geleneksel pazar kahvaltısı

entry3 galeri
    ?.
  1. aman tanrım, nerdeyim ben lan! harbiden nerdeyim?... hiç tanımıyorum ki bu odayı... düşün davie, düşün. dilimi damağımdan ayırabilecek kadar bile tükürük kalmamış ağzımda. ağzına edeyim! ne sikim... ne... olamaz... yine mi! lanet olsun! hayır... lütfen, hayır... hayır dedim!... lütfen. lütfen bu gelmesin başıma. lütfen. olmaz. kesinlikle olmaz. bal gibi olur. evet. yabancı bir odada, yabancı bir yatakta, kendi bokumun içinde uyandım. yatağa oturdum. sıçmıştım yatağa. kafam kazan gibi ve bağırsaklarım gurultu içinde. yatak berbat, inanılmaz derecede berbat. yatak çarşafını aldım, sonra onu nevresime sarıp dertop ettim. ortada iğrenç, berbat bir karışım vardı. güvenli bir pakete benzemişti, sızıntı belirtisi filan yoktu. ıslaklığı kamufle etmek için yatağı da ters çevirdim ve tuvalete gittim. pisliği sırtımdan, bacaklarımdan ve kıçımdan temizlemek için duş yaptım. şimdi hatırladım nerde olduğumu: gail'in annesinin evinde. hassiktiiir! gail'in annesi. ben nasıl geldim buraya? kim getirdi beni. içeri odada elbiselerimin düzenli bi biçimde katlanmış olduğunu görüyorum. aman tanrım! kim soydu lan beni! geriye dönmeye çalış. şimdi pazar. dün cumartesiydi. hampden'da yarı final vardı. maçtan önce ve sonra birtakım boklar yedim. hiç şansımız yok, diye düşünmüştüm, bütün seyircinin ve hakemlerin arkasında olduğu büyük bir takıma karşı hampden'da hiç şansımız yok. bu yüzden maçı kafaya takmaktansa, biraz crack alıp keyfime bakacaktım. keyfime nasıl baktığımı düşünmek bile istemiyorum. maça gidip gitmediğimi bile hatırlamıyorum. duke caddesi'nde leith'li çocuklarla birlikte; tommy, rent ve arkadaşlarıyla birlikte marksman otobüsüne binmiştik. pislik şeyler! maçtan önce ruthgerlen'deki o barda çektiklerimizi hatırlıyorum; esrar, speed, acid ve bol miktarda alkol. bardan çıkmadan önce kafama diktiğim vodka şişesini de hatırlıyorum... gail konuya nerde karıştı, tam hatırlamıyorum. siktir! sonra çarşafları ve nevresimi olmadığı için soğumuş olan yatağa geri döndüm. birkaç saat sonra gail kapıyı çaldı. gail ve ben beş haftadır birlikteyiz, ama henüz yatmadık. gail ilişkimizin tamamıyla seks üzerine kurulmuş olmaması için, fiziksel bir birliktelikle başlamamamızın daha iyi olacağını söylemişti. bunu cosmopolitan'da okumuştu ve tezin doğruluğunu sınamak istiyordu. bu yüzden beş haftadır taşaklarım kavun kadar şişti. belki de attığım o çiş, bok ve kusmuk arasında biraz da sperm vardı. - dün geceki hali neydi öyle david mitchell? dedi suçlayan bir sesle. tamamen yıkılmış mıydı, yoksa alınmış rolü mü yapıyordu? anlamak zordu. sonra: - çarşaflara ne oldu? dedi. tamamıyla yıkılmış olacaktı. - ıııı... küçük bir kaza gail. -neyse, takma kafana. aşağıya gelsene. biz de tam kahvaltı etmek üzereydik. çıktı ve ben de zorlukla giyinip, o anda görünmez olmayı umarak merdivenlerden indim. dertop halindeki çarşafı sanki eve götürüp yıkamak istiyormuşum gibi elime almıştım. gail'in anne babası mutfak masasında oturuyordu. geleneksel pazar kahvaltısının sesleri ve kokuları mide bulandırıcıydı. bağırsaklarım hemen takla atmaya başlamıştı. - dün gece birinin hali neydi öyle? dedi gail'in annesi, ama bana sorarsanız, kızgın olmaktan çok takılıyordu. utançtan yine kıpkırmızı oldum. mutfak masasında oturan bay houston olayı benim lehime düzeltmeye çalıştı. - eh, insanın ara sıra öylesine dağıtması iyi gelir, dedi destekleyenbir sesle. - ama sadece ara sıra olması şartıyla, dedi gail, ama o anda anne babasına göstermeden ona yalvaran kaş göz işaretleri yaptığımı fark etmişti.biraz kölelik bana iyi gelecekti. biraz şansım varsa eğer... - şey bayan houston, diyerek yerde, ayağımın ucunda duran çarşaf çıkınını işaret ettim. - ... korkarım çarşafları ve nevresimleri biraz berbat ettim. onları eve götürüp temizleyeceğim. yarın geri getiririm. - bunu kafana takma evlat. şimdi tıkarım onları çamaşır makinesine. sen otur da biraz kahvaltı et. - ama şey... gerçekten berbat ettim galiba. zaten yeterince utanıyorum. onları eve götürmek istiyorum. - vay vay vay, diye güldü bay houston. - yok yok evlat, sen otur, ben şimdi hallederim onları, dedi bayan houston ve ben farkına varmadan gelip çıkını kavrayıverdi. mutfak onun egemenlik bölgesiydi ve kimseyi karıştırmazdı. çıkını kendime çektim, ama bayan houston da beklenmedik bir şekilde hızlı ve lanet derecede güçlüydü. çıkını kaptı ve kendine çekti. çarşaflar birden açıldı ve yoğun bir sidik, bok, alkol ve kusmuk yağmuru ortalığı kapladı. bayan houston bir an donakaldı ve sonra da zorlukla kendini lavaboya attı. bay houston'un gözlükleri, yüzü ve beyaz gömleği kahverengi bok lekeleri içinde kalmıştı. adam sanki sulu bir çorbayı şapur şupur etrafa sıçratmış gibi, masa örtüsü dahil, tüm üstü başı pislik içindeydi. gail'in sarı bluzu da payına düşeni almıştı. lanet olsun. - aman tanrım... aman tanrım... diye şok halde mırıldanıyordu bay houston. bu arada bayan houston lavaboya çıkarırken ben de pisliğin bir kısmını çarşafa geri toplamaya çalışıyordum. gail bana tiksinti ve iğrenti dolu bir bakış fırlattı. artık ilerleyecek bir ilişkimizin kalmadığını düşünüyordum. gail'ı asla yatağa atamayacaktım. hayatta ilk defa bunu umursamadım. istediğim tek şey, bir an önce buradan çıkıp gitmekti. (bkz: trainspotting)
    0 ...
  1. henüz yorum girilmemiş
© 2025 uludağ sözlük