müslüman ülkelerin içinden çıkamadığı, birde buna bizde ki gibi doğal gelişmeyen sermaye süreçleri eklenince iyice açmaza dönüşen sosyal olgu.
önerme doğrudur. konu istisnasız devlet'in yapılandırılması ile ilgilidir. ancak bizde önce devlet, sonra toplum şekillendirildiği için işler tamamen ters işlemektedir. oysa, bir devlet ve onu belirleyen sözleşmeler (anayasa vb.) doğal süreçlerde toplumun bireyleri tarafından oluşturulur. toplumun bütün kesim ve tabakalarının dayatması ve sonucunda uzlaşması ile oluşur.
bizde bunlar, çeşitli müdahale ve darbelerle yukardan aşağı (belirli bir tabakanın yararına olacak şekilde) dikte edilerek oluşturulduğu için içselleştirilememiş olgular ve gerçeklikler olarak durur. hal böyle olunca da birey kendinin hissetmediği, kendinin görmediği uygulamaları savunmaz, kendi hayatında da o kuralları zorunluluk ya da baskı olarak algılar.
kişinin laik-anti laik olması devlet'le olan ilişkilerin bütünlüğünde ortaya çıkar. laik uygulamalara karşı çıkan birisinin öte yandan devletin sunduğu egemen laik din tavrında devletten yana tarafsa burada çifte standart ve ikiyüzlülük ortaya çıkar. örneğin bir taraftan sünni egemen çizgiye evet deyip onun devlet tarafından sunulan imkanlarından yararlanıyorsa bu samimiyetten şüphe etmek lazımdır.
asıl sorun, devletin farklı din ve cemaatlere, onların kendi bağımsız olgularına ve bağımsız davranış biçimlerine özgürlük sınırlamalarındaki tutumda yatar. burda iki sorunla karşılaşırız. birincisi devlet içinde ki iktidar çatışması ve egemenlik sorunları. ikincisi de farklı din ve cemaatlerin birbirine karşı tarihsel sorunlarından da müteşekkil egemenlik ve tahammülsüzlükleri.
dolayısıyla, kurumsal ve tasavvufi reformlarını gerçekleştirmiş ve bunun içsel dönüşümünü yaşamış dinlerle bunu gerçekleştirememiş müslümanlığın laisizm karşısındaki duruşunun aynı olmasını beklemek safdillik olmaz mı?
burjuva aydınlanma sürecinde kendi doğal rekabet sürecini de yaşayan batı sermayesi, ticaret burjuvasından sanayii burjuvasına rahatça dönüşürken ve burada başlangıçta ihtiyacından kaynaklı dini reformları desteklerken bizde tam tersine, toprak ağalarından ve şehir eşrafından devşirme ve zorlama bir devlet burjuvazisi yaratıldığı için bırakınız dini reformları, dinin en bağnaz yanları bu çıkar ve amaç için mübah sayılarak kullanılagelmiştir.
bu alışkanlıkların bugüne kadar sürmesi, bugün egemen olan din dışındaki din ve cemaatlere zorluk çıkaran baskıcı bir hal almıştır. diğer taraftan bağnazca, laiklik adı altında savunulanın da ordu bürokrasisi ve memur zihniyeti işbirliğinden öte bir şey olmadığını görürüz.
tepeden kurulan türkiye, devlet içindeki bu çatışmanın yıllardır kurbanı olmuştur. bu çatışmanın aslı da, cumhuriyetin kuruluş mantelitesinde yatan bölgesel fırsatçılığın yarattığı ilişki ve güçler dengesinde yatmaktadır. varoluşun bu kutsal yanı, içerdeki tüm diziliş ve ilişkileri belirlerken hiç bir kavramın reel karşılığı toplumsal ilişkilerde yerini bulmamıştır.
ne bireylerin laisizm'i, ne de devlet ve kurumlarının laisizm'i gerçekçi ve evrensel değildir. siyasi anlamda da menderes-özal-tayyip çizgisinin sağ muhafazakar liberal çıkış ve işbirlikleri statüko karşıtlığını temsil eder ve halkın geniş kısmı üzerine özgürlük arayışı temelinde nüfus ederken, sözde(!) sol-sosyal demokrat ordu bürokrasisi ve memuriyet zihniyeti de statükonun kendisi oluverir. bu ters dönen kavramsal zıtlıklar asli itibariyle yeniden ve yeniden yapılanmalara gebe bir ülke bırakmaktadır.
burada en son belirleyici olacak olansa, tarihsel bilincinin dürtüsüyle üzerindeki ölü toprağını iteleyip, şeyh bedrettin ruhunu, gerçek özgürlük ruhunu yakalayacak olan bu toprakların halklarıdır.