90'lı yıllar zor yıllardı. 33 eri kurşunlamışlardı ve hürriyet gazetesi siyah zemin üstüne "başlıksız" diye bir manşet atmıştı. bunu öğretmenimiz göstermişti sınıfta. daha ilkokul 3'e gidiyorum o zamanlar. o zaman da vardı bu sorun. kökenimizin onlara ait olmamasına rağmen sırf babam ülkenin 7 bölgesinden biri olan güneydoğu kökenli olduğu için parasıyla ev vermiyorlardı bize. komşular önyargılıymış güya. komşu dedikleri de ülkede toprağı olmayan kökü dışarda olan göçmen diye tabir edilen kişilerdi. neysem...
özal önemsemedi bunlar üç beş çapulcu ne yapacaklar ki koca ülkeye dedi ardından kırmızı pasaport verdi o çapulculara. çiller geldi operasyon operasyon yok... bitmiyor. köylerinden sürülen insanlar, gitmeye direnenlerin köylerini yakmalar yüzünden bu sorun büyüdü. ve görmezden geldikçe de çığ gibi arttı...
bu sorunun çözümü yok. çünkü zaten biz kafamızda bölmüşüz herşeyi. sorun işsizlik fakirlik falan değil. ispanyadaki basklar, katalanlar fakir olduğu için mi görmezden gelindiği için mi ayrılmak istiyorlar. her hakları var. tabelaları çift dilli. dünyaca ünlü futbol takımları var ki,zaten reali yenince ispanyayı yendik derler. ayrılmak istiyorlar. özerklik onlara yetmiyor...
babam ve oğlum filminde meşhur replik vardır ya;
-gitçem diyen adamın önünde dağ olsa duramaz...
ne yaparsak yapalım, hangi hakları verirsek verelim denizi olmayan bir coğrafyada devlet kurmak isteyeceklerdir bunlar.
türk tarihinin makus talihidir. kime kucak açtıysak, kimi özgür bıraktıysak ilk tokadı onlardan yemişizdir hep. herkesin lanetlediği yahudilere yurt vermiş, yunanlılara karışılmamış, ermeniler saraylarda paşa yapılmış, arnavuda valilik verilmiş karşılığında arapları kışkırtmış, sırpları, bulgarları hiç olmadığı kadar refah içinde yaşamış ama ilk nankörlüklerinin siftahını hep bize yaşatmışlar...
bir küpün içinde o boyuttan bu boyuta dolanıyoruz habire fakat çözümü bulduk diye sevindikçe yine o küpün sarmalında yuvarlanıyoruz...