yazıyorum işte...ne yazdıgımı, ne yazacagımı bilmeden yazıyorum.
bir şeyleri düşünmedigimi yahut birşeylein içini dolduramayacagımı bile bile yazıyorum.
doguştan hakkım olan 'düşünebilmek''istidadım elimden, kendi rızam olmadıgı halde alındıgı için yazıyorum.
küçük bir organizasyon için olsa da bütün bir sanata kafa tutarcasına yazıyorum aslında.
bir sürahiden agzına kadar dolmasını beklemeden taşmasını istemek herhalde riyakarlık olur.
daha tabanımı dahi doldurmadıgım halde benden taşmam istendigi için yazıyorum.
ben, kendime sordugum sorulara yanıt alamadıgım için yazıyorum.
ben, bana sorulmadıgı halde benim adıma alınan kararlara tepki olarak yazıyorum belki de.
her şey bir yana, hangi konuda olursa olsun, şimdi adına yaptırım dedikleri dayatamayı bir türlü kabullenemiyorum.
beni ikna edin, inandırın ama asla bana dayatma yapmayın...
dayatma kadar insanın yapısına ters bir davranış tanımıyorum.
evet ben bir kapalı hududu aşıyorum.
ve bir parça da olsa kendi adıma düşünebildigim için yazıyorum.
ben, benim yerime bir şeyleri düşünenlerden düşüncelerimi geri istiyorum artık.
kendi adıma kendim düşünmek, kendim için ibr şeyler yapabilmek, kendi yaptıgım hataların sonuçlarına kendim katlanmak istiyorum.
bütün bunlara kim inanır dersiniz?
aslında bu ne zor, ne de kolay bir iş.
kim inanır, kim inanmaz?
tebeşirle kondurulmuş bir nokta kadar basit ve sefil bir köylü inanır.
yük altında iki büklüm, akşama kadar solumaktan başka bir hayatiyeti olmayan bir hamal inanır.
ötesi var mı?
ya en aptal, ya en akıllı inanır.
aptal da ne demek?
tam akıllılık kabil mi ki, tam aptallık mümkün olsun?
aptal dedigimiz çok defa üstüne hiç bir yazı yazılmamış boş kagıda benzer.
madem ki boştur, güzeli bulamamıştır.
fakat madem ki yine boştur çirkinden kurtulmuştur.
aptalın şuuraltı veya şuurüstü kavrayışıyla bulunmuş kimbilir ne hakikatler var.
hakiki aptal o boş kagıdın üzerinde hiç bir yazı yazılmamış olan degil, saçma-sapan, kör-topal, yalan-yanlış şeyler karalamış ve onlara sımsıkı sarılmış olandır.
yani;aptallıktan yola çıkıp akla varamamış ve yarı yolda kalmış idrak cücesi.
inanmak, ya çok üstün, kendi kendini kül edecek kadar üstün bir akıl davasıdır; yahut yarı yolda bangır bangır iflas eden aklın her türlü estetiginden mahrum, fakat gizli bir ruh feyziyle gayesini sezmiş ve fikir kargaşasından kurtulmuş saf ve basit adam işi.
o akıl budalaları ki, gözün nasıl gördügünü anlamadan gördügü şeylere inanırlar, fakat görmediklerine inanmazlar.
gözlük üstüne gözlük takarlar ve üstelik görüneni bile görmezler.
işte onlar ellerinde birer istiklal pervasızı taşırlar, eşya ve hadiselerin posalarını hep onunla incelerler ve hiçbir şey bulamazlar.
şudur ki, birinin oluşundaki sırları bilmedigimiz halde, öbürünün meydana gelişini, bütün dış şekilleriyle tanıyoruz.
biri aklımızı, çepeçevre sarmış bulunur.
bu yüzden, biri bin kere olmakla yeni kalıyor da, öbürü bir kere olmakla eskiyi veriyor.
ne garip aslında, birileri geliyor bizim yerimize bizi düşünüyor, bizim adımıza kararlar alıyor ve biz ses çıkartmaya kalkıştıgımız zaman düşüncelerimizden dolayı suçlu oluyoruz.
aslında ne gerek var ki, bize bu tekrarın, belki en kaba, fakat en saygılı cephesiyle düpedüz tekrarın, hiçbir şahıs mümtazlıgı ve hiçbir alet hususiligi göstermeyen hakir ve basit bir halkası olmak yeterken...