e (bkz: bu da böyle bi anımdır)
saloz bakışlar tarafından kısaca patron olarak bilinen, benim nazarımda ise, açılımlı karşılığı, patron, işveren, ekmek kapısı sahibi başlıkları ile sınırlı kalmayan, sadece isminin getirdiği harf sayısı bakımdan karakter sahibi olan 'patron'la, işverenimle, bugün geldiğim gözgözeler burdan köye yol olur lan. valla. bende pis bi huy var hacım, biriyle gözgöze geldim mi gözünü kaçıran taraf ben olmuyorum ekseri, ekseri gereksiz bi inatla da bakışmayı sürdürüyorum. taa ki karaşı taraf yenilgiyi kabul edene kadar. artık ne yenilgisi ne galibiyeti bu orasını bilemiyecem. ama bok varmış gibi gözlerime gözler dikilirse ölümüne kitlerim gözlerimi bende. hiç acımam. yok patronmuş, şefmiş, müdürmüş skimden aşşaa kasımpaşa anasını satayım. her neyse gün içinde geldiğimiz, güne has bi tesadüfmüydü bilemicem, gözgözelerin sonuncusunda ''ulan patron olan benim ne bu özgüven, sen kimsin ki lan sikik, götümün kenarı olan sen sıradan, basit bi işçi parçasısın, kim siker seni lan kim, burda, 'patron' olan benle gözgeze gelindiğinde gözünü, dolaylı yoldan götünü oluyo bu, 'problem çocuk' olmak istemiyosan şayet tabi ki de, sen kaçıracaksın sen'' demeye getirdiği bakışları ile bakışlanırken, her zamanki gibi göze ve göte gelmeden alnımın akıyla çıktığımı zanneder iken masama yönelmesiyle zannımın içinden 'göte gelmeden' kısmını bi çırpıda çıkarıyorum. saniyesinde, 'gelsin bakalım ne olacak, ne yumurtlayacak' yollu düşünceme paralel, kendini işe vermiş dalgın adam hesabı, hem radyo frekansımda değişikliğe hem de masa üstümde koz olarak bana kullanması muhtemel sayfayı, ki o sayfa da işimin bi uzantısı haa, ona rağmen, düşün, olur ya, ne olur ne olmaz düşüncesiyle x'liyorum. zaman sonra biraz sonra yani başımda dikiliyor. dikilidiği yere yakın olan sağ kulağımdaki kulaklığımı çıkarıyorum. içimden ne var yarraaam diyorum. sanki hissetmiş gibi, ne var yaraama cevaben söylenebilecek saçmalıkta şeyleri diğer kulağımdaki kulaklığı çıkarırken eş zamanlı işitiyorum.. ''hocam sen çok fazla kahve içiyosun, çok fazla müzik dinliyosun bunlar zamanını alır'. ne var yarraam iş sesimin boşa gitmediğini duymak, muzırcarcasına ama çevreyi rahatsız etmeyen gülümsememe neden oluyor. şimdi burda duralım hacım, kısa ekstra bi açıklama yapiim. bi defa yaptığım işte, görsen sende hak verirsin, tükettiğim kahvenin dinlediğim müziğin daha doğrusu müzik dinlemenin kendisinin işime en ufak bi sekte vurması ancak bu ikisini işimin başında değilde, mesai saati dahilinde 'kapının önünde' yaparsam mümkün. aksi gibi, bu iki eylemi, şarkı dinlemek ve kahve içmek, yapmam demek işime, okumaklı bi iş bu iş, daha bi konsantre olmam demek, işin içinde daha bi olmam demek, işe kendimi daha bi vermem demek falan filan. Kaldı ki tükettiğim kahvemin ederi de kendi cebimden çıkıyo. bu da yetmezmiş gibi şirkette, millet sıçtıktan sonra götünü silmek için evden tuvalet kağıdı getiriyo lan, tuvalet kağıdı, kahve, çay bu çalıştığım yerde hacım, şirketin gider kalemleri içinde değil anlıyacağın. tuvalet kağıdı alınmıyo olmasının gerekçeli kararı daha da bi aptalca ya neyse konu dağılır gibi oldu, şirketin atmosferin de bahsedebilirim esasında ha, en iyisi siktir et şimdilik. evet konuyu daraltıp geri döneyim. hah!! aslında derdi başka yavşağın, söylediklerinin altında sende performans düşüklüğü var geçen günlere nazaran daha az çalışıyosun falan demek var. dolaylı yoldan ama dolaylı yolda tercih edilebilecek en aptalca yoldan giderek meramını anlatma gayesi güdüyo ki bende bu ''ulan sen değilmiydin işçi parçası bakışları atan, sen kim oluyosun ki bakışları atan, ee... o vakit ne lafı eviriyon çeviriyon en direk söyle ne söyliyeceksen, lafını işçinden mi esirgiyon s.kik, ulan hem sen ne diyeceksen kozmik odana çekip desene, ne diye herkesin içinde sözüm ona psikolojik baskı ayağına söylüyosun, e tabi aptal olmadığım gerçeği sende sıkıntı yaratıyo, bu kadar kişinin içinde laf edersem belkit lafını yutar zannediyosun di mi?'' hissiyatının oluşmasına neden oluyor. bunlar bi kenara hacım, çok yüz verdiğim patronuma, ıslak kedi yavrusu gibi pısmamı bekleyen patronuma, ince gülümsememle beraber kahve içmem ne kadar zamanımı alıyo olabilir ki diyorum. ağzından öncesinde derin nefes alındığı belli olan hava nefesli takviyeli 'bilmiyorum ama görüşelim bunu' cümleciği dökülüyor. çok kahve içmemden, lan içtiğim de iki yudum bişi amk., rahatsız mı oluyosunuz diyorum gerçi rahatsız oluyosunuz ki bunu söyleme ihtiyacı hissediyosunuz diyorum, bunu daha sonra görüşelim diyo gerek yok diyerek postalıyorum. yürrü taş arabası, yürrü de ense tıraşını görelim, göte geeel, ne skerim ama haa, benden böyle şeyler söylememi de beklemeyin. ehe ehe. özetle şubat ayındayız yapılmayan zammın üstüne de yatmayı planlayan şerefsiz bi patronum var öncesinde ki görüşmememizin kuyruk acısını çıkarmayı planlıyo falan, e bende ne kadar ekmek o kadar köfte stratejisi uygulayınca, kendi bakkalımın, kendi tekel'imin mücadelesini verince 'zoruna gidiyo' allahsızın, bugün benimlen uğraşmasının altında bunlar saklı herhal, tabii benimle asıl, birebir ilgilenmesi gerekenin becereksizliğininde bunda payı var gibime geliyor. şöyle baştan sona bi okudum da yazının girişine sevgili günlük yazsaymışım ya keşke... harbi haa genç kız günlüğünü andırmış yazdıklarım. genci tutturduk en azından..ehe ehhe.