şehir hayatında kediden köpekten başka hayvan görmeyip, köyde gördüğü danaya dil çıkartan,
onunla oyun oynayıp şakalaşan ergenin talihsiz günüdür. o kişi benimdir...
küçükken okul yaz tatillerinde düzce'me köyüme giderdim.
en büyük eğlencem de hayvanlarla oynamaktı.
tavukların kafasını, kanadının altına koyup sallamak, bu şekilde onları uyutup
sonra şişirdiğim poşeti dibinde patlatmak.
hindilere ''kabaramazsın kel fatma, gulu gulu gulu'' deyip onları deli etmek,
tospaları ters çevirmek, sonra onları düzeltmek, tam kafasını çıkartıp yürümeye başladığında
daha önceden diktiğim 4 çubuğun üzerine oturtmak.
boşta duran ayaklarının çırpınışını izlemek.
ahırdan çıkan avluda deli gibi koşan buza'nın taklidini yapmak, onunla beraber koşup onu gıcık etmek. mal mal bana bakıp ahıra gitmesini sağlamak.
bu şekilde köy hayatımda zaman ilerlemiş ve yaşım 18 olmuştu.
hayvanlarla ilişkim değişmişti.artık tavukları yemliyor, ineklere yaprak verip,
kazlara mısır atıyordum.
olgunlaşmıştım...
birde köyde sevdiğim bir kız vardı. ben onu seviyordum ama o bunu bilmiyordu.
bir türlü açılamadığım'' kara yazmalı köylü kızı''. afet ül hüsna. yok böyle bir şey..
her seferinde ''bu sefer konuşacağım'' diyorum, ama olmuyor. onu görünce nutkum tutuluyor.
hazırladığım cümleler beynimden siliniyor. sus pus oluyor sadece onu izliyorum.
o gün dayımın kızı ağzımı aramak için laf attı, bu köylü kızından bahsetti.
sonunda o da ağzındaki baklayı çıkartıp, onunda bende gönlü olduğunu söyledi.
sevinçten havalara uçmuştum. lakin yarın eve dönüş yapacaktım. onunla buluşmam lazımdı.
dayı kızına yalvarıp randevu ayarlamasını söyledim.
nitekim ikindiye doğru sözleştik.
onu beklerken bir türlü zaman geçmiyor elim ayağıma dolanıyordu.
küçükken gıcık ettiğim buza çitlerin arkasındaydı. artık o kocaman bir boğaydı.
heyecanımın verdiği mallıkla, vakit de geçsin amacıyla, yerden küçük taşları alıp
danaya atıyor, onu kızdırmaya çalışıyordum. sert bir dana idi, artık beni tanımıyordu.
her taş atışımda ''burrrr hoşt, höyyyt '' gibi sesler çıkartıyordum.
dana burnundan solumaya, ayağını yere vurmaya başladı. ama önümde çok sağlam bir çit vardı.
bana bir şey yapamayacağının verdiği cesaretle, danaya dil çıkartmaya başladım.
hay dilimi zükeyim, çıkarmaz olaydım. elimde taş, ağzımda bir karış dille, köylü kızıyla
göz göze geldim. bana acınası bir bakış attı. ve döndü gitti.
evet anasını satayım bu kadar. bana baktı ve çekip gitti.