasına ekleniyordu.
yaş itibariyle benim için en iç açıcı seçenek olan demi moore'u aramaya karar verdim. uğraşa uğraşa bunun bir fan sitesini buldum. orada herkes soru soruyordu. ben de demi moore'a soru yazıp gönderdim. acayip heyecanlandım, bu attığımın "eposta" olduğunu sanıyordum. aklımdan bir sürü şey geçti, buna sinirlenebileceğini bile düşündüm. sonra halaoğlunun gösterdiği çarpıya bastım, pencereyi kapadım. o anda halaoğlu geldi, kazayla elimdeki koladan birkaç damla klavyeye döktüm. halaoğlunun birden surat gitti! galiba bilgisayarın bozulacağını düşündü. sonra zorlama bir tebessümle bir şeyler söyleyerek hemen bilgisayarı kapadı.
normalde içime kapanıkta olsam artık başka biriydim ben. pazartesi okulda herkese demi moore'a eposta gönderdiğimi yarı yavşak bir gülümsemeyle anlattım. allahın davarları, gördükleri en yüksek teknoloji "bankamatik"ti, hepsi şok oldu. bir kısmı inanmadı, siktir çekti. ama onların da aslında inandığını, işlerine gelmediği için bana "atıyosun" dediklerini biliyordum. bu da bende sadece daha çok göt kalkmasını sağlıyordu.
Andy Warhol'un dediği gibi, 15 dakikalık ünümü yaşamıştım. o yaşta bir çocuğa bu yeterdi de artardı.