birini çok sevdiğinizi sandığınız ve acısını çektiğiniz zamanlar vardır. her gördüğünüzü ona benzetmek, her telefona "o" diye koşmakla geçirdiğiniz ve acı çektiğiniz zamanlar... derken birisi girmeye çalışır cebren ve hile ile hayatınıza. tüm boşlukları doldurur birer birer. hatta öyle kararlıdır ki, içinizdekileri bile dışarı iter, yer açar kendine en derinlerde. bir çukurun içine girip kazmaya başlar. daha derine, daha derine, daha da derine; en derine... sonra siz daha ne olduğunu anlayamadan ellerinizi onun ellerinde, gözlerinizi ruhunun içinde bulursunuz. başlarsınız tertemiz bir sayfaya yazılar yazmaya. ama kalem hep sizin elinizde... kolunuz ağrır, parmaklarınız acır ama "o"ralı olmaz hiç. size yıkar tüm sorumluluğu. o kendini kapattıkça siz seversiniz, tüm yabancılaşmasına rağmen gitgide daha çok bağlanırsınız. tüm umursamazlıkları, tüm ciddiyetsizlikleri, tüm kaçışları sineye çekersiniz. korkarsınız "o"nsuzluktan içinde olduğunuz durumun da "o"nsuzluk olduğunu bilmeden. nefesini koklarken kokusuna taparcasına, cesaret edemessiniz nefessiz kalmaya, nefesini hissetmeden yaşamaya. yine de vakit geldiğinde, herşey bittiğinde, tüm yaptıklarına rağmen "mutlu ol" diyebilmektir senin olmayan birini sevmek. siz çığlık çığlığa susarken o yürüyüp giderken...