sene 1999. yine başımda bir bela var deli gibi aşığım. karşılıksız falan değil nerdeyse hergün görüşüp koklaşıp aşkın tadını çıkarıyoruz. ama bir dakika görüşmesek kafayı yiyyorum o derece aşığım. derken o lanetli gün sevgiliyle görüşmemiz birazcık ertelendi.
ben de yalnızlıktan şehirde başı boş dolanırken bir grup arkadaşa denk geldim. ne yapalım abi derken? hadi şuraya gidelim içelim falan denildi. dar bir sokaktan geçip gayet eski bir bınadan içeri sıvıştık. 2. kata çıktık, kapıyı çaldık 45-50 yaşlarında bir adam kapıyı açtı. içeri geçtim bir adam otuyor masada. nerden tanıyorum bu adamı derken hatırladım. bir alt sokakta kokoreç satan dayı bu. tuhaf bir olay örgüsü içerisinde olduğumu o an anladım. ulan ne işim var burda ben gayet kendi halinde olan bir çocuğum o yıllarda ideallerle dolu sikindirik bir dünyanın içinde aşk, sevgi, şiir, devrim inancı falan. neyse derken masada oturan kokoreççi abinin hayvan gibi içtiğini farkettim. abi adam efesi açıyor kafaya bir dikiyor şişe sıfır. oda da ağır bir nem kokusu her tarafta bir ıslaklık ve sigara kokusu öf... elimi nereye atsam elim yapış yapış oluyor resmen. baktım arkadaşlarda biraları açtılar. bana da uzattılar. açtım bir tane içtim. amına koyayım ortam sessiz kimse konuşmuyor. dayı resmen tribe girmiş belki bizim orda olduğumuzun bile farkında değil. başını hafiften önüne eğmiş bize bakmadan öylece duruyor. sadece birayı dikince başını kaldırıyor ve tekrar aşağı doğru sarkıyor. öteki amca diğer köşeye geçmiş, arkadaşlar ise kendi halinde içiyolar. ben ikinci birayı açtım içtikçe içesim geliyorum. tuhaf bir şey var, iyi ve çirkin olan her şey sanki birbiriyle yarışıyor. sessizlik bir garip. insanlar var etrafında ama herkes kendi dünyasına dalmış. kimsden çıt çıkmıyor. ben 18 yaşındayım ama yanıbaşımda 45 belki de ellisine varmış bir adam bütün bir ölü sessizliğiye içtikçe içiyor. işin kötüsü kimse yokmuş gibi davranıyor. baktım her kes bu moda geçti. ulan elimi uzatsam sanki herkes saydamlaşacak. elim duvardan geçecek hiç bir şeye dokunamıyorum. arkadaşlarla konuşmak istiyorum ama ağzımı açamıyorum. ses boğazımda yumrulaşıp akciğerimde patlıyor ve kendi fırtınasında boğulup gidiyor. neyse bir ara en uzaktaki dayı yerinden kalktı kapıyı açtı ve çıkıp gitti. yarım saat sonra geldi eli iki boşet dolu bira. ortaya attı ve çekip köşesine gitti. sikeyim hiç bir şeyi idrak edemiyorum. bunlar kim? bu biralar nerden geliyor? neden bira almaya giderken para istemedi? neden sadece kendisine alıp dönmedi? derken yeni gelen biralardan bir tande daha açtım. kafa iyice gitti. sigara sütüne sigara içiyorum. ama artık uçmuş durumdayım. başım iyice döndü. artık monolog halindeyim heh iyice kafayı sıyırdım. içtikçe içiyorum.
derken ben kalkıyorum dedim, bakıyorum sağımda ahmet, solumda gökmen hiç oralı bile olmadılar. öteki dayılar zaten ruhlar aleminden. sallanarak kapıya doğru yöneldim. kapıyı açtım apartman boşluğuna çıktım, merdivenlerden tabutta taşınan bir cenaze kıvamında iniyorum. sanki birileri her tarfımdan tutmuş, ben ölüyüm aslında. kendimi sokağa attım. güneş henüz batmamış. şaşırıyorum. kendi kendime "saat gece 12 olmalıydı" diyorum. hızla bir çeşme arıyorum. derken civardaki en yakın camiye gidiyorum. şadırvana dalıyorum resmen. caminin hemen arkasında sürekli sevdicekle gelip otrduğumuz caminin ruhuna tezat bir yer var oraya geçiyorum. tam oturacakken birden kusuyorum. belki yirmi bira içmişimdir. ve sanki kırk bira kusuyorum. bir yerden ayak sesleri geliyor. gözlerimi açıyorum...ortam sessiz. ama güneş yok. karanlık çökmüş. saat geç olmuştur. saate bakmıyorum ama başım hala boşluğa fırlatılmış bir gülle gibi dönüp duruyor. birden! aklıma geliyor. sevgiliyle görüşecektim. kalkmak istiyorum sendeleyip kıç üstü tekrar yığılıyorum yere. bir kaç deneme ve nihayet. dakikalarca yürüyorum. artık dermenım yok ve otuyorum. başımı dizlerimin arasına almış ben nerdeyim diye düşünüyorum. sonra dizime dayayıp başımı sağa kalabalığa doğru kısık gözlerle bakarken bir silüetin karanlığın iç silüetini yırtarak bana doğru geldiğini farkediyorum. petrol mavisi hırka belirginleşiyor önce. sonra saçlar sonra dünyanın en güzel gözleri. anlıyorum bana doğru gelen kadınım olmalı bu. silüet yaklaştıkça iyice netleşiyor. ses bile netleşiyor ve derken sadece diz kapaklarına kadar görebiliyorum. ayakta durmuş kahverengi ayakkabılar, mavi pantolon. evet bu ayakkabıları da tanıyorum. birden eğiliyor. parmakarını saçlarımın arasına sokup gezdiriyor ve dünyanın en güzel sesiyle bir şeyler soruyor. koluma giriyor. sıkıştım diyebiliyorum. evet o an farkediyorum penisim resmen yırtılacak gibi. testislerim yerinden fırlamek üzre. hiç farketmemişim. işedim işeyeceğim resmen. saat iyice ilerlemiş. bir kaç umumi tuvalet yok sonuç çıkmıyor. olamaz diyorum!! düşünebiliyorum, anlayabiliyorum ama saniyelik hemen geçiyor. sonra tekrar apayrı bir dünyaya geçiyorum. epey bir dolanıyoruz bunu hissediyorum. sonra tarihi bir yerden içeri giriyoruz. hamam gibi osmanlı mimarisi. oval bir penceresi var o pencereden içeri giriyoruz. ben önden giriyorum kadınım arkamdan. pencere bizi bir avluya çıkarıyor. birden bir adam beliriveriyor. sevgili soruyor tuvalet yok mu? adam tuvaletler kapalı diyor. sağa sola bakınıyorum. bu mekanı bir bir yerden bildiğimi düşünüyorum. sağda solda sedirler, kocaman çınar ağaçları, masalar sandalyeler. biraz daha bakınıyorum burası gündüzleri çok yoğun olan tarihi bir oturma mekanı. konuşmalar devam ederken silik bir ses küçük mü? büyük mü? diye soruyor. bana yöneliyor soru. küçük mü? büyük mü? eşekleşiyorum. adamın yüzüne bakıyorum ne diyor, ne soruyor anlam veremiyorum. defalarca tekrarlıyor. yok, idrak edemiyorum. kafa durmuş resmen. küçük mü? büyük mü? kendi kendime ne soruyorsun amına koyayım diyorum. her şey kocaman her şey çok büyük. büyük diyesim geliyor. birden o mucizevi ses giriyor araya ve beni kurtarıyor. "küçük" diyor. sanki yaşamın şifresi bulunmuş gibi. adam karanlığı ve çınarı gösteriyor. koluma giriyor kadın beni karanlığa doğru sürüklüyor çınarın arkasına geçiyoruz eğiliyor kemerimi açıyor hadi diyor. işemem gerekiyor. elimi uzatıp penisimi tutuyorum ve birden boşalıyor. dakikalarca işiyorum öyle ki bir süre sonra çınara yaslanıp işiyorum. iris kocamanlaşmış olamalı ki karanlıkta sağı solu farkediyorum. evet burası tahmin ettiğim yer. gündüzleri 100-200 kişiyi ağırlayan o şehrin o meşhur tarihi çay bahçesi. ve şu an onun tam ortasına işiyorum. yerde bir dere yatağı oluşuyor resmen.
dehşet rahatlıyorum. dışarı çıkıyoruz hala başım dönüyor. bir yerlerde oturuyoruz. eve gitmek zorundayız saat çok geç. beni arabayı bindiriyor sevgili. kendimi yatağa atıyorum. başım çatlayacak gibi....
ertesi gün uyanıyorum. düşünüyorum ve üstünü örtüyorum. mekanlar, insanlar vs. neydi öyle.